
Ruh, nefs-i emareden nefs-i kâmileye doğru hareket eder (3)
Nemrut’ta, Ebu Cehil’de biziz!
Nemrut, Firavun, Karun, Haman, Mele’ler (seçkinler), Ebu Cehiller, Ebu Lehebler ruhun nefis-i emmare hâlidir, ruh bu mertebeden başlayıp ‘ben’ doğasını ortaya koyar. Nefsin birinci programında kişi ‘ben’ der; insan bu seviyede sahte tanrıdır; her şeyi nefsinin hizmetçisi görür, Yaratıcıyı bile! Taptığı beş duyusudur; kişi, arzularının kölesi…
Hakk, insanı bu mertebede bırakmadı: ilk insanla birlikte, Hz. Muhammed (sav)’e kadar, insanlığı, peygamber ve kitapla destekledi. Ki, insan, beş duyunun kölesi olmaktan kurtulsun ve nefs-i kâmileye kadar çıkabilsin. Tahkiki imanla (Taklidi iman imanın aileyi taklit yolu ile oluşmasıyken tahkiki iman araştırmaya, bilgiye, kavramaya ve delillere dayanan iman demektir), manevi dünyaya, nefs-i levvameden başlayıp ruhun diğer mertebelerine ulaşarak kulluk mertebelerini yaşasın.
Namaz, oruç, hac, zekât, sadaka, iyilikler, haramlardan kaçınma hep ruhsal gelişimin ilk aşaması olan nefs-i emmareyi geçtikten sonra başlar. Kişi, imanını tahkik ederek, bilinçli kulluk yapıp nefs-i levvameden itibaren, sadece kınadığı kendini değil, artık kendinde hissettiği Rabbini de görür. Kişi, birken (nefs-i emareyken) iki olmuştur; çünkü o nefsini artık Allah için kınamaktadır. Kişinin evet bir Ben’i ve fakat bir de Rabbi vardır! Kullukta sebat, Kuran okuma, anlama, amel etme durumu arttıkça ve yaş da ilerledikçe, kişi öyle bir mertebeye erer ki, çoğu kez ‘ben’ini de görmez olur; sadece Rabbi kalır. Bazı zikir ve fikir yoğunluğu anında bu hâl sıkça gerçekleşir.
İnsan ruhunun dünyadaki tekâmülü için nefsin her mertebesi gereklidir: Çocuklar ve gençler, beş duyuya göre bir hayatı yaşamayı seçer, çünkü arzuların tatminiyle ancak mutlu olurlar. Bu hâle toplumsal düzen de destek verir: kişinin sürekli kendini tatmin etmekle meşgul olması sağlıklı ve iyi bir şey olarak kabul görür ve teşvik edilir.
Ne var ki, bu durum bir çıkmazdır: çünkü insan ne kadar uğraşırsa uğraşsın, hazlarını tatmin edip açlığını doyuramaz. Yaşı ne kadar ilerlemiş olursa olsun bu böyledir. Kişi, sadece arzuya endeksi yaşadıkça arzunun daimi bir acı, bir kölesidir. Odalar dolusu makyaj malzemesi, tıka basa gardıroplar; altın, zümrüt, pırlanta kutuları, cıncık boncuklar, takılar, takılar; estetik ameliyatlar vb. hep kişi sahte ilahken, ruh, ben durumundayken gerçekleşir.
Bu durum, Ben’in haz gibi görünen bir ıstırap hâlidir. İçinde ölüm korkusunu da taşır. Fakat ömür ilerledikçe ten pörsüyüp artık makyaj da estetik ameliyat da işe yaramayınca, kişi tükettiği ömründen rahatsız olur. İster istemez, ölüme doğru gittiğini anlar. Bizim tanımladığımız kavramlarla olmasa da, kişinin içindeki Ebu Cehil, Ebu Leheb, Nemrut, Firavun açık olmuştur artık. Kişi ‘ben! ben!’ demeyi azaltır yahut bırakır. Anlar ki geriye dönüp baktığında kendisine üzüntü ve utanç veren her şey işte bu nefs-i emmare tiplerdir. Kulluk ettiği nefs-i emmare tanrıları artık üzüntülerinin kaynağıdır, hatta utançlarının… Kişi, nefsini kuvvetlice levmeder, kınar. O, Nemrut’u, Firavun’u, Ebu Cehil’i dışardaki bir şahıs zannederken Kuran’da zikredilen bu tiplerin nefs-i emmaresi olduğunu anlamıştır. Nefs-i emmaresini kınadıkça ben duygusu azalır ve Rabbi çoğalır. Pişmanlık, gözyaşı, kullukta samimiyet, Rabbin, huzurundaki iç dökmelerdir ve bu hâl ruhun nefs-i emmare cehenneminden kurtuluşunu, nefs mertebelerinde ilerlemeye başladığını, müjdeler.
Nemrut’ta, Ebu Cehil’de biziz!
Nemrut, Firavun, Karun, Haman, Mele’ler (seçkinler), Ebu Cehiller, Ebu Lehebler ruhun nefis-i emmare hâlidir, ruh bu mertebeden başlayıp ‘ben’ doğasını ortaya koyar. Nefsin birinci programında kişi ‘ben’ der; insan bu seviyede sahte tanrıdır; her şeyi nefsinin hizmetçisi görür, Yaratıcıyı bile! Taptığı beş duyusudur; kişi, arzularının kölesi…
Hakk, insanı bu mertebede bırakmadı: ilk insanla birlikte, Hz. Muhammed (sav)’e kadar, insanlığı, peygamber ve kitapla destekledi. Ki, insan, beş duyunun kölesi olmaktan kurtulsun ve nefs-i kâmileye kadar çıkabilsin. Tahkiki imanla (Taklidi iman imanın aileyi taklit yolu ile oluşmasıyken tahkiki iman araştırmaya, bilgiye, kavramaya ve delillere dayanan iman demektir), manevi dünyaya, nefs-i levvameden başlayıp ruhun diğer mertebelerine ulaşarak kulluk mertebelerini yaşasın.
Namaz, oruç, hac, zekât, sadaka, iyilikler, haramlardan kaçınma hep ruhsal gelişimin ilk aşaması olan nefs-i emmareyi geçtikten sonra başlar. Kişi, imanını tahkik ederek, bilinçli kulluk yapıp nefs-i levvameden itibaren, sadece kınadığı kendini değil, artık kendinde hissettiği Rabbini de görür. Kişi, birken (nefs-i emareyken) iki olmuştur; çünkü o nefsini artık Allah için kınamaktadır. Kişinin evet bir Ben’i ve fakat bir de Rabbi vardır! Kullukta sebat, Kuran okuma, anlama, amel etme durumu arttıkça ve yaş da ilerledikçe, kişi öyle bir mertebeye erer ki, çoğu kez ‘ben’ini de görmez olur; sadece Rabbi kalır. Bazı zikir ve fikir yoğunluğu anında bu hâl sıkça gerçekleşir.
İnsan ruhunun dünyadaki tekâmülü için nefsin her mertebesi gereklidir: Çocuklar ve gençler, beş duyuya göre bir hayatı yaşamayı seçer, çünkü arzuların tatminiyle ancak mutlu olurlar. Bu hâle toplumsal düzen de destek verir: kişinin sürekli kendini tatmin etmekle meşgul olması sağlıklı ve iyi bir şey olarak kabul görür ve teşvik edilir.
Ne var ki, bu durum bir çıkmazdır: çünkü insan ne kadar uğraşırsa uğraşsın, hazlarını tatmin edip açlığını doyuramaz. Yaşı ne kadar ilerlemiş olursa olsun bu böyledir. Kişi, sadece arzuya endeksi yaşadıkça arzunun daimi bir acı, bir kölesidir. Odalar dolusu makyaj malzemesi, tıka basa gardıroplar; altın, zümrüt, pırlanta kutuları, cıncık boncuklar, takılar, takılar; estetik ameliyatlar vb. hep kişi sahte ilahken, ruh, ben durumundayken gerçekleşir.
Bu durum, Ben’in haz gibi görünen bir ıstırap hâlidir. İçinde ölüm korkusunu da taşır. Fakat ömür ilerledikçe ten pörsüyüp artık makyaj da estetik ameliyat da işe yaramayınca, kişi tükettiği ömründen rahatsız olur. İster istemez, ölüme doğru gittiğini anlar. Bizim tanımladığımız kavramlarla olmasa da, kişinin içindeki Ebu Cehil, Ebu Leheb, Nemrut, Firavun açık olmuştur artık. Kişi ‘ben! ben!’ demeyi azaltır yahut bırakır. Anlar ki geriye dönüp baktığında kendisine üzüntü ve utanç veren her şey işte bu nefs-i emmare tiplerdir. Kulluk ettiği nefs-i emmare tanrıları artık üzüntülerinin kaynağıdır, hatta utançlarının… Kişi, nefsini kuvvetlice levmeder, kınar. O, Nemrut’u, Firavun’u, Ebu Cehil’i dışardaki bir şahıs zannederken Kuran’da zikredilen bu tiplerin nefs-i emmaresi olduğunu anlamıştır. Nefs-i emmaresini kınadıkça ben duygusu azalır ve Rabbi çoğalır. Pişmanlık, gözyaşı, kullukta samimiyet, Rabbin, huzurundaki iç dökmelerdir ve bu hâl ruhun nefs-i emmare cehenneminden kurtuluşunu, nefs mertebelerinde ilerlemeye başladığını, müjdeler.