
Ruhun açık ve gizli olmak üzere iki yüzü var; birinci yüzduygu, düşünce, tutum ve davranış olarak, beden ve tabiatta gözükür. İkinci yüz ruh çocuğunun bedendeki öz mahiyetidir ve bu mahiyet gizlidir. İnsanın kendi ruhsal mahiyetine karşı elde ettiği Ben bilinci, zahirdeki (açık olan) bilgi ve deneyimlere tekabül eder. Ruh çocuğu, kendini ne kadar zahir ederse, kişi, Ben’i hakkında o kadar bilgi elde eder.
Ruh çocuğu, Rabbin bir emri yani memuru olduğundan, tayin edilmiş sınırlar içinde Ben’ini var eder, ruh çocuğu zatıyla aşikâr olmak istese, buna Yaratıcı izin vermediğinden, mümkün olmaz. Ben’in kendini bedensiz bilmesi ancak ölümle gerçekleşir. Her hâl ölünce ruhun/Ben’in, batını aşikâr olmakta, zahiri batına dönüşmektedir. (Hakikate Allah bilir)
Nefs-i levvameden son mertebe olan nefs-i kâmileye doğru yükselen bir Ben’in, kendi ruhu hakkında elde ettiği bilgi, zat bilgisi değil, daima sıfat bilgisiyle sınırlı kalmaktadır. Rabbimizin Zat’ı nasıl gizli, sıfatları açıksa, ilahî nefha olan ruhun zatı da daima gizliyken sıfatlarıaçıktır.
Nefsin (ruh) mertebeleri zahirde zuhur ettiğinden üzerinde çalışma yapmak, anlamaya gayret etmek mümkün olmuştur. Batında (gizli) kalan öz mahiyet hakkında konuşmak ise, bilgiye dayanmadığından, zandan ibarettir. Bu durum gösteriyor ki, insanın künhüne (asıl-cevher) ermek mümkün değildir.
Ruh çocukları hakkında bütün bilgi ruhların sahibi olan Rab Teâlâ’nın Kuran’da yaptığı açıklamalar ile Peygamberimizin beyanlarından ibarettir. Bunun aslı da ruhun mahiyetinin gizli sıfatlarının ise aşikâr olması şeklinde özetlenebilir.
Herkes ruhunu yaşayarak deneyimler; beşer hayatı, ruh çocuklarının hayatından ibaret. Daha ana karnındayken Ben bilinci edinmeye başlayan ruh çocukları, dünya deneyimleri süresince, dinî hayatın kalitesine göre, nefsin mertebelerinde tekâmül ederler; kendi mahiyetlerine en çok yaklaşan ruhlar, nefsin yedi mertebesinde en çok ilerleyen ruhlardır.(Son mertebe: Veli.)
Rabbimiz tabiatı, tabiata ait bedenin içine koyduğu ruhların mülkü kıldı. Mülkün malikleri üzerinde bir tasarrufu yoktur. Mülkteki (beden-tabiat) bütün tasarruf ruh çocuklarına aittir. İnsan ruhu, bu üstünlük sayesinde, bedeni kullanarak, tabiata müdahale eder ve bugünkü medeniyete vücut verir. Paradoks şudur ki, modern toplumda, insan, dışını imar ve ıslah ederken içini ihmal etmektedir. Manevi hayat ve manevi çevre olmadan ruhun zahirdeki zuhuru nefs-i emare mertebesinde kalacak ve insan ebediyete dünya sınamasından başarısız çıkmış bire Ben olarak intikal edecektir.
Ruh çocuğu, Rabbin bir emri yani memuru olduğundan, tayin edilmiş sınırlar içinde Ben’ini var eder, ruh çocuğu zatıyla aşikâr olmak istese, buna Yaratıcı izin vermediğinden, mümkün olmaz. Ben’in kendini bedensiz bilmesi ancak ölümle gerçekleşir. Her hâl ölünce ruhun/Ben’in, batını aşikâr olmakta, zahiri batına dönüşmektedir. (Hakikate Allah bilir)
Nefs-i levvameden son mertebe olan nefs-i kâmileye doğru yükselen bir Ben’in, kendi ruhu hakkında elde ettiği bilgi, zat bilgisi değil, daima sıfat bilgisiyle sınırlı kalmaktadır. Rabbimizin Zat’ı nasıl gizli, sıfatları açıksa, ilahî nefha olan ruhun zatı da daima gizliyken sıfatlarıaçıktır.
Nefsin (ruh) mertebeleri zahirde zuhur ettiğinden üzerinde çalışma yapmak, anlamaya gayret etmek mümkün olmuştur. Batında (gizli) kalan öz mahiyet hakkında konuşmak ise, bilgiye dayanmadığından, zandan ibarettir. Bu durum gösteriyor ki, insanın künhüne (asıl-cevher) ermek mümkün değildir.
Ruh çocukları hakkında bütün bilgi ruhların sahibi olan Rab Teâlâ’nın Kuran’da yaptığı açıklamalar ile Peygamberimizin beyanlarından ibarettir. Bunun aslı da ruhun mahiyetinin gizli sıfatlarının ise aşikâr olması şeklinde özetlenebilir.
Herkes ruhunu yaşayarak deneyimler; beşer hayatı, ruh çocuklarının hayatından ibaret. Daha ana karnındayken Ben bilinci edinmeye başlayan ruh çocukları, dünya deneyimleri süresince, dinî hayatın kalitesine göre, nefsin mertebelerinde tekâmül ederler; kendi mahiyetlerine en çok yaklaşan ruhlar, nefsin yedi mertebesinde en çok ilerleyen ruhlardır.(Son mertebe: Veli.)
Rabbimiz tabiatı, tabiata ait bedenin içine koyduğu ruhların mülkü kıldı. Mülkün malikleri üzerinde bir tasarrufu yoktur. Mülkteki (beden-tabiat) bütün tasarruf ruh çocuklarına aittir. İnsan ruhu, bu üstünlük sayesinde, bedeni kullanarak, tabiata müdahale eder ve bugünkü medeniyete vücut verir. Paradoks şudur ki, modern toplumda, insan, dışını imar ve ıslah ederken içini ihmal etmektedir. Manevi hayat ve manevi çevre olmadan ruhun zahirdeki zuhuru nefs-i emare mertebesinde kalacak ve insan ebediyete dünya sınamasından başarısız çıkmış bire Ben olarak intikal edecektir.