
‘Birini neden sevdiğiniz sorusuna cevap bulamıyorsanız, onu gerçekten seviyorsunuzdur’ diyor Paul Auster.
Demek ki cevap buluyorsanız, ortada açıklanabilir bir gerekçeniz varsa o zaman ‘sevgiden çok bir çeşit çıkar ilişkisi’ yaşıyorsunuz.
Ya da mecburiyet…
Ya da mahkûmiyet…
Ya da…
O da çok fena işte!
***
Auster’ın sözünü, birkaç gün evvel ‘İnsan niye sever?’ başlıklı bir caps içerisinde okuduğumdan beri şunu düşünüyorum: Herhalde gerçekten sevdiğim insanların -ki sayıları çoktur- hiçbirisiyle ilgili öyle bir gerekçe açıklayamam.
Onları niye bu kadar çok seviyorum?
Bilmiyorum, gerçekten bilmiyorum.
Hiç de bilemeyeceğim galiba.
Ve demek ki bu aslında iyi bir şeymiş!
Ama öte yandan az da olsa bildiğim bir şey var: Benim onlara ihtiyacım var. Onların bana ihtiyaç duyduğundan çok daha fazla…
***
İnsan türlü sevgilerle bağlanıyor başkalarına.
‘Başka insanlara’ demiyorum, içinde insanların da olduğu başka başka canlılara, hatta bazen cansız varlıklara bağlanabiliyor insan. Eski bir otomobili, artık harabeye dönmüş bir evi, hatta bir çantayı, bir şapkayı, bir sandalyeyi, melankolik bir bağlılıkla sevebiliyor insan mesela.
Yıllar önce ölen atının hatırasını yaşatan eğer ile yular, bir yangında ambarıyla ve eviyle birlikte yanıp kül olduğu için hayata küsen birini işitmiştim. Çocukluğumun geçtiği köylerden birindeydi. O yaşlı adamın asıl umursadığı şey evi, eşyası, kül olana yuvası falan değildi. Seneler önce ölmüş sevgili kır atından kalan tek hatıranın yanmasıydı onu yıkan şey. Atının o eğere ve yulara sinmiş kokusunun da yanan eşyayla birlikte yok olup gitmesi, adamı derinden sarsmıştı. Yatak yorgan değil, bir daha asla geri getirilemez bir şey. Öyle ki o giderilemez acı, yaşlı adam için önce derin bir depresyon, sonra da ölüm nedeni olmuştu…
***
Evet, insan gerçekten de türlü varlıklara ‘karasevdayla’ bağlanabiliyor. Herkes de tabii böyle sevgileri anlayamayabiliyor…
Auster’a dönersek böyle şeyler son derece doğal.
Doğal olmayan, ‘gerekçeli sevmek’…
Çirkin, ilkel bir şey o.
Rasyonel bir nedene yaslanarak birini sevmek…
Peki, nasıl bir gerekçeyle sever ki bir insan başka bir insanı?
Servet ve güç vadediyor, zenginliğiyle umutlarını besliyor diye seversen…
İşini görüyor, hizmetiyle seni mutlu ediyor diye seversen…
Seni pohpohluyor, dalkavukluk ediyor diye seversen birini…
Kısaca birini, sana bir biçimde çıkar sağlıyor diye seversen…
İşte o, gerçek sevgi olmuyor.
Kime göre? Paul Auster’a göre.
Peki ya size göre sevgili okurum?
Size göre de çıkarcılık, menfaatperestlik mi bu?
***
İyi de nasıl olur ‘sıfır çıkar’ ilişkisi? Var mı öyle bir şey?
Olmaz mı? Var elbette!
Sadece varlığıyla sizi mutlu edenleri aklınıza getirin mesela. Mutlaka vardır öyle birileri. Yanınızda bile değil, hatta belki yıllardır hiç haberleşemediniz, sizin ona en ufak bir faydanız yok, onun da size...
Ama aklınıza gelince içiniz ısınıyor.
Şimdi telefon edip ‘Sana ihtiyacım var!’ deseniz sebep sormadan ‘Neredesin?’ deyip hemen yola çıkacak biri…
Hayattaysa anneniz öyledir mesela. Deli Dumrul hikâyesi gerçekse de sevgiliniz…
Kim bilir, belki bir asker arkadaşınız, belki yatılı okuldan bir kardeşiniz veya kendi öz kardeşiniz…
Onlar işte.
Onlarla ilişkiniz…
Çıkarlara dayanmayan, çok daha başka türlü bir sevginin örneği olabilir bunlardan biri ya da hepsi.
Kendini gerçekleştirmek gibi bir şey belki de…
***
Sevdiğim insanları ayrı bir köşeye koyarım ama insanlararası ilişkiler dışında benim çok sevgili kedimle, Pisikız’ımla ilişkim de öyledir:
Varlığıyla, sadece ama sadece varlığıyla mutlu eder o beni…
Beni sevmek, pohpohlamak, mutlu etmek, bir işimi yapmak, kahrımı çekmek zorunda değil Pisikız’ım. İsterse yapar bunları, istemezse zaten kessem yapmaz. Gününde değilse mırıldanmaz, konuşmaz bile. O, bazı şeyleri kendi lisanıyla anlatırken benim ne duymak istediğimi hiçbir zaman umursamaz.
İstediğini, sadece istediği kadar ve istediği yolla anlatır, bitirir.
Küser miyim ona peki?
Hayır, asla!
Fiziksel bakımdan çoğu zaman sadece ‘vardır’. Ruhsal bakımdan ise ‘varlıktan çok daha fazlasını’ verir bana.
Ve mutlu olmam için bu yeter!
Çünkü ruhumun ihtiyaç duyduğu neredeyse bütün şeyleri işte bu ‘gerekçesiz, gerçek ve saf sevgiden’ türetebilirim.
İşgale ve sömürüye dayanmayan; yormayan, yıpratmayan, iki taraftan birini küçük düşürmeyen; bereketli, doğurgan, ‘harbiden karşılıksız sevgi’ işte tam da böyle bir şey.
***
Bitirirken…
Umut veren değil, daha çok umut kıran bir yılı geride bıraktık.
Seveni yoktur herhalde 2020’nin. Belki nihayet bu yıl sevdiceğine kavuşan, evlenip mutlu olan, çocuk sahibi olan, kendisine kalmış sürpriz bir mirası tesadüfen bu yıl öğrenen ya da biletine büyük ikramiye vuran birkaç kişi…
O da belki…
Ama umarız gelen, gideni aratmaz.
Uzatmayalım; yeni yılın Pusula okurlarına, memlekete millete, bütün insanlığa çokça sağlık; beraberinde çokça sevme ve çokça da sevilme olasılığı getirmesini diliyorum.
Çok sevin, çok da sevilin; ama sevgilerinize sebep bulamayın inşallah! Karşılıksız, çıkarsız, sonsuz ve sorunsuz olsun sevmeniz de sevilmeniz de…
Gerisi zaten bir biçimde hallolur, çok da dert etmeyin!
*: Yazarımız Savaşkan İlmak’ın Ayarsız Dergisi Ocak-2021 sayısında yayımlanana yazısından alıntıdır.
Demek ki cevap buluyorsanız, ortada açıklanabilir bir gerekçeniz varsa o zaman ‘sevgiden çok bir çeşit çıkar ilişkisi’ yaşıyorsunuz.
Ya da mecburiyet…
Ya da mahkûmiyet…
Ya da…
O da çok fena işte!
***
Auster’ın sözünü, birkaç gün evvel ‘İnsan niye sever?’ başlıklı bir caps içerisinde okuduğumdan beri şunu düşünüyorum: Herhalde gerçekten sevdiğim insanların -ki sayıları çoktur- hiçbirisiyle ilgili öyle bir gerekçe açıklayamam.
Onları niye bu kadar çok seviyorum?
Bilmiyorum, gerçekten bilmiyorum.
Hiç de bilemeyeceğim galiba.
Ve demek ki bu aslında iyi bir şeymiş!
Ama öte yandan az da olsa bildiğim bir şey var: Benim onlara ihtiyacım var. Onların bana ihtiyaç duyduğundan çok daha fazla…
***
İnsan türlü sevgilerle bağlanıyor başkalarına.
‘Başka insanlara’ demiyorum, içinde insanların da olduğu başka başka canlılara, hatta bazen cansız varlıklara bağlanabiliyor insan. Eski bir otomobili, artık harabeye dönmüş bir evi, hatta bir çantayı, bir şapkayı, bir sandalyeyi, melankolik bir bağlılıkla sevebiliyor insan mesela.
Yıllar önce ölen atının hatırasını yaşatan eğer ile yular, bir yangında ambarıyla ve eviyle birlikte yanıp kül olduğu için hayata küsen birini işitmiştim. Çocukluğumun geçtiği köylerden birindeydi. O yaşlı adamın asıl umursadığı şey evi, eşyası, kül olana yuvası falan değildi. Seneler önce ölmüş sevgili kır atından kalan tek hatıranın yanmasıydı onu yıkan şey. Atının o eğere ve yulara sinmiş kokusunun da yanan eşyayla birlikte yok olup gitmesi, adamı derinden sarsmıştı. Yatak yorgan değil, bir daha asla geri getirilemez bir şey. Öyle ki o giderilemez acı, yaşlı adam için önce derin bir depresyon, sonra da ölüm nedeni olmuştu…
***
Evet, insan gerçekten de türlü varlıklara ‘karasevdayla’ bağlanabiliyor. Herkes de tabii böyle sevgileri anlayamayabiliyor…
Auster’a dönersek böyle şeyler son derece doğal.
Doğal olmayan, ‘gerekçeli sevmek’…
Çirkin, ilkel bir şey o.
Rasyonel bir nedene yaslanarak birini sevmek…
Peki, nasıl bir gerekçeyle sever ki bir insan başka bir insanı?
Servet ve güç vadediyor, zenginliğiyle umutlarını besliyor diye seversen…
İşini görüyor, hizmetiyle seni mutlu ediyor diye seversen…
Seni pohpohluyor, dalkavukluk ediyor diye seversen birini…
Kısaca birini, sana bir biçimde çıkar sağlıyor diye seversen…
İşte o, gerçek sevgi olmuyor.
Kime göre? Paul Auster’a göre.
Peki ya size göre sevgili okurum?
Size göre de çıkarcılık, menfaatperestlik mi bu?
***
İyi de nasıl olur ‘sıfır çıkar’ ilişkisi? Var mı öyle bir şey?
Olmaz mı? Var elbette!
Sadece varlığıyla sizi mutlu edenleri aklınıza getirin mesela. Mutlaka vardır öyle birileri. Yanınızda bile değil, hatta belki yıllardır hiç haberleşemediniz, sizin ona en ufak bir faydanız yok, onun da size...
Ama aklınıza gelince içiniz ısınıyor.
Şimdi telefon edip ‘Sana ihtiyacım var!’ deseniz sebep sormadan ‘Neredesin?’ deyip hemen yola çıkacak biri…
Hayattaysa anneniz öyledir mesela. Deli Dumrul hikâyesi gerçekse de sevgiliniz…
Kim bilir, belki bir asker arkadaşınız, belki yatılı okuldan bir kardeşiniz veya kendi öz kardeşiniz…
Onlar işte.
Onlarla ilişkiniz…
Çıkarlara dayanmayan, çok daha başka türlü bir sevginin örneği olabilir bunlardan biri ya da hepsi.
Kendini gerçekleştirmek gibi bir şey belki de…
***
Sevdiğim insanları ayrı bir köşeye koyarım ama insanlararası ilişkiler dışında benim çok sevgili kedimle, Pisikız’ımla ilişkim de öyledir:
Varlığıyla, sadece ama sadece varlığıyla mutlu eder o beni…
Beni sevmek, pohpohlamak, mutlu etmek, bir işimi yapmak, kahrımı çekmek zorunda değil Pisikız’ım. İsterse yapar bunları, istemezse zaten kessem yapmaz. Gününde değilse mırıldanmaz, konuşmaz bile. O, bazı şeyleri kendi lisanıyla anlatırken benim ne duymak istediğimi hiçbir zaman umursamaz.
İstediğini, sadece istediği kadar ve istediği yolla anlatır, bitirir.
Küser miyim ona peki?
Hayır, asla!
Fiziksel bakımdan çoğu zaman sadece ‘vardır’. Ruhsal bakımdan ise ‘varlıktan çok daha fazlasını’ verir bana.
Ve mutlu olmam için bu yeter!
Çünkü ruhumun ihtiyaç duyduğu neredeyse bütün şeyleri işte bu ‘gerekçesiz, gerçek ve saf sevgiden’ türetebilirim.
İşgale ve sömürüye dayanmayan; yormayan, yıpratmayan, iki taraftan birini küçük düşürmeyen; bereketli, doğurgan, ‘harbiden karşılıksız sevgi’ işte tam da böyle bir şey.
***
Bitirirken…
Umut veren değil, daha çok umut kıran bir yılı geride bıraktık.
Seveni yoktur herhalde 2020’nin. Belki nihayet bu yıl sevdiceğine kavuşan, evlenip mutlu olan, çocuk sahibi olan, kendisine kalmış sürpriz bir mirası tesadüfen bu yıl öğrenen ya da biletine büyük ikramiye vuran birkaç kişi…
O da belki…
Ama umarız gelen, gideni aratmaz.
Uzatmayalım; yeni yılın Pusula okurlarına, memlekete millete, bütün insanlığa çokça sağlık; beraberinde çokça sevme ve çokça da sevilme olasılığı getirmesini diliyorum.
Çok sevin, çok da sevilin; ama sevgilerinize sebep bulamayın inşallah! Karşılıksız, çıkarsız, sonsuz ve sorunsuz olsun sevmeniz de sevilmeniz de…
Gerisi zaten bir biçimde hallolur, çok da dert etmeyin!
*: Yazarımız Savaşkan İlmak’ın Ayarsız Dergisi Ocak-2021 sayısında yayımlanana yazısından alıntıdır.