
Bu anlaşmayı özetlemek için tek bir harita yeterli olacaktır.
Haritada gördüğümüz gibi İtilaf Devletleri kendi aralarındaki barışı sağlamayı başarmış ve Osmanlı topraklarının neredeyse tamamını kendi aralarında kardeş payı yapışlar. Bu anlaşmaya göre İzmir ve çevresi Yunanlılara Egenin ve Akdeniz’in büyük bölümü ve İç Anadolu İtalyanlara, Güneydoğu Anadolu’nun bir kısmı Fransızların, Doğu Anadolu Ermenilerin ve o zamanda elimizde olan Irak, Musul ve Basra İngilizlere verilecektir. Tabi anlaşma bu maddelerle sınırlı değildi. Bu maddeler dışında Boğazların tüm devletlere açık olacağı ve Türklerden alınacağı, kapitülasyonların daha yaygın bir şekilde uygulanacağı, azınlık haklarının genişleteceği ve anlaşma hükümlerine uyulmadığı takdirde İstanbul’un işgal edileceği gibi maddeler de vardı. Yani bu anlaşama Tevfik Paşa’nın da tabiriyle Osmanlı’nın ölüm fermanıydı. Şöyle bir tefekkür edelim sizlerle. Eğer ki bu anlaşma kabul edilip uygulansaydı; bugün benim oturduğum yerde bir Hıristiyan papaz Ermenilerle ayin yapıyor olabilirdi. Burada asılı olan şanlı bayrağımız yerine bir Ermeni bayrağı asılmış olabilirdi. Yakutiye ve Çifte Minareli Medreselerin minareleri yıkılıp başlarına haç işareti konarak kiliseye çevrilmiş olabilirdi. Erzurum dâhil Anadolu’nun işgal edilen yerlerindeki bütün Müslümanlar acımasızca katledilebilir ve dört bir yanımızı saran bu düşmanlarımızın etkisiyle bizler Müslüman Türk kimliğinden uzaklaşarak asimile olabilirdik. Ve daha sayamadığım yüzlercesi… Soruyorum sizlere! Bu saydıklarımın hangisi hala daha bu insanların hayallerini süslemiyor ki? Lakin İtilaf devletlerinin özenle hazırladığı bu anlaşma hükmen geçersiz ve asla uygulamaya girmemiş bir anlaşma ötesine gitmedi. Bunun iki sebebi vardı, Bunlardan biri; Kanuni Esasi’ye göre uluslararası bir anlaşmanın yürürlüğe girebilmesi için meclisin onayından geçmesi şarttı. Ee TBMM’nin böyle bir anlaşmayı kabul etmeyeceği aşikârdı. Bu sebeple anlaşma meclis onayından geçmediğinden hükmen geçersizdi. İkinci sebep ise bu milletin Kurtuluş Savaşını kazanmasıydı. Aslında temel sebep buydu. Zira bizler Kurtuluş Savaşını kaybetseydik İtilaf Devletleri her şekilde bu anlaşmayı bize uygularlardı. Lakin dediğimiz bu anlaşma hükmen geçersiz ölü doğmuş bir anlaşmaydı. Bu sebepledir ki bizim tarihimiz açısından o kadar da önem arz eden bir anlaşma değildi. Lakin bu anlamanın İtilaf Devletleri’nin bizim üzerimizdeki emellerini en net şekliyle gördüğümüz bir anlaşma olduğu da kesindir.
Peki, Sevr’i anladığımıza göre şimdi dönüp günümüze bakalım. Şüphesiz günümüz şartlarına göre Türkiye üzerinde Sevr’deki gibi bir toprak paylaşımı söz konusu olamaz. Lakin cetvelle çizilen coğrafyalardan ve kendi dillerini dahi konuşamayan ülkelerden biliyoruz ki; bir ülkeyi yönetebilmek için illa oranın toprağına sahip olmak gerekmiyor. İşte Türkiye için planlanan şey de tam olarak bu. Yani topraklarımız bizde kalacak ama özgürlüğümüz onların elinde olacak. Lakin tamamen de topraklarımızdan vazgeçtiklerini söyleyemiyoruz. Zira Ortadoğu’nun petrolünü daha rahat çalabilmek için hemen Güneydoğumuz da kukla olarak kullanabilecekleri bir devleti kurma hayalleri bunun en büyük kanıtı.
Haritada gördüğümüz gibi İtilaf Devletleri kendi aralarındaki barışı sağlamayı başarmış ve Osmanlı topraklarının neredeyse tamamını kendi aralarında kardeş payı yapışlar. Bu anlaşmaya göre İzmir ve çevresi Yunanlılara Egenin ve Akdeniz’in büyük bölümü ve İç Anadolu İtalyanlara, Güneydoğu Anadolu’nun bir kısmı Fransızların, Doğu Anadolu Ermenilerin ve o zamanda elimizde olan Irak, Musul ve Basra İngilizlere verilecektir. Tabi anlaşma bu maddelerle sınırlı değildi. Bu maddeler dışında Boğazların tüm devletlere açık olacağı ve Türklerden alınacağı, kapitülasyonların daha yaygın bir şekilde uygulanacağı, azınlık haklarının genişleteceği ve anlaşma hükümlerine uyulmadığı takdirde İstanbul’un işgal edileceği gibi maddeler de vardı. Yani bu anlaşama Tevfik Paşa’nın da tabiriyle Osmanlı’nın ölüm fermanıydı. Şöyle bir tefekkür edelim sizlerle. Eğer ki bu anlaşma kabul edilip uygulansaydı; bugün benim oturduğum yerde bir Hıristiyan papaz Ermenilerle ayin yapıyor olabilirdi. Burada asılı olan şanlı bayrağımız yerine bir Ermeni bayrağı asılmış olabilirdi. Yakutiye ve Çifte Minareli Medreselerin minareleri yıkılıp başlarına haç işareti konarak kiliseye çevrilmiş olabilirdi. Erzurum dâhil Anadolu’nun işgal edilen yerlerindeki bütün Müslümanlar acımasızca katledilebilir ve dört bir yanımızı saran bu düşmanlarımızın etkisiyle bizler Müslüman Türk kimliğinden uzaklaşarak asimile olabilirdik. Ve daha sayamadığım yüzlercesi… Soruyorum sizlere! Bu saydıklarımın hangisi hala daha bu insanların hayallerini süslemiyor ki? Lakin İtilaf devletlerinin özenle hazırladığı bu anlaşma hükmen geçersiz ve asla uygulamaya girmemiş bir anlaşma ötesine gitmedi. Bunun iki sebebi vardı, Bunlardan biri; Kanuni Esasi’ye göre uluslararası bir anlaşmanın yürürlüğe girebilmesi için meclisin onayından geçmesi şarttı. Ee TBMM’nin böyle bir anlaşmayı kabul etmeyeceği aşikârdı. Bu sebeple anlaşma meclis onayından geçmediğinden hükmen geçersizdi. İkinci sebep ise bu milletin Kurtuluş Savaşını kazanmasıydı. Aslında temel sebep buydu. Zira bizler Kurtuluş Savaşını kaybetseydik İtilaf Devletleri her şekilde bu anlaşmayı bize uygularlardı. Lakin dediğimiz bu anlaşma hükmen geçersiz ölü doğmuş bir anlaşmaydı. Bu sebepledir ki bizim tarihimiz açısından o kadar da önem arz eden bir anlaşma değildi. Lakin bu anlamanın İtilaf Devletleri’nin bizim üzerimizdeki emellerini en net şekliyle gördüğümüz bir anlaşma olduğu da kesindir.
Peki, Sevr’i anladığımıza göre şimdi dönüp günümüze bakalım. Şüphesiz günümüz şartlarına göre Türkiye üzerinde Sevr’deki gibi bir toprak paylaşımı söz konusu olamaz. Lakin cetvelle çizilen coğrafyalardan ve kendi dillerini dahi konuşamayan ülkelerden biliyoruz ki; bir ülkeyi yönetebilmek için illa oranın toprağına sahip olmak gerekmiyor. İşte Türkiye için planlanan şey de tam olarak bu. Yani topraklarımız bizde kalacak ama özgürlüğümüz onların elinde olacak. Lakin tamamen de topraklarımızdan vazgeçtiklerini söyleyemiyoruz. Zira Ortadoğu’nun petrolünü daha rahat çalabilmek için hemen Güneydoğumuz da kukla olarak kullanabilecekleri bir devleti kurma hayalleri bunun en büyük kanıtı.