
Kırkımı geçtikten sonra da şiir yazdığımdan belki…
Ya da belki edebiyat öğretmeni olduğum içindir, sıklıkla soruyorlar bana: Şiir nedir?
Soranlara diyorum ki:
Ümit Yaşar Oğuzcan diye bir adam yaşamış ve şöyle demiş:
‘Ayrılık diye bir şey yok
O bizim yalanımız
Sevmek var aslında
Özlemek var, beklemek var
Şimdi nerdesin?..’
Şiir, işte budur.
Farah Ferruhzad diye biri yaşamış:
‘Kuş ölür, sen uçuşunu hatırla…’ demiş.
Şiir, aynı zamanda budur.
Halil Cibran diye biri yaşamış:
‘Aşk kendinden başka hiçbir şey vermez
Ve kendinden başkasından da almaz
Ne aşk sahip olur bize ne de biz aşka sahip oluruz
Çünkü aşk yeter aşka…’ demiş.
Yaşamın ikinci büyük gizemini -aşkı- açıklamaya bu bile tam olarak yetmiyor gibi görünse de işte şiir budur.
(Bu arada hiç kuşkusuz yaşamın birinci gizemi, edebiyatla değil dinlerle ilgili: Nasıl ve niye var olduk; nereden geliyoruz - nereye gidiyoruz?..)
Öte yandan Cibran’ın şiiri ‘İyi ki böyle!’ dedirtiyor bize; çünkü eğer insanlar fani dünyada bir mülkün tapusuna sahip oluşları gibi aşka da sahip olabilselerdi eminim ki korkunç bencillikleriyle duygulara yasak koyar, ambargo uygular ve aşkın soyunu da kısa sürede kuruturlardı…
Neyse ki aşk, ele geçirilemeyen, kafese konamayan bir şey olarak kendini sürekli ama başka görünümler içerisinde yineliyor. Aşk, kendi kendini dilediği kadar, dilediği biçimde çoğaltıyor, dilediği gönülde yeniden çoğalıyor ve yenileniyor…
Aşkın zaptedilemezliğini çok iyi bilen, Yunus diye biri yaşamış:
‘Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni…’
demiş, şiir işte budur!
Fuzûlî diye biri yaşamış
‘Aşk derdiyle hoşem, el çek ilacımdan tabîb
Kılma dermân kim helâkım zehri dermanımdadır…’
(Aşk acısı çekmekten hoşnutum ey tabip, bana bu acıyı dindirecek ilaç verme; beni asıl öldürecek şey, asıl zehir, o ilaçtır)
demiş, şiir işte tam olarak budur.
Bunlar, şiirin ne olduğu sorusuna verilecek milyonlarca doğru yanıttan sadece birkaçıdır ve daha niceleri, daha nice güzel, doğru, unutulmaz yanıtlar vermiştir o değerli soruya.
Denebilir ki yazılmış her iyi şiir, ‘Şiir nedir?’ sorusuna verilmiş bir yanıttır aynı zamanda.
★★
Şimdi şiiri şiirle tanımlamaya çalışırken şöyle bir anlatı geldi aklıma:
Fransa’yı ziyaret eden yabancı bir devlet adamını Paris’te o çağın en önemli ressamlarından birinin atölyesine götürürler. Devlet adamı güya resim meraklısıdır ve hayran olduğu ressamı ziyaret ederek bu ilgisini uluslararası topluma duyurmak ister. Ressam da aslında bunun farkındadır ve durumdan hiç de memnun değildir. Kendisi de bir ressam olan Fransız Kültür Bakanını kıramamıştır.
Her neyse…
Konuk devlet adamı, beraberindekilerle atölyeye gelir, şövalelerdeki eskizler arasından geçer ve tamamlanmış bir soyut resmin önünde durup yarım yamalak Fransızcasıyla ressama döner:
-Üstadım, bu resimde neyi anlatmaya çalıştınız?
Ressam, yanıt vermez. Boş bir tual çıkarır, şövalesine yerleştirir, paletini ve fırçasını alır, şaşkın bakışlar arasında ve sadece on dakikada resmin tıpa tıp aynısını yapar:
-İşte bunu anlatmaya çalıştım ekselansları!
der…
Galiba ben de öyle bir şey yapmış oldum:
-Şiir nedir?
-Şiir işte budur!
Ama siz, sırf benim başlıktaki sorumu içinizden okudunuz -belki de alelacele yanıtladınız- diye lütfen kendinizi hikâyedeki o içi boş devlet adamı gibi hissetmeyin.
Çünkü şiirin ne olduğunun sorulması ve tabii yanıtın düşünülmesi, hiç de basit olmayan, aksine çok karmaşık ve çok kaliteli bir merakın göstergesidir. O soruyla karşılaşmak benim -hem bir edebiyat öğretmeni hem bir şair olarak- çok hoşuma gider. ‘Bu ne cahillik!’ demem asla; bilakis ‘Ne güzel ve ne doğurgan bir ilgi bu!’ derim, sorana hayranlık duyarım.
Başkalarının verdiği güzel yanıtlarıysa belleğimde biriktiririm, derslerimde öğrencilerimle ve yazılarımda zaman zaman okurlarımla paylaşırım.
★★
Özetin özetinin özeti:
Şiiri merak etmek, şiire merak salmak, bu merakı sürdürmek, dahası çizginin ötesine geçmek; şiir okumak, seçilmiş şiirleri bir köşeye kaydetmek veya şiir yazmak muhteşem şeyler!
Hele bu çağda…
Bunca çeldiricinin; bunca değersizleşmenin, kıyımın, acımasızlığın, riyanın, inkârın, bunca soğumanın, bunca yozlaşmanın işgali altında hayata başka anlamlar katan ve artık neredeyse kutsallaşan, insan saflığını korumakla ve kötülüğe direnmekle ilgili bir şey bu kaliteli merak, şiire duyulan bu değerli ilgi.
Ya da belki edebiyat öğretmeni olduğum içindir, sıklıkla soruyorlar bana: Şiir nedir?
Soranlara diyorum ki:
Ümit Yaşar Oğuzcan diye bir adam yaşamış ve şöyle demiş:
‘Ayrılık diye bir şey yok
O bizim yalanımız
Sevmek var aslında
Özlemek var, beklemek var
Şimdi nerdesin?..’
Şiir, işte budur.
Farah Ferruhzad diye biri yaşamış:
‘Kuş ölür, sen uçuşunu hatırla…’ demiş.
Şiir, aynı zamanda budur.
Halil Cibran diye biri yaşamış:
‘Aşk kendinden başka hiçbir şey vermez
Ve kendinden başkasından da almaz
Ne aşk sahip olur bize ne de biz aşka sahip oluruz
Çünkü aşk yeter aşka…’ demiş.
Yaşamın ikinci büyük gizemini -aşkı- açıklamaya bu bile tam olarak yetmiyor gibi görünse de işte şiir budur.
(Bu arada hiç kuşkusuz yaşamın birinci gizemi, edebiyatla değil dinlerle ilgili: Nasıl ve niye var olduk; nereden geliyoruz - nereye gidiyoruz?..)
Öte yandan Cibran’ın şiiri ‘İyi ki böyle!’ dedirtiyor bize; çünkü eğer insanlar fani dünyada bir mülkün tapusuna sahip oluşları gibi aşka da sahip olabilselerdi eminim ki korkunç bencillikleriyle duygulara yasak koyar, ambargo uygular ve aşkın soyunu da kısa sürede kuruturlardı…
Neyse ki aşk, ele geçirilemeyen, kafese konamayan bir şey olarak kendini sürekli ama başka görünümler içerisinde yineliyor. Aşk, kendi kendini dilediği kadar, dilediği biçimde çoğaltıyor, dilediği gönülde yeniden çoğalıyor ve yenileniyor…
Aşkın zaptedilemezliğini çok iyi bilen, Yunus diye biri yaşamış:
‘Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni…’
demiş, şiir işte budur!
Fuzûlî diye biri yaşamış
‘Aşk derdiyle hoşem, el çek ilacımdan tabîb
Kılma dermân kim helâkım zehri dermanımdadır…’
(Aşk acısı çekmekten hoşnutum ey tabip, bana bu acıyı dindirecek ilaç verme; beni asıl öldürecek şey, asıl zehir, o ilaçtır)
demiş, şiir işte tam olarak budur.
Bunlar, şiirin ne olduğu sorusuna verilecek milyonlarca doğru yanıttan sadece birkaçıdır ve daha niceleri, daha nice güzel, doğru, unutulmaz yanıtlar vermiştir o değerli soruya.
Denebilir ki yazılmış her iyi şiir, ‘Şiir nedir?’ sorusuna verilmiş bir yanıttır aynı zamanda.
★★
Şimdi şiiri şiirle tanımlamaya çalışırken şöyle bir anlatı geldi aklıma:
Fransa’yı ziyaret eden yabancı bir devlet adamını Paris’te o çağın en önemli ressamlarından birinin atölyesine götürürler. Devlet adamı güya resim meraklısıdır ve hayran olduğu ressamı ziyaret ederek bu ilgisini uluslararası topluma duyurmak ister. Ressam da aslında bunun farkındadır ve durumdan hiç de memnun değildir. Kendisi de bir ressam olan Fransız Kültür Bakanını kıramamıştır.
Her neyse…
Konuk devlet adamı, beraberindekilerle atölyeye gelir, şövalelerdeki eskizler arasından geçer ve tamamlanmış bir soyut resmin önünde durup yarım yamalak Fransızcasıyla ressama döner:
-Üstadım, bu resimde neyi anlatmaya çalıştınız?
Ressam, yanıt vermez. Boş bir tual çıkarır, şövalesine yerleştirir, paletini ve fırçasını alır, şaşkın bakışlar arasında ve sadece on dakikada resmin tıpa tıp aynısını yapar:
-İşte bunu anlatmaya çalıştım ekselansları!
der…
Galiba ben de öyle bir şey yapmış oldum:
-Şiir nedir?
-Şiir işte budur!
Ama siz, sırf benim başlıktaki sorumu içinizden okudunuz -belki de alelacele yanıtladınız- diye lütfen kendinizi hikâyedeki o içi boş devlet adamı gibi hissetmeyin.
Çünkü şiirin ne olduğunun sorulması ve tabii yanıtın düşünülmesi, hiç de basit olmayan, aksine çok karmaşık ve çok kaliteli bir merakın göstergesidir. O soruyla karşılaşmak benim -hem bir edebiyat öğretmeni hem bir şair olarak- çok hoşuma gider. ‘Bu ne cahillik!’ demem asla; bilakis ‘Ne güzel ve ne doğurgan bir ilgi bu!’ derim, sorana hayranlık duyarım.
Başkalarının verdiği güzel yanıtlarıysa belleğimde biriktiririm, derslerimde öğrencilerimle ve yazılarımda zaman zaman okurlarımla paylaşırım.
★★
Özetin özetinin özeti:
Şiiri merak etmek, şiire merak salmak, bu merakı sürdürmek, dahası çizginin ötesine geçmek; şiir okumak, seçilmiş şiirleri bir köşeye kaydetmek veya şiir yazmak muhteşem şeyler!
Hele bu çağda…
Bunca çeldiricinin; bunca değersizleşmenin, kıyımın, acımasızlığın, riyanın, inkârın, bunca soğumanın, bunca yozlaşmanın işgali altında hayata başka anlamlar katan ve artık neredeyse kutsallaşan, insan saflığını korumakla ve kötülüğe direnmekle ilgili bir şey bu kaliteli merak, şiire duyulan bu değerli ilgi.