(Dünkü yazının devamı)
Eğer hâlâ ‘hayatta en iyi mürşidin (yol göstericinin) ilim ve fen’ olduğuna inanıyorsanız -ki ben buna daima inanırım- o vakit ya biz mürşidimizi çoktan terk etmişiz ya da o bizi terk etmiş…
Ama unutmayın…
Bilim, zarara uğramaz, öyle bir ateştir ki sönmez; başkaları alır ve elden ele taşır onu…
Azıcık Promete’nin meşalesi gibi, azıcık da olimpiyat meşalesi gibidir; kaynağı evrenseldir, el değiştirebilir, hak etmeyen onu kaybeder, evet bu her seferinde böyle olur ama bilimin kendisi asla zarar görmez, eksilmez…
Ve fakat onu kaybeden zarara uğrar, yozlaşır, mağlup olur, ekonomi ve ahlak açısından çöküş yaşar!
(Bkz: Medeniyet tarihi…)
***
Tabloyu değiştiremezsek orta ve uzun vadede yaşanacak şeyler bunlar.
Önce şuna inanalım: Matematik sınavında 40 soruda ortalama 3,92 doğru yapan gençlerimizin günahı yok; onları suçlayamayız.
Ve şunu da itiraf edelim: Biz, tabii genel için konuşuyorum, Matematiği ve bilimi aslında hiç sevmedik. Çocuklarımıza da sevdiremedik; esas sorun bu…
Demin size naklettiğim o feci sonucu doğuran eğitim sistemini şimdi kırk yaşının üzerinde olan yetişkinler kurgulamadı mı?
Ve kırk yıldır da sorun aynı değil mi?
Öğretmenler, akademisyenler ve Bakanlık bürokratları ortalama kırk yaşında kimseler değil mi?
Kitapları çocuklar mı yazdı, soruları çocuklar mı hazırladı?
Standartlar yönergesini, müfredatları, çalışma takvimlerini, Talim Terbiye Kurulu çizelgelerini, haftalık ders saati dağılımlarını çocuklar mı oluşturdu?..
Niye onları suçlayalım?
Bugün sıfır çeken, 80 soruda 3-4 doğruyu ancak çıkarabilen çocukları ayakta alkışlamıyoruz tabii, üzülüyoruz durumlarına; ama önce iğneyi kendimize batıralım.
Ne ektik ki ne biçelim?
Hâlâ ‘Acaba bu yıl sınav nasıl olacak?’ diye sormuyor muyuz?
Küçücük çocuklar, büyüklerin kararsızlığı karşısında ne düşünsünler peki?
Hâlâ ‘Kim, hangi okula, nasıl gidecek?’ polemiği etrafında dönmüyor muyuz?
Çocuklar nasıl hayal kursunlar, ideallerini neye göre belirlesinler?
Hâlâ meslek okullarının işlevi konusunda kararsızlık çekmiyor muyuz?
Hâlâ ‘Şu okul nitelikli, şu değil’ demiyor muyuz?
Çocuklar, bu nitelendirmenin altında ezilmiyorlar mı?
Okulların performanslarını nasıl ölçüyoruz peki?
Hâlâ ‘Öğretmenin performansını öyle mi ölçelim, şöyle mi ölçelim, yoksa hiç ölçmeyelim mi?’ diye tartışmıyor muyuz?..
Allahaşkına, biz Matematiği, Fiziği, Kimyayı, Biyolojiyi gerçekten seviyor muyuz?
Bizim bu dördüne, genel anlamda bilime aşkımız, başından beri hep platonik değil miydi?
Hadi itiraf edelim…
Bakın, mizahı bile hicap verici…
Ama işin mizahını YÖK yaptı ve sınav sonuçlarının yarattığı büyük hayal kırıklığına haftası dolmadan yankı verdi. YÖK’ün kararına göre üniversitelerin tıp, mühendislik, hukuk, öğretmenlik bölümlerine kabul barajı düşürüldü.
E, YÖK ne yapsın şimdi? Sınav ağır, çocuklar başarısız, eğitime uygun ölçme-değerlendirme yapılamadı diye doktorsuz, mühendissiz, avukatsız, öğretmensiz mi kalsın millet?
Çocuklar ideal düzeye yükseltilemezse, ideal düzey çocuklara indirilir!
Basit… Ama ne acı, ne trajik…
Mizah, daha doğrusu ‘ağlanacak hale gülme’ durumu işte budur.
Bu, kesinlikle öğrenciyi anlama, problemi çözme, kaliteyi yükseltme yolu değildir.
Latincesini bilmiyorum ama Türkçesi ‘günü kurtarmaktır’ bunun…
Sorunu sümen altı etmektir başka bir deyişle.
Onun için diyorum işte ‘ya biz, bilim denen mürşidi çoktan terk etmişiz ya da o, bizi’…
Sıkıntı bu yüzden çok büyük.
O kadar büyük ki yönetmelikleri, mevzuatı, sınavları, soru biçimlerini falan değil, ‘okulları ve öğretmenleri’ tümüyle yeniden yapılandırmadan ve bilimi yol gösterici yapmadan bu sıkıntıyı aşmak mümkün değil!
Eğer hâlâ ‘hayatta en iyi mürşidin (yol göstericinin) ilim ve fen’ olduğuna inanıyorsanız -ki ben buna daima inanırım- o vakit ya biz mürşidimizi çoktan terk etmişiz ya da o bizi terk etmiş…
Ama unutmayın…
Bilim, zarara uğramaz, öyle bir ateştir ki sönmez; başkaları alır ve elden ele taşır onu…
Azıcık Promete’nin meşalesi gibi, azıcık da olimpiyat meşalesi gibidir; kaynağı evrenseldir, el değiştirebilir, hak etmeyen onu kaybeder, evet bu her seferinde böyle olur ama bilimin kendisi asla zarar görmez, eksilmez…
Ve fakat onu kaybeden zarara uğrar, yozlaşır, mağlup olur, ekonomi ve ahlak açısından çöküş yaşar!
(Bkz: Medeniyet tarihi…)
***
Tabloyu değiştiremezsek orta ve uzun vadede yaşanacak şeyler bunlar.
Önce şuna inanalım: Matematik sınavında 40 soruda ortalama 3,92 doğru yapan gençlerimizin günahı yok; onları suçlayamayız.
Ve şunu da itiraf edelim: Biz, tabii genel için konuşuyorum, Matematiği ve bilimi aslında hiç sevmedik. Çocuklarımıza da sevdiremedik; esas sorun bu…
Demin size naklettiğim o feci sonucu doğuran eğitim sistemini şimdi kırk yaşının üzerinde olan yetişkinler kurgulamadı mı?
Ve kırk yıldır da sorun aynı değil mi?
Öğretmenler, akademisyenler ve Bakanlık bürokratları ortalama kırk yaşında kimseler değil mi?
Kitapları çocuklar mı yazdı, soruları çocuklar mı hazırladı?
Standartlar yönergesini, müfredatları, çalışma takvimlerini, Talim Terbiye Kurulu çizelgelerini, haftalık ders saati dağılımlarını çocuklar mı oluşturdu?..
Niye onları suçlayalım?
Bugün sıfır çeken, 80 soruda 3-4 doğruyu ancak çıkarabilen çocukları ayakta alkışlamıyoruz tabii, üzülüyoruz durumlarına; ama önce iğneyi kendimize batıralım.
Ne ektik ki ne biçelim?
Hâlâ ‘Acaba bu yıl sınav nasıl olacak?’ diye sormuyor muyuz?
Küçücük çocuklar, büyüklerin kararsızlığı karşısında ne düşünsünler peki?
Hâlâ ‘Kim, hangi okula, nasıl gidecek?’ polemiği etrafında dönmüyor muyuz?
Çocuklar nasıl hayal kursunlar, ideallerini neye göre belirlesinler?
Hâlâ meslek okullarının işlevi konusunda kararsızlık çekmiyor muyuz?
Hâlâ ‘Şu okul nitelikli, şu değil’ demiyor muyuz?
Çocuklar, bu nitelendirmenin altında ezilmiyorlar mı?
Okulların performanslarını nasıl ölçüyoruz peki?
Hâlâ ‘Öğretmenin performansını öyle mi ölçelim, şöyle mi ölçelim, yoksa hiç ölçmeyelim mi?’ diye tartışmıyor muyuz?..
Allahaşkına, biz Matematiği, Fiziği, Kimyayı, Biyolojiyi gerçekten seviyor muyuz?
Bizim bu dördüne, genel anlamda bilime aşkımız, başından beri hep platonik değil miydi?
Hadi itiraf edelim…
Bakın, mizahı bile hicap verici…
Ama işin mizahını YÖK yaptı ve sınav sonuçlarının yarattığı büyük hayal kırıklığına haftası dolmadan yankı verdi. YÖK’ün kararına göre üniversitelerin tıp, mühendislik, hukuk, öğretmenlik bölümlerine kabul barajı düşürüldü.
E, YÖK ne yapsın şimdi? Sınav ağır, çocuklar başarısız, eğitime uygun ölçme-değerlendirme yapılamadı diye doktorsuz, mühendissiz, avukatsız, öğretmensiz mi kalsın millet?
Çocuklar ideal düzeye yükseltilemezse, ideal düzey çocuklara indirilir!
Basit… Ama ne acı, ne trajik…
Mizah, daha doğrusu ‘ağlanacak hale gülme’ durumu işte budur.
Bu, kesinlikle öğrenciyi anlama, problemi çözme, kaliteyi yükseltme yolu değildir.
Latincesini bilmiyorum ama Türkçesi ‘günü kurtarmaktır’ bunun…
Sorunu sümen altı etmektir başka bir deyişle.
Onun için diyorum işte ‘ya biz, bilim denen mürşidi çoktan terk etmişiz ya da o, bizi’…
Sıkıntı bu yüzden çok büyük.
O kadar büyük ki yönetmelikleri, mevzuatı, sınavları, soru biçimlerini falan değil, ‘okulları ve öğretmenleri’ tümüyle yeniden yapılandırmadan ve bilimi yol gösterici yapmadan bu sıkıntıyı aşmak mümkün değil!