
746 sene evvel bir kalp yiğidi, gönül aşığı, hikmet ummanı takvimlerin yılı 1273 ayı Aralık günü 17 gösterdiği zamana düğün gecesi (Şeb-i Arûs) dedi kendisini suskunluğun eline teslim etti. Onun fani dünyadaki suskunluğunun altından ebedi dünyanın coşkunluğu çıktı. İnsan ölmez alemden aleme göçünün bir fasılasında fanilik belasını üzerinden atar, sonsuzluk ummanının içerisine kendisini bırakır diyenlerin yanına göçtü. O büyük kul bize Mevlana Celaleddin Rumi diye göründü arkasında nice hikmetler bırakarak göçtü. Allah makamını âli eylesin, günahlarını af, iyiliklerini bereketli kılsın.
Susup dinlemekten başka kendini bilen insanların lakırdı etmeye cesaret edemeyeceği bir büyüğü 746 sene sonra olsa da dinlemek amma anlamaya niyet ederek dinlemek hoş olsa gerek. Onun bize yadigarı iki büyük var elimizde. Biri insanlığa hürmeten hakikat pınarı eylediği Mesnevi diğeri onu alimlikten aşıklığa/sarhoşluğa adeta elinden tutup götüren Şems-i Tebrizi’sine hürmeten bize emanet ettiği Divan-ı Kebir’i ya da onun anmaktan memnun olduğu ismiyle Divan-ı Şems’i.
O berrak pınar dururken bizim araya kirli sular karıştırmamız edebe aykırı düşer. Size aşağıda divanından iki küçük parçayı gözünüzle değil kalbinizle okumanız için emanet bırakıp, aradan çekiliyorum.
Sonunda uçtun, gizli âleme gittin. Acaba hangi yola düştün de dünyadan…
Beden kafesinde mahpus bir kuş gibiydin, çok kanat çırptın. Nihayet kafesi kırdın da havalandın, can âlemine uçup gittin.
Baykuşların arasında kalmış, aşk sarhoşu bir bülbül gibi idin. Gül bahçesinin kokusunu alınca, dayanamadın, oraya doğru uçup gittin.
Bu dünyada görülen tatsız hallerden ötürü mahmurluklar içinde idin. Çok baş ağrıları çektin. Sonunda ebedîlik meyhanesine gittin.
Cihan, yol şaşırtan gulyabanîler gibi seni, yanlış yollara düşürdü. Bu yüzden çok sıkıntılar, ızdıraplar çektin. Sen sonunda Allah’ın inayeti ile o yanlış yolların hepsini bıraktın. Fani olmayan, ebedî olan Sevgiliye doğru uçtun gittin.
Duydum ki sen iki göz olmuşsun, cana bakmadasın. Neden cana bakıyorsun? Çünkü sen artık cansın, cana kavuştun.
Zaten Benim Aslım Aşk
Benim mezarımın toprağından buğday biter de sen o buğdaydan ekmek yaparsan, onu yiyince sarhoşluğun artar!
O buğdayın hamuru da deli olur, o ekmeği yapan da! O ekmeği pişiren tandır da yanarken aşka gelir de, sarhoşça beyitler söyler!
Eğer sen, benim mezarımı ziyarete gelirsen, üstümdeki toprak yığınının neşe ile oynadığını görürsün!
Kardeşim; benim mezarıma sakın defsiz gelme! Çünkü Allah'ı sevenlere, O'nun huzurunda olanlara dertli olmak, kederli olmak yaraşmaz!
Çenemi bağlamışlar; mezarda yatıp uyumuş gibiyim ama ağzım sevgilinin lütfettiği mezeleri çiğnemededir!
Kefenimden bir parçacık yırtar da göğsüne bağlarsan, canından sarhoşluğa bir kapı açılır da, her yandan Hakk sarhoşlarının çalıp çağırmasını duyarsın; işin iş olur! Sana, her işten mutlaka uğurlu, hayırlı başka bir iş doğar!
Allah, beni aşk şarabından yaratmıştır; ölsem de, çürüsem de ben, yine o aşkım!
Ben, Hakk sevgisinin şarabıyla öyle kendimden geçmişim, öyle bir mest haldeyim ki, zaten benim aslım aşk!
Söyle bakalım; şaraptan, sarhoşluktan başka ne doğar?
Ruhum beni terk eder, Tebrizli Şemseddin'in ruhunun bulunduğu burca gider de, artık bir daha geri gelmez!
Susup dinlemekten başka kendini bilen insanların lakırdı etmeye cesaret edemeyeceği bir büyüğü 746 sene sonra olsa da dinlemek amma anlamaya niyet ederek dinlemek hoş olsa gerek. Onun bize yadigarı iki büyük var elimizde. Biri insanlığa hürmeten hakikat pınarı eylediği Mesnevi diğeri onu alimlikten aşıklığa/sarhoşluğa adeta elinden tutup götüren Şems-i Tebrizi’sine hürmeten bize emanet ettiği Divan-ı Kebir’i ya da onun anmaktan memnun olduğu ismiyle Divan-ı Şems’i.
O berrak pınar dururken bizim araya kirli sular karıştırmamız edebe aykırı düşer. Size aşağıda divanından iki küçük parçayı gözünüzle değil kalbinizle okumanız için emanet bırakıp, aradan çekiliyorum.
Sonunda uçtun, gizli âleme gittin. Acaba hangi yola düştün de dünyadan…
Beden kafesinde mahpus bir kuş gibiydin, çok kanat çırptın. Nihayet kafesi kırdın da havalandın, can âlemine uçup gittin.
Baykuşların arasında kalmış, aşk sarhoşu bir bülbül gibi idin. Gül bahçesinin kokusunu alınca, dayanamadın, oraya doğru uçup gittin.
Bu dünyada görülen tatsız hallerden ötürü mahmurluklar içinde idin. Çok baş ağrıları çektin. Sonunda ebedîlik meyhanesine gittin.
Cihan, yol şaşırtan gulyabanîler gibi seni, yanlış yollara düşürdü. Bu yüzden çok sıkıntılar, ızdıraplar çektin. Sen sonunda Allah’ın inayeti ile o yanlış yolların hepsini bıraktın. Fani olmayan, ebedî olan Sevgiliye doğru uçtun gittin.
Duydum ki sen iki göz olmuşsun, cana bakmadasın. Neden cana bakıyorsun? Çünkü sen artık cansın, cana kavuştun.
Zaten Benim Aslım Aşk
Benim mezarımın toprağından buğday biter de sen o buğdaydan ekmek yaparsan, onu yiyince sarhoşluğun artar!
O buğdayın hamuru da deli olur, o ekmeği yapan da! O ekmeği pişiren tandır da yanarken aşka gelir de, sarhoşça beyitler söyler!
Eğer sen, benim mezarımı ziyarete gelirsen, üstümdeki toprak yığınının neşe ile oynadığını görürsün!
Kardeşim; benim mezarıma sakın defsiz gelme! Çünkü Allah'ı sevenlere, O'nun huzurunda olanlara dertli olmak, kederli olmak yaraşmaz!
Çenemi bağlamışlar; mezarda yatıp uyumuş gibiyim ama ağzım sevgilinin lütfettiği mezeleri çiğnemededir!
Kefenimden bir parçacık yırtar da göğsüne bağlarsan, canından sarhoşluğa bir kapı açılır da, her yandan Hakk sarhoşlarının çalıp çağırmasını duyarsın; işin iş olur! Sana, her işten mutlaka uğurlu, hayırlı başka bir iş doğar!
Allah, beni aşk şarabından yaratmıştır; ölsem de, çürüsem de ben, yine o aşkım!
Ben, Hakk sevgisinin şarabıyla öyle kendimden geçmişim, öyle bir mest haldeyim ki, zaten benim aslım aşk!
Söyle bakalım; şaraptan, sarhoşluktan başka ne doğar?
Ruhum beni terk eder, Tebrizli Şemseddin'in ruhunun bulunduğu burca gider de, artık bir daha geri gelmez!