Şu anda dünyada…
Kutsal kitapların kehanet ettiği ve bilimin de teyit edip ayrıntılarını betimlediği o büyük kıyametin bütün alametleri açığa çıktığı halde bunu göremeyip -veya görüp de görmezden gelip- kendi küçük çıkarlarının peşinde koşmayı sürdüren bir sürü ‘küçük insan’ var…
Milyarlarca bedbaht…
Tıpkı insanoğlunun geleceğini aydınlatacak büyük hayallerin peşinde koşmayı sürdüren bir avuç kahramanın o mutlak sona rağmen var olmayı başardığı ve ayakya kalıp direndiği gibi…
Sadece birkaç ‘kahraman’…
*
Şu anda dünyada…
İyilik, kötülüğün içinde; kötülük de iyiliğin.
İç içe geçmiş ikisi; tuzağın da sınavın da en âlâsı bu.
Ve fakat iyilik çok daha güçlü, çok daha keskin, çok daha baskın…
Eninde sonunda kazanan o olacak!
Tıpkı gübrenin ağusunu meyveye dönüştüren toprak gibi ve tıpkı ayağına dolanan balçığa inat denize akmaktan hiç vazgeçmeyen ırmak gibi…
*
Tam da şu anda, dünyada…
Ülkelerin yıkılmasıyla, şehirlerin yağmalanmasıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan masum insanları yargılamak, linç etmek, öldürmek için pusuya yatmış yüzbinlerce katil, kana susamış binlerce suikastçi var; bunu biliyoruz!
Hatta katillerin kimlikleri bile malumumuz.
Terör ve korku, sadece yoksulların dünyasında değil!
Modanın başkenti Paris’te ve güvenliğin merkez üssü (!) Londra’da, New York’ta da terör ve korku kol geziyor artık…
Ama gözüpek, hünerli doktorların dünyanın dört bir yanında, Müslüman ya da Hıristiyan, siyah ya da beyaz tenli insanları sağlıklarına kavuşturmak için canla başla çabaladıklarını da biliyoruz.
Tıpkı serdengeçti gazetecilerin gerçekleri ortaya çıkarmak ve dünyayı aydınlatmak, propaganda haberlerinin ve manipülasyonların önüne geçmek için ellerindeki kandökmez silahlarla, kameralarla sıcak çatışma bölgelerinde siperden sipere atıldıklarını bildiğimiz gibi…
Şimdi, hangi bilgi daha önemli?
Kötülüğün bütün anakaralara kök saldığından haberdar olmak mı, iyiliğin her şeye karşın direniyor oluşunu bilmek mi?
Hangisi daha güçlü; korku mu, umut mu?
***
Şu anda dünya…
Sırtındaki yükten usanmış bir halde…
Apaçık her şeyi alt üst edecek bir kıyametin, başka türlü bir kurtuluşun özlemi içinde…
Ama şafağa en yakın olduğumuz anın, karanlığın en koyu yeri olduğu söylenirdi, öyle değil mi…
*
Şu anda dünya…
Yalanlardan, hurafelerden, masallardan bıkmış durumda…
Belli ki yaşamak derdinde olanların değil, her şeye hükmetme ihtirasıyla yanıp tutuşanların eseri bu sonuç…
Dağın taşın, kurdun kuşun harcı değil koskoca gezegeni cehenneme çevirmek, insanları birbirine düşürmek…
*
Tam da şu anda, şimdi, dünya…
Karanlığın en kesif yerinde…
Yol ayrımında…
Besbelli bundan sonra ne olacağına dair bir karar verilecek ve biz o karardan etkileneceğiz; ama karara yön verip vermemek konusunda kararsızız!
Peki kim belirleyecek hayatın yeni anayasasını?
Varlıklar arası ilişkilere dair esasları kim güncelleyecek?
Kutsal kitapları kim yorumlayacak ve kim Allah’ın sözlerini, kutsal ayetleri bugünün gereksinimleriyle ilişkilendirecek?
Geleceği, dünün hamuruyla kim yoğuracak?
Biz, değilsek kim?
***
Hepimiz…
Bütün iyiler, bütün kötüler ve tufan sona erinceye dek arafta kalmayı tercih edenler…
Biz -istisnasız her birimiz-, bu korkunç trajedinin içinde yalnızız.
Hiç kuşkunuz olmasın, yapayalnızız!
Mesela ben, tarif ettiğim her kötülüğün kendi ruhuma bir yama gibi yapışıp kaldığını itiraf ediyorum; ne yeterince iyi yürekliyim ne de cenneti hak edecek kadar masumum…
Mesela sen, mağdur ve muzdaripsin.
Oturup iki dakika derdini dinleyecek birine muhtaçsın; herkesin sadece konuşmak için sıra beklediği, dinlemeyi kimsenin iplemediği bir dünyada seni dinleyecek birini bulsan belki de onun kırk yıl kölesi olursun…
Öyleyse insanın insana zulmü niye?
Yersiz yurtsuz bırakması insanın insanı…
Yarın yitirdiğimizde ardından gözyaşı dökeceğimiz kimseleri bugün üzmemiz niye?
Hala çıkarlarımızı hesap etmemiz…
Kırıp dökmemiz, yıkıp geçmemiz niye?
Ve madem insan soyunun ‘karar anı’…
Böyle bir zamanda üç maymunu oynamamız niye?