
Ben, dönüp dolaşıp o kürkçü dükkanına, William Shakespeare’a geliyorum ya okurlarım bunun farkına varmışlardır herhalde.
Yazdığımın, içimden size doğru penceresini araladığımın farkına varıyorsunuzdur muhtemelen.
İnsan, bazen sırf bu motivasyonla yazıyor, inanın…
Ama bir de yazmadığım, size aç(a)madığım bitmez döngüler, içinden çıkılmaz girdaplar var derunumda:
Şeyh Galib var mesela, içimde yıldız saçan bir döngü olarak…
Fuzuli var zehirle panzehir arasında…
Aşık Sümmani var topraktan insana, insandan toprağa…
Ve bir girdap olarak içimde Füruğ Ferruhzad var…
Neler simgeliyor onlar, ah bilseniz neler ve neler…
***
Shakespeare’a dönelim.
O diyor ki:
“Ama hep lafta kalır bu sözler en sonunda…
Şimdiye kadar hiç görmedim ben,
Kulak yoluyla iyileştirildiğini yürek acısının...”
Harikulade!
Müthiş, olağanüstü güzel bir imge bu:
‘Yürek acısının kulak yoluyla iyileştirilemeyeceği’ fikri…
Ve bu fikri taşıyan sadece üç dize. Daha doğrusu üç muhteşem dize…
***
Şimdi bu imajı alıp içinden önce bir hikâye çıkarabilir; sonra o hikâyeyi derinleştirerek bir romana dönüştürebilir; daha sonra o romana görsellik ve hareket etkisi ekleyip bir senaryo elde edebilir ve bir filme ulaşabilirsiniz.
Sanat, ne güzel şey!
Her neyse; kulak yoluyla, konuşmalarla giderilemeyen özlem ve huzursuzluk; tedavi edilemeyen bir yürek acısı:
Mesela Romeo ve Juliette…
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu mesela…
Çalıkuşu…
Tutunamayanlar…
Ruh Adam…
Kolera Günlerinde Aşk…
İmkânsızın Şarkısı…
Selvi Boylum Al Yazmalım…
Ve mesela Love Story…
Only Lovers Left Alive mesela…
Saymakla biter mi?
Edebiyat, tiyatro ve sinema ekseninde yüzlerce, binlerce muhteşem ürün…
Ama bir bakıma hep lafta kalan dile getirişler…
Ve onların sonrasına uzayan iyileştirilememiş yürek acıları…
Kestim!
Şimdi, hayatı düşünün lütfen.
Kendi hayatınızı…
Nasılsınız, iyi misiniz?
Yazdığımın, içimden size doğru penceresini araladığımın farkına varıyorsunuzdur muhtemelen.
İnsan, bazen sırf bu motivasyonla yazıyor, inanın…
Ama bir de yazmadığım, size aç(a)madığım bitmez döngüler, içinden çıkılmaz girdaplar var derunumda:
Şeyh Galib var mesela, içimde yıldız saçan bir döngü olarak…
Fuzuli var zehirle panzehir arasında…
Aşık Sümmani var topraktan insana, insandan toprağa…
Ve bir girdap olarak içimde Füruğ Ferruhzad var…
Neler simgeliyor onlar, ah bilseniz neler ve neler…
***
Shakespeare’a dönelim.
O diyor ki:
“Ama hep lafta kalır bu sözler en sonunda…
Şimdiye kadar hiç görmedim ben,
Kulak yoluyla iyileştirildiğini yürek acısının...”
Harikulade!
Müthiş, olağanüstü güzel bir imge bu:
‘Yürek acısının kulak yoluyla iyileştirilemeyeceği’ fikri…
Ve bu fikri taşıyan sadece üç dize. Daha doğrusu üç muhteşem dize…
***
Şimdi bu imajı alıp içinden önce bir hikâye çıkarabilir; sonra o hikâyeyi derinleştirerek bir romana dönüştürebilir; daha sonra o romana görsellik ve hareket etkisi ekleyip bir senaryo elde edebilir ve bir filme ulaşabilirsiniz.
Sanat, ne güzel şey!
Her neyse; kulak yoluyla, konuşmalarla giderilemeyen özlem ve huzursuzluk; tedavi edilemeyen bir yürek acısı:
Mesela Romeo ve Juliette…
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu mesela…
Çalıkuşu…
Tutunamayanlar…
Ruh Adam…
Kolera Günlerinde Aşk…
İmkânsızın Şarkısı…
Selvi Boylum Al Yazmalım…
Ve mesela Love Story…
Only Lovers Left Alive mesela…
Saymakla biter mi?
Edebiyat, tiyatro ve sinema ekseninde yüzlerce, binlerce muhteşem ürün…
Ama bir bakıma hep lafta kalan dile getirişler…
Ve onların sonrasına uzayan iyileştirilememiş yürek acıları…
Kestim!
Şimdi, hayatı düşünün lütfen.
Kendi hayatınızı…
Nasılsınız, iyi misiniz?