
Allah’ın tabiatı yaratıp devam ettirmek ve toplum hayatını düzenlemek üzere koyduğu kanunlar anlamında Kur’an-i bir terimdir. Kur’an’da hem tabii varlıklar hem tarihte vuku bulmuş hadiseler alanında geçerli olan ilâhî kanunlara vurgu yapılır ve her iki konuda da sistemin belli bir düzen ve kural çerçevesinde işlediği belirtilir. Fertlerin yaşaması ve ölümü için biyolojik kanunlar bulunduğu gibi toplumların yaşaması ve helâki için de sosyal kanunlar vardır. Ancak bu kanunlar zorunlu olmayıp Cenâb-ı Hakk’ın iradesine bağlıdır.
Doğuştan medenî bir varlık olan insan için belirlenmiş sosyal kanunlar (sünnetullah) vardır. Kur’an’da bu kanunlar geçmiş milletlerin başından geçen olaylarla ortaya konmakta, peygamberlerin bu yasaları öğretmek için gönderildiğini, bunlara göre yaşayan toplulukların mutluluğa erdiğini, kanunları çiğneyenlerin ise yok olup gittiğini haber vermektedir.
Kur’an Sünnetullahın cebir niteliğinde olmadığını bildirmek için onu bir takım şartlara bağlayarak bazen insana, bazen Allah’a nisbet eder. Meselâ, “Bir millet kendi tutum ve davranışını değiştirmedikçe Allah da onların durumunu değiştirmez” âyetinde (Ra‘d,11) değişim insan fiillerine, Allah’ın bir ülkeyi yok etmek istediği zaman o ülkenin şımarmış zenginlerine yola gelmelerini emrettiğini, fakat onların kötülük işlemeyi sürdürdüklerini ve bu yüzden helâk edildiklerini bildiren âyette ise (İsrâ,16) Allah’ın dilemesine bağlanmıştır. (TDV İslam Ansiklopedisi, Sünnetullah, Mad)
Kur'ân'da ilâhî yasaların hiçbir ayırım yapılmaksızın herkes için aynı sonucu doğuracağı belirtilmiştir. İnsanların sakınmaları gereken ilâhî azap; dünyevî ve uhrevî olmak üzere iki çeşittir. Bu iki azap çeşidinden kurtulmak ancak onlara götüren sebeplerden sakınmakla mümkündür. İnsanın ölümü ile toplumun ölümü arasında temel bir benzerlik vardır. Yani şartlar tahakkuk ettiğinde nasıl insan bedeni hayatiyetini yitiriyorsa, aynı şekilde şartlar tahakkuk ettiğinde toplumlarda varlık alanında yok oluyor.
Varlık alemin de olup biten her şey Allah ın kainata koymuş olduğu ilahi yasalarla sevk ve idare edilmektedir. Ekin elde etmek için tohum şarttır. Meyve için ağaç, ağaç için güneş ve su şarttır. Çocuk sahibi olmak için ananın yumurtasına babanın spermine ihtiyaç vardır. Allah (cc) mülkün gerçek sahibi ve bu mülkünde mutlak tasarruf da O’nundur. O Kadir-i mutlaktır. O’nun azametinin gereği Hz. Adem’i anasız babasız, Hz İsa’yı babasız yaratmıştır. Hz. İbrahim’in ateşini kendisi için esenlik yapmış, Hz. İbrahim’in Hz. İsmail’i kesmek için bilevlediği bıçak O’nu kesmemiştir. Sevgili Peygamberimizin bir işaretiyle ay ikiye ayrılmıştır. Bunların hepsi harikulade şeylerdir. Rabbimizin mutlak hâkimiyetinin ispatıdır. Bunların hepsi birer mucizedir ve mucizeler Allah’ın Peygamberlerine verdiği ve Peygamberliklerinin ispatı için ilahi birer ikramdır. Bu gibi olayların hepsi bütün insanlar için kanunlara aykırı olduğundan harikulade, mucize adını almıştır.
Kur'ân bize önceki ümmetlerin kıssalarını anlatır buradaki öncelikli amaç, İlâhî yasaların süreklilik ve devamlılık arz etmesine vurgu yapmak ve onlardan ibret alınmasını sağlamaktır. Buna göre, önceki milletlerin yaptıklarını yapanların, sünnetullah gereği aynı akıbete uğrayacaklarının kaçınılmaz olduğunu ifade eder. Yine Kur'an, toplumsal veya ekonomik değişikliğin altında yatan temel etkenin insan iradesi olduğuna vurgu yapar. İnsanın, rüzgârın sağa sola savurduğu bir yaprak gibi âciz ve gayesiz, baskının tesiri altında iradesiz olmadığımızı beyan eder.
Bu hafta itibariyle Hidayet ve rahmet kaynağı olan, Kur’ân-ı Kerîm’in indirildiği Ramazan ayının yaklaştığını müjdeleyen Üç ayların başlaması ve bu aylara ulaşmanın saadetini yaşıyoruz. Üç aylar kameri takvime göre Recep, Şaban ve Ramazan aylarıdır. Üç ayların gelişi, yeniden derin bir tefekkürün, esaslı bir murakabenin ve kapsamlı bir nefis muhasebesinin yapılması, Efendimiz (s.a) şu duasıyla ‘Ey allah’ım Receb ve Şaban’ı bize mübarek kıl; bizi ramazana ulaştır’ Mübarek üç aylar ve idrak ettiğimiz Regaip kandillinizi tebrik eder beldemiz milletimiz ve İslam Alemine hayırlara vesile olmasını diliyorum.
FIKIH KÖŞEMİZ
Borç olarak verilen altın, para, buğday gibi misli malların kullanımı karşılığında borçludan menfaat temin etmek caiz midir?
Borç (karz) olarak verilen nakit paralarla; altın, gümüş, demir, çimento, buğday ve arpa, gibi ölçü veya tartı ile alınıp satılan mislî malların kullanımı karşılığında menfaat sağlamak caiz değildir, alınırsa bu faiz olur (Mevsılî, el-İhtiyâr) Kur’an-ı Kerim’de karşılıksız borç vermek, “karz-ı hasen/güzel ödünç” olarak isimlendirilmiş (Bakara, 2/245; Mâide, 5/12) ve bunu yapanlar övülmüştür. Rasûlüllah (s.a.s.), “Borç karşılığında sağlanan her türlü menfaat, faizdir.” buyurmuşlardır.
Doğuştan medenî bir varlık olan insan için belirlenmiş sosyal kanunlar (sünnetullah) vardır. Kur’an’da bu kanunlar geçmiş milletlerin başından geçen olaylarla ortaya konmakta, peygamberlerin bu yasaları öğretmek için gönderildiğini, bunlara göre yaşayan toplulukların mutluluğa erdiğini, kanunları çiğneyenlerin ise yok olup gittiğini haber vermektedir.
Kur’an Sünnetullahın cebir niteliğinde olmadığını bildirmek için onu bir takım şartlara bağlayarak bazen insana, bazen Allah’a nisbet eder. Meselâ, “Bir millet kendi tutum ve davranışını değiştirmedikçe Allah da onların durumunu değiştirmez” âyetinde (Ra‘d,11) değişim insan fiillerine, Allah’ın bir ülkeyi yok etmek istediği zaman o ülkenin şımarmış zenginlerine yola gelmelerini emrettiğini, fakat onların kötülük işlemeyi sürdürdüklerini ve bu yüzden helâk edildiklerini bildiren âyette ise (İsrâ,16) Allah’ın dilemesine bağlanmıştır. (TDV İslam Ansiklopedisi, Sünnetullah, Mad)
Kur'ân'da ilâhî yasaların hiçbir ayırım yapılmaksızın herkes için aynı sonucu doğuracağı belirtilmiştir. İnsanların sakınmaları gereken ilâhî azap; dünyevî ve uhrevî olmak üzere iki çeşittir. Bu iki azap çeşidinden kurtulmak ancak onlara götüren sebeplerden sakınmakla mümkündür. İnsanın ölümü ile toplumun ölümü arasında temel bir benzerlik vardır. Yani şartlar tahakkuk ettiğinde nasıl insan bedeni hayatiyetini yitiriyorsa, aynı şekilde şartlar tahakkuk ettiğinde toplumlarda varlık alanında yok oluyor.
Varlık alemin de olup biten her şey Allah ın kainata koymuş olduğu ilahi yasalarla sevk ve idare edilmektedir. Ekin elde etmek için tohum şarttır. Meyve için ağaç, ağaç için güneş ve su şarttır. Çocuk sahibi olmak için ananın yumurtasına babanın spermine ihtiyaç vardır. Allah (cc) mülkün gerçek sahibi ve bu mülkünde mutlak tasarruf da O’nundur. O Kadir-i mutlaktır. O’nun azametinin gereği Hz. Adem’i anasız babasız, Hz İsa’yı babasız yaratmıştır. Hz. İbrahim’in ateşini kendisi için esenlik yapmış, Hz. İbrahim’in Hz. İsmail’i kesmek için bilevlediği bıçak O’nu kesmemiştir. Sevgili Peygamberimizin bir işaretiyle ay ikiye ayrılmıştır. Bunların hepsi harikulade şeylerdir. Rabbimizin mutlak hâkimiyetinin ispatıdır. Bunların hepsi birer mucizedir ve mucizeler Allah’ın Peygamberlerine verdiği ve Peygamberliklerinin ispatı için ilahi birer ikramdır. Bu gibi olayların hepsi bütün insanlar için kanunlara aykırı olduğundan harikulade, mucize adını almıştır.
Kur'ân bize önceki ümmetlerin kıssalarını anlatır buradaki öncelikli amaç, İlâhî yasaların süreklilik ve devamlılık arz etmesine vurgu yapmak ve onlardan ibret alınmasını sağlamaktır. Buna göre, önceki milletlerin yaptıklarını yapanların, sünnetullah gereği aynı akıbete uğrayacaklarının kaçınılmaz olduğunu ifade eder. Yine Kur'an, toplumsal veya ekonomik değişikliğin altında yatan temel etkenin insan iradesi olduğuna vurgu yapar. İnsanın, rüzgârın sağa sola savurduğu bir yaprak gibi âciz ve gayesiz, baskının tesiri altında iradesiz olmadığımızı beyan eder.
Bu hafta itibariyle Hidayet ve rahmet kaynağı olan, Kur’ân-ı Kerîm’in indirildiği Ramazan ayının yaklaştığını müjdeleyen Üç ayların başlaması ve bu aylara ulaşmanın saadetini yaşıyoruz. Üç aylar kameri takvime göre Recep, Şaban ve Ramazan aylarıdır. Üç ayların gelişi, yeniden derin bir tefekkürün, esaslı bir murakabenin ve kapsamlı bir nefis muhasebesinin yapılması, Efendimiz (s.a) şu duasıyla ‘Ey allah’ım Receb ve Şaban’ı bize mübarek kıl; bizi ramazana ulaştır’ Mübarek üç aylar ve idrak ettiğimiz Regaip kandillinizi tebrik eder beldemiz milletimiz ve İslam Alemine hayırlara vesile olmasını diliyorum.
FIKIH KÖŞEMİZ
Borç olarak verilen altın, para, buğday gibi misli malların kullanımı karşılığında borçludan menfaat temin etmek caiz midir?
Borç (karz) olarak verilen nakit paralarla; altın, gümüş, demir, çimento, buğday ve arpa, gibi ölçü veya tartı ile alınıp satılan mislî malların kullanımı karşılığında menfaat sağlamak caiz değildir, alınırsa bu faiz olur (Mevsılî, el-İhtiyâr) Kur’an-ı Kerim’de karşılıksız borç vermek, “karz-ı hasen/güzel ödünç” olarak isimlendirilmiş (Bakara, 2/245; Mâide, 5/12) ve bunu yapanlar övülmüştür. Rasûlüllah (s.a.s.), “Borç karşılığında sağlanan her türlü menfaat, faizdir.” buyurmuşlardır.