
Teknoloji dediğimizde ağzımızdan bal damlıyor.
Tabii genellikle de haklı olarak…
Ama ya teknoloji, hayatın her alanında aynı ivmeyle gelişmiyor ve bunun sonucu olarak her sektörde farklı birikimler ve dolayısıyla makroekonomik yapı içinde farklı partiküller, farklı ve daha da kötüsü ‘zıt’ ufuklar yaratıyor; sonuçta dev bir tröstü, bir büyük kopuşu, bir çöküşü ya da bizim için bir çeşit kıyameti hazırlıyorsa…
Ekonomi ve kültür alanında ciddi ve topyekün bir teknoloji travması…
Olamaz mı?
O zaman, esasında birbirini tamamlaması, kolkola gelişmesi gereken sektörler, zamanla birbiriyle rekabet eden veya birbirini yutan sektörlere dönüşmez mi?
Herhangi bir sektörün kendi içinde gereksinim duyduğu o tahrik edici ve ‘lüzumlu’ rekabetten bahsetmiyorum.
Söz gelimi günün birinde diğer bütün sektörlerdekinden daha fazla gelişim gösterip büyümüş -diyelim ki- enerji firmaları, eğitimden turizme, lojistikten kozmetiğe, var olan bütün diğer sektörleri ele geçirip bir tröst doğurmaz mı?
Başka türlü bir bilim-kurgu gerilim senaryosu…
‘Bugün zaten öyle’ ya da ‘Bu zaten başladı’ dediğinizi duyabiliyorum; ben de belki sizin gibi düşünüyorum ama bu konuya tarafsızca büyüteç tutmaya epeydir niyetlenen biri olarak rengimi şimdilik gizlemeyi seçiyorum.
Evet; ‘Teknoloji, inanılmaz boyutlara erişti!’
Teknoloji, hayatımızı değiştiriyor.
Biz farkında olmadan, usul usul…
Sadece bu üç cümleyi gerekçelerle ve örneklerle biraz açmaya çalışsam bütün bu köşe dolar. Kaldı ki açmama da gerek yok. Elinizdeki akıllı telefona bakın, arabanızın özelliklerini düşünün, iş ortamında her gün hangi donanımları veya yazılımları kullandığınızı anımsayın…
Bunların hayatınıza neler kattığını düşünün.
Şimdi ne demek istediğimi zaten anladınız.
Teknolojinin bugün artık gerçekten akıl almaz boyutlara eriştiği saptamasının altına önemli bir de dipnot düşelim:
Teknoloji kullanımı, hayatın her alanında aynı hıza, aynı ivmeye sahip değil.
Teknolojinin bugünkü limitlerini belirleyen ürünlerin, bütün sektörlerde aynı misafirperverlikle karşılanmadığı, daha doğrusu teknoloji üretiminin bütün sektörlere aynı cömertlikle ürün arzında bulunmadığı muhakkak. Mesela ülkemizde tıp alanında hizmet sunan kuruluşların modern teknolojiyi kullanma oranı ile yine ülkemizde taşımacılık sektöründeki kuruluşların modern teknolojiyi kullanma oranı bire bir aynı değil. Hatta taşımacılık sektörünün kendi içindeki türevlerinde bile farklılıklar yaşadığını söylemek mümkün: Demiryollarındaki gelişme ivmesi, havayolu taşımacılığı alanındaki ivme ile kolay kolay kıyaslanabilir mi? Arada yatırım bakımından üç haneli farklılıklar var.
Daha açığı; yeni nesil MR cihazlarını artık her bölgede ve büyük hastanelerin %75’inde görmek mümkün iken hızlandırılmış veya doğuştan, harbiden hızlı trenleri raylar üzerinde ancak belli güzergâhlarda ve belki %3, belki %5 gibi bir oranla, aslında hâlâ çok nadiren görüyoruz. İki sektörde modern teknolojinin yaygınlaşma hızı da ivmesi de çok farklı. Bu da teknolojiyle hayatın her alanında aynı düzeyde karşılaşamıyor oluşumuzun küçük bir görüntüsü, bir kanıtı.
Halbuki beklenen ya da olması gereken durum, her alanda birbiriyle yarışan ve belli bir standardı tutturan ivmeler oluşturmamız.
Demiryollarındaki gelişimin havayolu taşımacılığındaki gelişimi, dolayısıyla teknolojiyi yakalaması gibi…
Ama %5 ile %75 arasındaki uçurum gibi değil.
Bu uçurum, belki ilgiyi doğrudan kuramayacağız; ama geleceğin ekonomisi, geleceğin kültürü, geleceğin toplumsal yapısı açısından da son derece tehditkâr bir durum…
‘Tröst’ nitelemesi yapmam, işte bu öngörüden ötürüdür.
***
Bir eğitimci olarak aslında benim bu bağlamda ilk irdeleyeceğim ayrıntı, doğal olarak, ‘eğitim alanında modern teknolojiyi hangi oranda, hangi verimlilik düzeyinde kullandığımıza dair gerçek fotoğraf’ olur.
Ve yani…
Eğitim alanında gereksinim duyduğumuz teknolojileri ararken veya bulup kullanırken yeterli ivmeye sahip miyiz?
Teknolojik ürünleri -donanım, yazılım ve tüm diğer araç gereçler düzeyinde- üretenler, gereksinimlerimizi karşılayacak kaliteli arzı eğitim kurumlarına sunabiliyorlar mı?
Bütün dünyada…
Ama bizim açımızdan özellikle Türkiye’de…
Eğitim kurumları, o kaliteli arzı kışkırtacak düzeyde talepkâr olabiliyorlar mı, üretim hareketini körükleyecek bilgi ve iradeye sahipler mi?
Bir tek kurumdan söz etmiyorum elbette.
Büyük bir sektördeki yüzlerce farklı kurumdan, farklı kültürlerden, farklı birikimlerden ve enerjilerden söz ediyorum.
Bunu hep akılda tutmak lazım.
Ama eminim ki kültürleri ya da kurumları farklı bütün gerçek eğitimcileri meşgul eden bir fotoğraftır bu.
Ve ilginçtir, her bakanın farklı şeyler gördüğü hologramik bir fotoğraf gibidir eğitim alanında modern teknolojiyi ne kadar, hangi oranda, hangi verimlilik düzeyinde kullandığımız sorunu.
Bu son cümlede ‘bakan’ sözcüğünü her ne kadar küçük harfle başlatmış olsam da cümleye bir tevriye gizlediğimi fark etmiş olmalısınız.
Evet, her Bakan, farklı şekilde ele alır eğitimi, eğitimin önceliklerini, acil gereksinimlerini ve tabii eğitim teknolojilerini…
Mesela kimine göre ‘tablet’ veya ‘akıllı tahta’ her şeydir, her şeyden önce gelir…
Kimine göre bunlar hiç de önemli değildir; iyi öğretmen, kara tahta başında bile çok modern bir eğitim-öğretim gerçekleştirebilir. Esas devrim, kafanın içindedir; zihniyettedir…
Bu zıt yaklaşımların birine tümden yanlış diyebilir misiniz?
Velev ki dediniz, size katılmayanları kolayca ikna edebilir misiniz?
Zor.
Çok zor.
Hatta çok çok zor!
O halde?..
(…)
(Devamı 30 Ocak Salı günü)
*: Yazarımız Savaşkan İlmak’ın Ayarsız Dergisi Ocak-2018 sayısında yayımlanmış yazısıdır.
Tabii genellikle de haklı olarak…
Ama ya teknoloji, hayatın her alanında aynı ivmeyle gelişmiyor ve bunun sonucu olarak her sektörde farklı birikimler ve dolayısıyla makroekonomik yapı içinde farklı partiküller, farklı ve daha da kötüsü ‘zıt’ ufuklar yaratıyor; sonuçta dev bir tröstü, bir büyük kopuşu, bir çöküşü ya da bizim için bir çeşit kıyameti hazırlıyorsa…
Ekonomi ve kültür alanında ciddi ve topyekün bir teknoloji travması…
Olamaz mı?
O zaman, esasında birbirini tamamlaması, kolkola gelişmesi gereken sektörler, zamanla birbiriyle rekabet eden veya birbirini yutan sektörlere dönüşmez mi?
Herhangi bir sektörün kendi içinde gereksinim duyduğu o tahrik edici ve ‘lüzumlu’ rekabetten bahsetmiyorum.
Söz gelimi günün birinde diğer bütün sektörlerdekinden daha fazla gelişim gösterip büyümüş -diyelim ki- enerji firmaları, eğitimden turizme, lojistikten kozmetiğe, var olan bütün diğer sektörleri ele geçirip bir tröst doğurmaz mı?
Başka türlü bir bilim-kurgu gerilim senaryosu…
‘Bugün zaten öyle’ ya da ‘Bu zaten başladı’ dediğinizi duyabiliyorum; ben de belki sizin gibi düşünüyorum ama bu konuya tarafsızca büyüteç tutmaya epeydir niyetlenen biri olarak rengimi şimdilik gizlemeyi seçiyorum.
Evet; ‘Teknoloji, inanılmaz boyutlara erişti!’
Teknoloji, hayatımızı değiştiriyor.
Biz farkında olmadan, usul usul…
Sadece bu üç cümleyi gerekçelerle ve örneklerle biraz açmaya çalışsam bütün bu köşe dolar. Kaldı ki açmama da gerek yok. Elinizdeki akıllı telefona bakın, arabanızın özelliklerini düşünün, iş ortamında her gün hangi donanımları veya yazılımları kullandığınızı anımsayın…
Bunların hayatınıza neler kattığını düşünün.
Şimdi ne demek istediğimi zaten anladınız.
Teknolojinin bugün artık gerçekten akıl almaz boyutlara eriştiği saptamasının altına önemli bir de dipnot düşelim:
Teknoloji kullanımı, hayatın her alanında aynı hıza, aynı ivmeye sahip değil.
Teknolojinin bugünkü limitlerini belirleyen ürünlerin, bütün sektörlerde aynı misafirperverlikle karşılanmadığı, daha doğrusu teknoloji üretiminin bütün sektörlere aynı cömertlikle ürün arzında bulunmadığı muhakkak. Mesela ülkemizde tıp alanında hizmet sunan kuruluşların modern teknolojiyi kullanma oranı ile yine ülkemizde taşımacılık sektöründeki kuruluşların modern teknolojiyi kullanma oranı bire bir aynı değil. Hatta taşımacılık sektörünün kendi içindeki türevlerinde bile farklılıklar yaşadığını söylemek mümkün: Demiryollarındaki gelişme ivmesi, havayolu taşımacılığı alanındaki ivme ile kolay kolay kıyaslanabilir mi? Arada yatırım bakımından üç haneli farklılıklar var.
Daha açığı; yeni nesil MR cihazlarını artık her bölgede ve büyük hastanelerin %75’inde görmek mümkün iken hızlandırılmış veya doğuştan, harbiden hızlı trenleri raylar üzerinde ancak belli güzergâhlarda ve belki %3, belki %5 gibi bir oranla, aslında hâlâ çok nadiren görüyoruz. İki sektörde modern teknolojinin yaygınlaşma hızı da ivmesi de çok farklı. Bu da teknolojiyle hayatın her alanında aynı düzeyde karşılaşamıyor oluşumuzun küçük bir görüntüsü, bir kanıtı.
Halbuki beklenen ya da olması gereken durum, her alanda birbiriyle yarışan ve belli bir standardı tutturan ivmeler oluşturmamız.
Demiryollarındaki gelişimin havayolu taşımacılığındaki gelişimi, dolayısıyla teknolojiyi yakalaması gibi…
Ama %5 ile %75 arasındaki uçurum gibi değil.
Bu uçurum, belki ilgiyi doğrudan kuramayacağız; ama geleceğin ekonomisi, geleceğin kültürü, geleceğin toplumsal yapısı açısından da son derece tehditkâr bir durum…
‘Tröst’ nitelemesi yapmam, işte bu öngörüden ötürüdür.
***
Bir eğitimci olarak aslında benim bu bağlamda ilk irdeleyeceğim ayrıntı, doğal olarak, ‘eğitim alanında modern teknolojiyi hangi oranda, hangi verimlilik düzeyinde kullandığımıza dair gerçek fotoğraf’ olur.
Ve yani…
Eğitim alanında gereksinim duyduğumuz teknolojileri ararken veya bulup kullanırken yeterli ivmeye sahip miyiz?
Teknolojik ürünleri -donanım, yazılım ve tüm diğer araç gereçler düzeyinde- üretenler, gereksinimlerimizi karşılayacak kaliteli arzı eğitim kurumlarına sunabiliyorlar mı?
Bütün dünyada…
Ama bizim açımızdan özellikle Türkiye’de…
Eğitim kurumları, o kaliteli arzı kışkırtacak düzeyde talepkâr olabiliyorlar mı, üretim hareketini körükleyecek bilgi ve iradeye sahipler mi?
Bir tek kurumdan söz etmiyorum elbette.
Büyük bir sektördeki yüzlerce farklı kurumdan, farklı kültürlerden, farklı birikimlerden ve enerjilerden söz ediyorum.
Bunu hep akılda tutmak lazım.
Ama eminim ki kültürleri ya da kurumları farklı bütün gerçek eğitimcileri meşgul eden bir fotoğraftır bu.
Ve ilginçtir, her bakanın farklı şeyler gördüğü hologramik bir fotoğraf gibidir eğitim alanında modern teknolojiyi ne kadar, hangi oranda, hangi verimlilik düzeyinde kullandığımız sorunu.
Bu son cümlede ‘bakan’ sözcüğünü her ne kadar küçük harfle başlatmış olsam da cümleye bir tevriye gizlediğimi fark etmiş olmalısınız.
Evet, her Bakan, farklı şekilde ele alır eğitimi, eğitimin önceliklerini, acil gereksinimlerini ve tabii eğitim teknolojilerini…
Mesela kimine göre ‘tablet’ veya ‘akıllı tahta’ her şeydir, her şeyden önce gelir…
Kimine göre bunlar hiç de önemli değildir; iyi öğretmen, kara tahta başında bile çok modern bir eğitim-öğretim gerçekleştirebilir. Esas devrim, kafanın içindedir; zihniyettedir…
Bu zıt yaklaşımların birine tümden yanlış diyebilir misiniz?
Velev ki dediniz, size katılmayanları kolayca ikna edebilir misiniz?
Zor.
Çok zor.
Hatta çok çok zor!
O halde?..
(…)
(Devamı 30 Ocak Salı günü)
*: Yazarımız Savaşkan İlmak’ın Ayarsız Dergisi Ocak-2018 sayısında yayımlanmış yazısıdır.