
16 Nisan halk oylaması, Türk siyasal tarihinin dönüm noktalarından biriydi.
Bu konuda en ufak bir kuşkumuz yok.
Öte yandan biz, son birkaç aydır iç siyasete o kadar fazla odaklandık ki belki biraz gözden kaçırmış olabiliriz; bu tercih süreci, sadece Anadolu Türkleri açısından değil, Avrupa’ya, Amerika’ya yerleşmiş Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarından tutun da Kuzey Irak’ta veya Suriye’de yaşayan Türkmenlere ya da Kıbrıs adasında, Azerbaycan’da, Türkmenistan’da, Özbekistan’da, Tacikistan’da ve Anadolu’ya çok uzak coğrafyalarda yaşayan Türk soylulara kadar geniş bir topluluk açısından da yüksek önem taşıyordu.
İlelnihaye 200 milyondan fazla insanın hayati bulduğu, dünyanın geri kalanının ise bir biçimde mutlaka etkileneceği halk oylaması yapıldı, bitti, resmi sonuç henüz açıklanmış olmasa da fotoğraf netleşti.
TÜİK ve YSK verilerine göre Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan 79.814.871 kişi içerisinde seçmen hüvviyetine sahip 49.128.658 kişi, geçtiğimiz pazar günü sandık başına gitti ve sonuçta seçmenlerin % 51,39’u ‘Evet’ derken, % 48,61’i de ‘Hayır’ dedi.
Farkı, 1 milyon 100 bin civarında seçmen belirledi…
Tabii halk oylamasına katılım oranının % 84 civarında olduğunu ve bunun da standartların epey üzerinde katılımı ifade ettiğini bir dipnot olarak seçim güncesine iliştirmemiz gerekiyor.*
***
‘Dün, dünde kaldı’, esas soru veya sorun şu:
Bundan sonra ne olacak?
Kitlesel kaygıları ya da devamı muhtemel tartışmaları, o tartışmaların doğurabileceği endişeyi önemsemekle beraber şimdilik ‘bütün o muhtemelleri’ bir yana bırakalım.
Ben, ‘Bundan sonra ne olur?’ sorusuyla ilgili yanıtın, yakın geçmişte zaten kısmen oluştuğunu, kısmen de önümüzdeki 6 aylık süreçte aşamalarla oluşacağını düşünüyorum. Durum böyleyken gelecek süreçler üzerine ‘Üç vakte kadar şunlar olacak’ nev’inden söz söylemek, açıkçası niyet okumak olur.
Kâhinliğe soyunmadan farklı bir yol izleyelim öyleyse:
Yakın geçmişe ve yani 16 Nisan halk oylamasından önceki altı ayda yürütülen kampanyalara bakarak -ve tabi orada verilen sözlerin, beyanların siyasi ahlak gereği yerine getirileceğini varsayarak- bir öngörü geliştirebiliriz:
Bunların tümünün takipçisi olabiliriz.
Olmalıyız!
Olacağız!
Halk oylamasında ‘Evet’ demiş olanların da ‘Hayır’ demiş olanların da, bütün Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının birinci görevi budur.
Türkiye’nin yeni toplumsal düzenini, hukuksal yapısını, güvenliğini, komşuluk ilişkilerini, diplomasisini, ekonomisini, vizyonunu, dünya ve medeniyet algısını özetle ‘ülkenin geleceğini’ yönetecek liderlerin ve kadroların bu ‘sivil kontrol mekanizmasının’ farkında olmaları gerekir. Daha doğrusu yönetenlerin, yönetilenlerden oluşan bu mekanizmayı bir çeşit ayna olarak değerlendirmesi, dikkate alması gerekir. Demokrasi, bunu gerektirir.
Tam da bu noktada sembolik olarak Osmanlı padişahlarının yüzyıllarca sürdürdüğü ‘Cuma Selamlığı’ geleneğini anımsayabiliriz. Oradaki esas gerekçeyi şimdi bir kez daha düşünmekte yarar var.
Türkiye’de rejim demokrasiden monarşiye doğru değişim göstermiş değil; ama yine de demokratik koşullar içerisinde bir çeşit ‘güç zehirlenmesinin’ önüne geçmek için bu tür güvenlik sübaplarına her zaman, her koşulda ve her yönetim sisteminde ihtiyaç vardır.
Bu konuda en ufak bir kuşkumuz yok.
Öte yandan biz, son birkaç aydır iç siyasete o kadar fazla odaklandık ki belki biraz gözden kaçırmış olabiliriz; bu tercih süreci, sadece Anadolu Türkleri açısından değil, Avrupa’ya, Amerika’ya yerleşmiş Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarından tutun da Kuzey Irak’ta veya Suriye’de yaşayan Türkmenlere ya da Kıbrıs adasında, Azerbaycan’da, Türkmenistan’da, Özbekistan’da, Tacikistan’da ve Anadolu’ya çok uzak coğrafyalarda yaşayan Türk soylulara kadar geniş bir topluluk açısından da yüksek önem taşıyordu.
İlelnihaye 200 milyondan fazla insanın hayati bulduğu, dünyanın geri kalanının ise bir biçimde mutlaka etkileneceği halk oylaması yapıldı, bitti, resmi sonuç henüz açıklanmış olmasa da fotoğraf netleşti.
TÜİK ve YSK verilerine göre Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan 79.814.871 kişi içerisinde seçmen hüvviyetine sahip 49.128.658 kişi, geçtiğimiz pazar günü sandık başına gitti ve sonuçta seçmenlerin % 51,39’u ‘Evet’ derken, % 48,61’i de ‘Hayır’ dedi.
Farkı, 1 milyon 100 bin civarında seçmen belirledi…
Tabii halk oylamasına katılım oranının % 84 civarında olduğunu ve bunun da standartların epey üzerinde katılımı ifade ettiğini bir dipnot olarak seçim güncesine iliştirmemiz gerekiyor.*
***
‘Dün, dünde kaldı’, esas soru veya sorun şu:
Bundan sonra ne olacak?
Kitlesel kaygıları ya da devamı muhtemel tartışmaları, o tartışmaların doğurabileceği endişeyi önemsemekle beraber şimdilik ‘bütün o muhtemelleri’ bir yana bırakalım.
Ben, ‘Bundan sonra ne olur?’ sorusuyla ilgili yanıtın, yakın geçmişte zaten kısmen oluştuğunu, kısmen de önümüzdeki 6 aylık süreçte aşamalarla oluşacağını düşünüyorum. Durum böyleyken gelecek süreçler üzerine ‘Üç vakte kadar şunlar olacak’ nev’inden söz söylemek, açıkçası niyet okumak olur.
Kâhinliğe soyunmadan farklı bir yol izleyelim öyleyse:
Yakın geçmişe ve yani 16 Nisan halk oylamasından önceki altı ayda yürütülen kampanyalara bakarak -ve tabi orada verilen sözlerin, beyanların siyasi ahlak gereği yerine getirileceğini varsayarak- bir öngörü geliştirebiliriz:
- Örneğin her şeyden önce terörün bitirilmesini ve kamplaşmanın önüne geçilmesini, siyasi bütünlüğün sağlanmasını umabiliriz.
- Ve örneğin onaylanmış Anayasa’nın uygulanmasında mutlak adalet ve tarafsızlık sağlanmasını bekleyebiliriz. Zira biliyoruz ki yasa oluşturmaktan daha önemlisi, o yasayı kararlı biçimde uygulamaktır.
- Ekonomik göstergelerin olağanlaşmasını ve hayatın ucuzlamasını elbette dileyebiliriz.
- Ülkenin yeni anayasal düzeninin tüm kesimleri memnun edecek getirilerinin olmasını ve bunların eğitimden sağlığa, istihdamdan güvenliğe olumlu getirilerinin hayatlarımıza yansımasını temenni edebiliriz.
- Cumhuriyet değerlerinin ve demokratik halk iradesinin zayıflatılmaması, aşındırılmaması, totaliter rejime yönelim gösterilmemesi doğrultusunda 16 Nisan öncesinde ‘Evet’ cephesi tarafından taahhüt edilenlerin yerine getirilmesini isteyebiliriz.
Bunların tümünün takipçisi olabiliriz.
Olmalıyız!
Olacağız!
Halk oylamasında ‘Evet’ demiş olanların da ‘Hayır’ demiş olanların da, bütün Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının birinci görevi budur.
Türkiye’nin yeni toplumsal düzenini, hukuksal yapısını, güvenliğini, komşuluk ilişkilerini, diplomasisini, ekonomisini, vizyonunu, dünya ve medeniyet algısını özetle ‘ülkenin geleceğini’ yönetecek liderlerin ve kadroların bu ‘sivil kontrol mekanizmasının’ farkında olmaları gerekir. Daha doğrusu yönetenlerin, yönetilenlerden oluşan bu mekanizmayı bir çeşit ayna olarak değerlendirmesi, dikkate alması gerekir. Demokrasi, bunu gerektirir.
Tam da bu noktada sembolik olarak Osmanlı padişahlarının yüzyıllarca sürdürdüğü ‘Cuma Selamlığı’ geleneğini anımsayabiliriz. Oradaki esas gerekçeyi şimdi bir kez daha düşünmekte yarar var.
Türkiye’de rejim demokrasiden monarşiye doğru değişim göstermiş değil; ama yine de demokratik koşullar içerisinde bir çeşit ‘güç zehirlenmesinin’ önüne geçmek için bu tür güvenlik sübaplarına her zaman, her koşulda ve her yönetim sisteminde ihtiyaç vardır.