
Bugün 12 Mart...
Öyle hafife alınacak, lafügüzafla geçiştirilecek bir gün değil. Özel bir gün… Hem de çok özel…
Öyleyse buyrun:
‘Türkler asla tuzağa düşürülemez. Başı belada olan kişiler, onları kuşatanlardır.’ diyor Amerikan askeri Anthony Herbert (1930-2014)…
Herhangi bir asker değil tabii Herbert, Kore’de 24’üncü Türk Alayı ile birlikte muharebeye katılmıştı ve yukarıdaki çarpıcı cümleyi de içeren anılarını, ülkesine döndükten iki yıl sonra yayımlanan ’Conpuest to Nowhere: An Infantryman in Wartime Korea (Hiçbir Yerin Fethi: Savaş Zamanı Kore’de Bir Piyade)’ adlı kitabında anlatmıştı (Yayım: USA-Paperback, 1955).
Herbert’ın kitabı, basıldıktan bir yıl sonra, 1956 yılında Amerika’da ‘en çok satanlar’ listesinde beşinciliğe kadar yükseldi.
O kitapta Herbert, Türklerle ilgili özdeyiş değerindeki sözü söylemesine neden olan olayı şöyle anlatıyordu:
‘Türkler sadece bir bölük kadardılar. Bulunduğumuz tepenin üzerinde mevzilerimizi hazırladık ve gelecek emirleri bekliyorduk. Ben Türkçe bilmiyordum ve onlarda da İngilizce konuşan kimse yoktu. Böylece bakışlar ve arada bir gülümsemeler dışında iletişim kuramadığımız soğuk bir gece geçirdik.
Ertesi sabah gün ışıdığında kendimizi Çinliler tarafından kuşatılmış halde bulduk. Gergindim! Ölüm artık kaçınılmaz görünüyordu. Türkler ise oturmuş güle oynaya piknik yapıyorlar, daha doğrusu ‘çay’ dedikleri şeyi içiyorlardı… Halbuki ne tarafa baksalar düşman vardı. Hangi tarafa ateş etseler Çinlileri öldürebilirlerdi. Onlar da bu durumda piknikleri bitince bütün sabahı Çinlilerle çatışarak geçirdiler. Ben bir kenarda sinmiş o kör kuyudan nasıl çıkacağımızın planlarını yapıyordum…
Güneş yükseldiğinde herkesin cephanesi iyice azalmıştı ama Türkler yine inanılmaz derecede sakindiler. Komutanları emir verdi, kalkıp süngülerini taktılar ve gülümseyerek yüzlerini düşmana döndüler. Türklerin oluşturduğu savunma hattı, şaşırtıcı bir taktikle birden bire güneye doğru çark etti ve muazzam bir hücum hattına dönüştü. Ben o an kendimi tüm Kore Savaşı içerisinde gördüğüm, en mükemmel ve en destansı süngü hücumunun içerisinde buldum. İşte o görüntüden, yıllarını askerliğe vermiş bir profesyonel olarak şu dersi çıkardım:
‘Türkler asla tuzağa düşürülemez… Asla!..
Ve asıl tuzağa düşenler, onları yenebileceğini düşünüp üstlerine gidenlerdir…’
★★
Göğsümüzü kabartan muhteşem bir anlatı.
Ama acaba gerçekten de Türkler, Herbert’ın dediği gibi ‘asla’ tuzağa düşürülemeyecek bir millet midir?
Amerikan Piyadesi Anthony Herbert’in tarihte defalarca doğrulanmış o iltifatına rağmen, ben bir Türk olarak kendi soyumdan insanların -zor da olsa- tıpkı diğer soylara mensup insanlar gibi tuzağa düşürülebileceğine inanıyorum. Maalesef…
Peki nasıl olur bu?
Kim, nasıl becerebilir bizi tuzağa düşürmeyi?
★★
Bilge Kağan’a göre;
‘Çin halkının sözleri tatlı, ipekli kumaşları yumuşak imiş. Tatlı sözlerle, yumuşak ipekli kumaşlarla kandırıp uzak halkları öylece yaklaştırırlar imiş. Tatlı sözlerine, ipekli kumaşlarına aldatıp Türk halk, çok sayıda öldün!’*
(*: Göktürk Yazıtları, Bilge Kağan Yazıtı-Kuzey yüzü; MS 735)
★★
Malazgirt muharebesinin hemen öncesinde Sultan Alparslan’a öğüt veren Türkân Hatun’a göre;
‘Ne kaya kaleler senin yolunu kesebilir ne demir kapılar ne de tunçtan silahlar. Eğer sen aklını rehber edinip tuzağa düşmezsen onlar boştur oğul. Cihanın yarısıyla döğüşeceksin… Sakın başkalarını ezince (yenince) mağrur, ezilince (yenilince) meyus (diz çöküp yas tutan) olma. Kazandığında karşındakini korkutmaktan çok ona kendini sevdirmeye çalış…’*
(*: Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Çağlayanlar, Sf:23-24; mezkûr tarih MS 1069-1070)
★★
Ve Atatürk’e göre;
‘Ey Türk Gençliği! Birinci görevin, Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuza dek korumak ve savunmaktır. Varlığının ve geleceğinin biricik temeli (güvencesi) budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. Gelecekte bile seni bu hazineden yoksun bırakmak isteyecek iç ve dış düşmanların olacaktır...’*
(*: Mustafa Kemal Atatürk, Gençliğe Hitabe; 20 Ekim 1927)
★★
Evet, Anthony Herbert 20’nci yüzyılın ortalarında bizi adamakıllı övmüş. Tıpkı ondan 15 yüzyıl önce Çinlilerin övdüğü gibi…
Keza; bir Çin atasözü ‘Türkleri bitirmek istiyorsanız onlarla savaşmayın; çünkü onlar savaştıkça büyürler’ diyor…
★★
Uzun zaman önce Rahmi Turan’ın Hürriyet’teki köşesinde okuyup not ettiğim ama gerçekte kimin söylediğini belirleyemediğim bir başka söz ile de Türkler hakkında yine etkileyici bir değerlendirme yapılıyor:
‘Türk olmak zordur; çünkü eğer Türk isen bütün dünya karşındadır ve sen ne kadar barışçıl olursan ol, sürekli dünyayla savaşırsın. Lakin Türk olmamak daha zordur; çünkü bir gün Türklerle savaşmak zorunda kalabilirsin. Bu, çok beter bir ihtimaldir…’
Tarihin her döneminde bu övgüleri anasının ak sütü gibi hak eden kahramanları bağrımızdan çıkarmışız. Hem de çokça çıkarmışız.
Yine çıkarırız…
Bunda sorun yok.
Ama ‘Türklerin hiç tuzağa düşürülemeyeceğine’ eğer bir kere kendimizi inandırırsak işte o zaman fena halde çuvallarız!
Ve eğer tarihi doğru okursak şunu da hiç kuşku duymaksızın söyleyebiliriz:
Bugüne kadar hiç tuzağa düşürülememiş ve bundan sonra da hiç düşürülemeyecek bir tek millet bile yoktur!
Biz dahil…
Yani ne bizi öven çoktur diye havaya girelim ne orada burada hep bizi eleştiriyorlar diye aşağılık kompleksine kapılalım…
İşte bu noktada Tarih bilimini popülizmden, politikadan ve hamaset çığlıklarından ayıklayarak onun aracılığıyla çocuklarımıza ‘objektif gerçeği kabullenme’ ve ‘her duruma hazırlıklı olma’ bilincini kavratmak hayati önem taşıyor.
Tarih dersi, herhalde bunun için düşünülmüş ve var edilmiştir.
Geçmişi okuyarak geleceği biçimlendirme sorumluluğu da herhalde herkesten önce vicdan ve izan sahibi, kendini iyi yetiştirmiş, sağlam ve tutarlı bir zaman bilincine sahip bilge ‘Tarih öğretmenlerimize’ düşüyor. Kendileri o bilinç düzeyine erişmekle kalmayıp öğrencilerini de o düşüncelerin peşinden sürükleyebilenlerin önünde saygıyla eğiliyoruz.
★★
İlk cümleye dönerek bitirelim: Bugün 12 Mart…
Erzurum’un düşman işgalinden kurtuluşunun 103’üncü ve İstiklâl Marşımızın kabulünün 100’üncü yıldönümünü kutluyoruz bugün. Çok ama çok özel bir gün. Geride bırakacağı esas temenni ise şüphesiz şu:
Allah bir daha milletimizi işgal görecek kadar güçsüz bırakmasın ve bize bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın !..
Erzurum’umuzu işgalden kurtaranların; Nene Hatun’un, Kâzım Karabekir Paşa’nın, Halit Paşa’nın, Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın, onların silah arkadaşı olmuş rütbeli-rütbesiz sayısız askerin, kadınlı-erkekli bütün serdengeçti dadaşların; bununla birlikte Marşların en güzelini, en anlamlısını bize armağan eden büyük şair Mehmed Akif Ersoy’un ve marşımızın bestecisi Osman Zeki Üngör’ün; hepsinin, her birinin ve bütün şehitlerimizin ruhları şâd, mekânları cennet olsun. Hayatta olan gazilerimize de Allah, sağlık ve huzur içinde uzun ömürler versin…
(Pusula arşivinden uyarlama)
Öyle hafife alınacak, lafügüzafla geçiştirilecek bir gün değil. Özel bir gün… Hem de çok özel…
Öyleyse buyrun:
‘Türkler asla tuzağa düşürülemez. Başı belada olan kişiler, onları kuşatanlardır.’ diyor Amerikan askeri Anthony Herbert (1930-2014)…
Herhangi bir asker değil tabii Herbert, Kore’de 24’üncü Türk Alayı ile birlikte muharebeye katılmıştı ve yukarıdaki çarpıcı cümleyi de içeren anılarını, ülkesine döndükten iki yıl sonra yayımlanan ’Conpuest to Nowhere: An Infantryman in Wartime Korea (Hiçbir Yerin Fethi: Savaş Zamanı Kore’de Bir Piyade)’ adlı kitabında anlatmıştı (Yayım: USA-Paperback, 1955).
Herbert’ın kitabı, basıldıktan bir yıl sonra, 1956 yılında Amerika’da ‘en çok satanlar’ listesinde beşinciliğe kadar yükseldi.
O kitapta Herbert, Türklerle ilgili özdeyiş değerindeki sözü söylemesine neden olan olayı şöyle anlatıyordu:
‘Türkler sadece bir bölük kadardılar. Bulunduğumuz tepenin üzerinde mevzilerimizi hazırladık ve gelecek emirleri bekliyorduk. Ben Türkçe bilmiyordum ve onlarda da İngilizce konuşan kimse yoktu. Böylece bakışlar ve arada bir gülümsemeler dışında iletişim kuramadığımız soğuk bir gece geçirdik.
Ertesi sabah gün ışıdığında kendimizi Çinliler tarafından kuşatılmış halde bulduk. Gergindim! Ölüm artık kaçınılmaz görünüyordu. Türkler ise oturmuş güle oynaya piknik yapıyorlar, daha doğrusu ‘çay’ dedikleri şeyi içiyorlardı… Halbuki ne tarafa baksalar düşman vardı. Hangi tarafa ateş etseler Çinlileri öldürebilirlerdi. Onlar da bu durumda piknikleri bitince bütün sabahı Çinlilerle çatışarak geçirdiler. Ben bir kenarda sinmiş o kör kuyudan nasıl çıkacağımızın planlarını yapıyordum…
Güneş yükseldiğinde herkesin cephanesi iyice azalmıştı ama Türkler yine inanılmaz derecede sakindiler. Komutanları emir verdi, kalkıp süngülerini taktılar ve gülümseyerek yüzlerini düşmana döndüler. Türklerin oluşturduğu savunma hattı, şaşırtıcı bir taktikle birden bire güneye doğru çark etti ve muazzam bir hücum hattına dönüştü. Ben o an kendimi tüm Kore Savaşı içerisinde gördüğüm, en mükemmel ve en destansı süngü hücumunun içerisinde buldum. İşte o görüntüden, yıllarını askerliğe vermiş bir profesyonel olarak şu dersi çıkardım:
‘Türkler asla tuzağa düşürülemez… Asla!..
Ve asıl tuzağa düşenler, onları yenebileceğini düşünüp üstlerine gidenlerdir…’
★★
Göğsümüzü kabartan muhteşem bir anlatı.
Ama acaba gerçekten de Türkler, Herbert’ın dediği gibi ‘asla’ tuzağa düşürülemeyecek bir millet midir?
Amerikan Piyadesi Anthony Herbert’in tarihte defalarca doğrulanmış o iltifatına rağmen, ben bir Türk olarak kendi soyumdan insanların -zor da olsa- tıpkı diğer soylara mensup insanlar gibi tuzağa düşürülebileceğine inanıyorum. Maalesef…
Peki nasıl olur bu?
Kim, nasıl becerebilir bizi tuzağa düşürmeyi?
★★
Bilge Kağan’a göre;
‘Çin halkının sözleri tatlı, ipekli kumaşları yumuşak imiş. Tatlı sözlerle, yumuşak ipekli kumaşlarla kandırıp uzak halkları öylece yaklaştırırlar imiş. Tatlı sözlerine, ipekli kumaşlarına aldatıp Türk halk, çok sayıda öldün!’*
(*: Göktürk Yazıtları, Bilge Kağan Yazıtı-Kuzey yüzü; MS 735)
★★
Malazgirt muharebesinin hemen öncesinde Sultan Alparslan’a öğüt veren Türkân Hatun’a göre;
‘Ne kaya kaleler senin yolunu kesebilir ne demir kapılar ne de tunçtan silahlar. Eğer sen aklını rehber edinip tuzağa düşmezsen onlar boştur oğul. Cihanın yarısıyla döğüşeceksin… Sakın başkalarını ezince (yenince) mağrur, ezilince (yenilince) meyus (diz çöküp yas tutan) olma. Kazandığında karşındakini korkutmaktan çok ona kendini sevdirmeye çalış…’*
(*: Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Çağlayanlar, Sf:23-24; mezkûr tarih MS 1069-1070)
★★
Ve Atatürk’e göre;
‘Ey Türk Gençliği! Birinci görevin, Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuza dek korumak ve savunmaktır. Varlığının ve geleceğinin biricik temeli (güvencesi) budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. Gelecekte bile seni bu hazineden yoksun bırakmak isteyecek iç ve dış düşmanların olacaktır...’*
(*: Mustafa Kemal Atatürk, Gençliğe Hitabe; 20 Ekim 1927)
★★
Evet, Anthony Herbert 20’nci yüzyılın ortalarında bizi adamakıllı övmüş. Tıpkı ondan 15 yüzyıl önce Çinlilerin övdüğü gibi…
Keza; bir Çin atasözü ‘Türkleri bitirmek istiyorsanız onlarla savaşmayın; çünkü onlar savaştıkça büyürler’ diyor…
★★
Uzun zaman önce Rahmi Turan’ın Hürriyet’teki köşesinde okuyup not ettiğim ama gerçekte kimin söylediğini belirleyemediğim bir başka söz ile de Türkler hakkında yine etkileyici bir değerlendirme yapılıyor:
‘Türk olmak zordur; çünkü eğer Türk isen bütün dünya karşındadır ve sen ne kadar barışçıl olursan ol, sürekli dünyayla savaşırsın. Lakin Türk olmamak daha zordur; çünkü bir gün Türklerle savaşmak zorunda kalabilirsin. Bu, çok beter bir ihtimaldir…’
Tarihin her döneminde bu övgüleri anasının ak sütü gibi hak eden kahramanları bağrımızdan çıkarmışız. Hem de çokça çıkarmışız.
Yine çıkarırız…
Bunda sorun yok.
Ama ‘Türklerin hiç tuzağa düşürülemeyeceğine’ eğer bir kere kendimizi inandırırsak işte o zaman fena halde çuvallarız!
Ve eğer tarihi doğru okursak şunu da hiç kuşku duymaksızın söyleyebiliriz:
Bugüne kadar hiç tuzağa düşürülememiş ve bundan sonra da hiç düşürülemeyecek bir tek millet bile yoktur!
Biz dahil…
Yani ne bizi öven çoktur diye havaya girelim ne orada burada hep bizi eleştiriyorlar diye aşağılık kompleksine kapılalım…
İşte bu noktada Tarih bilimini popülizmden, politikadan ve hamaset çığlıklarından ayıklayarak onun aracılığıyla çocuklarımıza ‘objektif gerçeği kabullenme’ ve ‘her duruma hazırlıklı olma’ bilincini kavratmak hayati önem taşıyor.
Tarih dersi, herhalde bunun için düşünülmüş ve var edilmiştir.
Geçmişi okuyarak geleceği biçimlendirme sorumluluğu da herhalde herkesten önce vicdan ve izan sahibi, kendini iyi yetiştirmiş, sağlam ve tutarlı bir zaman bilincine sahip bilge ‘Tarih öğretmenlerimize’ düşüyor. Kendileri o bilinç düzeyine erişmekle kalmayıp öğrencilerini de o düşüncelerin peşinden sürükleyebilenlerin önünde saygıyla eğiliyoruz.
★★
İlk cümleye dönerek bitirelim: Bugün 12 Mart…
Erzurum’un düşman işgalinden kurtuluşunun 103’üncü ve İstiklâl Marşımızın kabulünün 100’üncü yıldönümünü kutluyoruz bugün. Çok ama çok özel bir gün. Geride bırakacağı esas temenni ise şüphesiz şu:
Allah bir daha milletimizi işgal görecek kadar güçsüz bırakmasın ve bize bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın !..
Erzurum’umuzu işgalden kurtaranların; Nene Hatun’un, Kâzım Karabekir Paşa’nın, Halit Paşa’nın, Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın, onların silah arkadaşı olmuş rütbeli-rütbesiz sayısız askerin, kadınlı-erkekli bütün serdengeçti dadaşların; bununla birlikte Marşların en güzelini, en anlamlısını bize armağan eden büyük şair Mehmed Akif Ersoy’un ve marşımızın bestecisi Osman Zeki Üngör’ün; hepsinin, her birinin ve bütün şehitlerimizin ruhları şâd, mekânları cennet olsun. Hayatta olan gazilerimize de Allah, sağlık ve huzur içinde uzun ömürler versin…
(Pusula arşivinden uyarlama)