
95 Yıllık bir deneyimden sonra Ülkemiz, kaçınılmaz olarak bir yol ayrımına gelmiştir. Çünkü çağımız, çok hızlı değişme ve gelişme çağıdır. Bu hızlı değişme ve gelişme dönemlerinde hem teker teker kurumlar, hem bir bütün halinde sistemler, hem de ülkelere egemen olan zihniyetler değişir ve gelişirler. Ülkeler buna bir bakıma mecburdurlar. Zira ancak böylece kendilerini yenileyerek ileriye doğru emin adımlarla yürüyüşlerini devam ettirebilirler.
Kaçınılmaz olarak yol ayrımına gelişimizin önemli sebeplerinden biri de Ülkemizdeki, kuruluş aşamasından beri sürüp gelen devlet-millet çelişkisidir. Normalde milletler kendi devletlerini kurarken, kendi kültürlerini, inançlarını ve dünya görüşlerini esas alarak kuruluşlarını ve hayatiyetlerini sürdürürler. Tarihte biz hep bunu böyle yapmışızdır. Dünyadaki büyük devletler de böyle kurulmuşlardır. Fakat maalesef son kurduğumuz devletimizde, kuruluşundan şu yakın zamanlara kadar bunu uygulayamadık. Bu durum pek çok sorunun kaynağı olmuştu.
Bu iki hususa başkaları da eklenince zorunlu olarak yol ayırımında kendimizi bulduk.
30 Mart 2014’te yapılan yerel seçimler, önümüzdeki 10 Ağustos’ta yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimi ve 2015 Yılındaki Milletvekili genel seçimleri, birer seçim olmanın yanında asıl işlevleri, Ülkemizin bundan sonraki yolunu ve yönünü belirleyecek olmasıdır.
Ak Parti iktidarı, hem devletimizi insan hakları, demokrasi, bilim, sanayi ve teknolojide çağdaş bir düzeye ulaştırmak, hem de yaklaşık bir asırdır yaşadığımız devlet-millet çelişkisini sona erdirmek anlamında Yeni ve güçlü bir Türkiye kurmayı hedeflemekte ve 12 yıldır bunun mücadelesini vermektedir. Muhalefet partileri ve siyaset dışı bir takım güçlerden oluşan muhalefet cephesi ise, eski Türkiye’nin özlemini çekmekte ve ülkemizin aynı noktada kalmasını istemektedir. İşte bu seçimler, böyle bir ortamda halkın hakemliğine başvurmaktır.
Muhalefet partileri, bugüne kadar, yeni ve güçlü Türkiye’nin kuruluşu ile ilgili herhangi bir aksiyon ve önemli bir proje ortaya koyamamış, Ülkenin herhangi bir sorununa bir çözüm önerisi dahi getirememişlerdir. Özelikle şu son bir yılda, siyaset dışı aktörlerin sergilediği ve kökü dışarıda olan gezi olaylarının, Milli iradeye yönelik 17 Aralık darbe girişiminin, uluslararası bir şirket olan Twitter’in ve en son olarak ta 25 Nisan’da Anayasa mahkemesinde yaşanan garabetin peşine takılmaktan başka bir etkinlikleri de olmamıştır. Bununla beraber bir bütün halinde muhalefet cephesi, yine eskisi gibi, Ülkeyi siyaset dışı güçlerle birlikte yönetme sevdasında ve her zamanki gibi, küçük olsun, borçlu olsun, gelişmemiş olsun, onuru kırılmış olsun, önemi yok, ama benim olsun anlayışında. O, hala Ülkedeki fakirliğin, yoksulluğun ve yolsuzluk furyalarının eskisi gibi devam etmesini istemektedir. Ülkeyi, halkın seçtikleri yönetiyormuş gibi görünsün, ancak arka planda asker, yargıç ve sivil bürokratların vesayeti aynen devam etsin istiyor. Devlet, milletiyle sürekli kavga etsin; Milletin kendi inancını, kültürünü öğrenmesini ve yaşama isteğini irtica olarak algılasın da ona, sürekli olarak haddini bildirsin istiyor. Ülke bir milyon dolara muhtaç olsun, bunu içeride ve dışarıdaki egemen güçlerden borç alsın; böylece milletin kazancını bu faiz baronlarına yedirsin onları memnun etsin ki, kendisi de iktidarda durabilsin. Bilgisizliği, beceriksizliği ve bu art niyetli haliyle, Ülkeyi en geride kalmış ülkeler ligine mahkûm eden bu zihniyet, hala durumun aynı şekilde devam etmesini, utanmadan, arlanmadan istemekte ve bunun için çalışmaktadır.
Ancak muhalefet cephesi, belirttiğimiz bu akıl dışı istek ve beklentilerinin artık gerçekleşmesinin mümkün olamayacağını, hatta hayal bile edilemeyeceğini görmeye başladı. Biz yıllardır, ‘bu düşüncelerinizle, bu dünya görüşü ve bu uyuşuk yönetim kadrolarınızla sizin bu millete verebileceğiniz hiçbir şey yoktur’, derdik inanmazlardı. Şimdi bunu anladılar ve şunu da gördüler ki, bütün anlayışı, dünya görüşü ve yönetim kadrolarıyla bu CHP, artık hiçbir işe yaramamaktadır. Miadı çoktan dolmuş, son kullanma tarihi çoktan geçmiş; hastalıklı, felçli, kokuşmuş bir varlık durumuna düşmüştür. Bunu daha 80’li yılların başında Ecevit görmüştü. Aynı şekilde MHP’nin de bu anlayış ve bu yönetim kadrosuyla, eski Türkiye’ye körü körüne bağlılıktan başka bir derdinin de olmadığı, en ufak bir hayırlı beklentiyi dahi gerçekleştirmesinin mümkün olamayacağı açıkça ortaya çıkmıştır.
Cemaat olmak için yola çıkıp şer güçlerin taşeronu durumuna düşen ve kendilerine asla güvenilemeyen Gülen topluluğunun üst yönetiminin, zaten yıkmaktan ve hıyanetten başka bir işe yaramayacağı, eskiden beri bilinmekte idi.
Halkımızın da bu gerçeği ayan beyan fark ettiğini anladıkları için, başka yollara başvurmaya başladıklarını görüyoruz. Artık CHP, CHP olarak; MHP, MHP olarak; Gülen topluluğu da güvenilmez bir tetikçi ve ayak işlerinde çalıştırılan bir taşeron olarak tek başına bir işe yaramadıkları ortaya çıkınca, her biri kendi olmaktan çıkmaya karar verdiler. Onlar şimdi başka görüntü ve kadrolarla bu milleti, nasıl yeniden aldatabileceklerini düşünmektedirler. Diğer bir deyişle, ‘bir kuzu postu’ aramaktadırlar. Ancak milletin artık bu tür oyunlara karnının tok olduğu da iyi bilinmektedir.
Ancak sevgili dostlar, ilk raundunu, Milletçe büyük bir rahatlık, başarı ve ağırbaşlılıkla yaşadığımız bu üç seçimi, İnşaallah 30 Martla aynı çizgide tamamladığımızda, Ülkemiz asıl gideceği yolu ve yönü bulmuş olacak, rahatlayacak ve asıl sıçramalar, gelişmeler ve hızlı ilerlemeler o zaman yaşanacaktır. Özünde üretken, yaratıcı ve inovatif olan bu millet, bugünkü bağlardan kurtulmanın yanında, birlik-beraberliğin, devlet-millet kaynaşmasının ve inancını rahatlıkla yaşıyor olabilmenin oluşturduğu sinerjiyle, bilim, teknoloji ve sanayi alanında asıl meşhur harikaları o zaman ortaya çıkaracaktır. Selam ve dualarla…