
Hep ‘zaman’ dedik, suçluyu dışarda, en uzak yerde aradık ama dikkatli bakın, aslında kendi ürünümüz olan şeyler tarafından değişime zorlandık.
Ektiğimizi biçtik, biçiyoruz hâlâ…
Teknolojinin, kültürsüzlüğün, yanlış tesis edilmiş kültürün, hızlanıp çağı yakalama kılığı altında aceleciliğin etkisiyle tahrik olduk…
Ve değiştik…
Ve kalabalıkların içinde dehşet verici bir yalnızlığa itildik.
Hızlanan hayatın içinde biz yavaş yavaş coşkusal ivmemizi yitirdik, git gide suskunlaştık, yalnızlaştık…
Ve masum alışkanlıklarımız vardı, öyle ya da böyle bizi mutlu eden; onları birer birer terk etmek zorunda kaldık.
Direnemedik, bir şeyleri terk ettikçe de kaybolduk…
Yolumuzu da kendimizi de kaybettik…
Bakın, kendimiz ‘kayıp şeyleriz’ şimdi !..
★★
“Kendini eğit !
Kendini, kaybetmekten korktuğun her şeyden vazgeçmek için eğit…”
Harikulade söz!
Tahmin edin, kim söylemiş?
Klasik romanlardan değil !
Star Wars (Yıldız Savaşları) filminden, bir senaryo cümlesi, bir tirad başlangıcı…
Şimdiden sonra Star Wars’ın öğretisine mi uyacağız peki?
Kendimizi, kaybetmekten en, en, en çok koktuğumuz şeyi yitirmiş hâlimize mi hazırlayacağız yavaş yavaş?
Olabilir.
Ama çok zor olur!
★★
Alışık olduğumuz güzel bir şeyi yitirmek…
Çok hazin, çok !
Bakın, bir ulusal bayram coşkusunun eşiğindeyiz mesela:
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı…
Benim kuşağımdakilerin çocukken dünya çocuklarıyla buluşup şen şakrak şarkılar söylediği, dans ettiği; herkesin kendi ülkesinden özgün gösteriler sunduğu, birbirinden ilginç kıyafetler sergilediği, eşi benzeri olmayan bir bayramdı bu…
Şehirlerde ayrı, kasabalarda ayrı, köylerde apayrı bir heyecan…
Çocuk bayramıydı bu, çocuk…
Saf, temiz, berrak, iyi niyetli…
Umut veren, iyimserlik aşılayan, yıllar sonrası için uluslararası dostluğun ve barışın tohumlarını serpen, hümanizmi ve eşitliği öğreten çocuk bayramı…
★★
Ne yazık ki önce salonlar, sahneler, stadyumlar terk edildi; ‘Çocukları sıcakta yormayalım, aman sınav hazırlıkları dersler falan aksamasın!’ denildi. Öylelikle de özensizce hazırlanmış, küçük çaplı ilkokul müsamereleriyle geçiştirilmeye başlandı 23 Nisan. Bunları küçümsemiyorum, yanlış ifade etmiş olmayayım. Biliyorum ki bu ‘küçük müsamereler de küçük yürekleri heyecanlandırmaya yetiyor’…
Ama o çok görkemli törenler, şenlikler unutuldu; bayramın bu yeni hali usul usul kanıksandı. Bu çok mu normal?
Kaldı ki o hali bile sürdürülemedi, gün geçtikçe daha da küçüldü. Çelenk sunma törenlerine sıkışıp kaldı 23 Nisan.
Allı güllü giyinmiş küçük çocukların yerini takım elbiseli protokol mensupları doldurdu meydanlarda ve görkemli uluslararası şölenlerin yerini de yarım dakikalık kamu spotları ve ulusal egemenlik temalı meşrubat reklamlar aldı televizyonlarda…
İçinden çocuk geçen…
İçinden Atatürk geçen…
İçinde egemenliğin tanımı ve değeri az biraz işlenen reklamlar…
Otuz saniye sadece…
Çok çok bir iki dakika…
Alışık olduğumuz şeyleri yitirdik yani.
★★
İçiniz mi sızladı?
Yoksa öyle olmadı da benim biraz abarttığımı mı düşündünüz?
Doğru ya, bu yıl zaten küresel salgın var, o yüzden böyle oldu (?!)
Ama geçen sene de böyleydi…
Seneye peki ?..
Allah kerim, bakalım ne olacak?
★★
Meramımızı dile getirdik, başka derdimiz yok fakat iyi örnekleri de görmezden gelmeyelim. O halde bitirmeden hak edene, hakkını teslim edelim:
En olumsuz koşullarda bile, çevrimiçi de olsa mesela, bu bayramı kutlayanlar, coşkusunu iliklerine kadar hissedenler, yüz yıl önceki muazzam heyecanı aynen yaşayanlar, yaşatanlar, yaşatacaklar var...
İhtimalden öte, olasılıktan fazla bir şey…
Var, var!..
Sizin içiniz rahat olsun.
Bu bayramı var edenlerin de ruhları şâd olsun.
Bayram heyecanını ruhunun en derûnunda hisseden ve onu kendisine armağan etmiş Ata’sını vefa duygusuyla, şükranla, rahmetle yâd eden herkese selam olsun.
Ve çocuklar…
En başta sizin tabii, bayramınız kutlu olsun.