
Fransız düşünür Claude Henri De Saint Simon’un (1760-1825) muhteşem bir sözü var. 19 yüzyılı hazırlayanlardan ve Fransız İhtilali’nden Sanayi Devrimi’ne geçiş sürecini felsefe sahasında belki de en iyi ifade edenlerden biri sayılan o büyük düşünür diyor ki:
"Bir toplumu bir araya getirip yeniden örgütlemek yeteneği; ancak insanlığın geleceğiyle geçmişi arasındaki bağı yakalayabilen ve böylece hatıralarıyla ümitlerini bağdaştırabilen, başka bir deyişle, geleneklerle geleceğe yönelik projeler arasında bir köprü kurup, herkesin özlemleriyle beklentilerine cevap verebilen insanlara özgü bir yetenektir.”
Cümle, Saint Simon’un 1813 ilk basım tarihli kitabı ‘Mémoire sur la science de l'homme (İnsan Bilimi Üstüne İnceleme)’de geçiyor.
***
Fransız sosyalizminin kurucuları arasında sayılan Saint Simon; önce Adam Smith, John Locke, René Descartes gibi düşünürlerden etkilenmiş, sonra Marx’a ilham veren sosyolog olmuş.
Ben, bu düşünürün adını ilk kez Cemil Meriç’in 1967 ilk basımlı ‘Saint Simon: İlk Sosyolog-İlk Sosyalist’ kitabını elime aldığımda, henüz taze bir üniversiteliyken duymuş ve o kitabı, o yaşımda -doğrusu biraz da sıkılarak- okumuştum…
Sıkıldığım halde niye okumayı sürdürmüştüm peki?
Cemil Meriç külliyatını tamamlayabilmek gibi bir ütopyam vardı o yaşta; o yüzden Saint Simon’u da son sözcüğüne kadar sabırla okumuştum.
Şimdi ‘İyi ki okumuşum’ diyorum.
Ve yine şimdi o tek cümlelik çok mühim anımsatma için sevgili dostum Mehmet Osman Çetiner’e teşekkür ediyorum.
Fakat ne trajiktir ki Çetiner, tam da ‘1 Mayıs’ kutlanırken -daha doğrusu salgın nedeniyle sokaklara ve meydanlara erişememiş yarım yamalak bir bayram gününde- yapmıştı bu anımsatmayı…
***
İlgiyi kurmakta zorlananlar çıkacak olsa da işte tam burada Cenap Şahabettin (1870-1934) aklımıza geliyor:
"Ne bütün varını yiyip ölmüş biri vardır ne de her fikrini söyleyip susmuş biri..."
İnsanın dilediği kadar serveti olsun ve dilediği kadar söz hakkı…
Giderken illaki bazı şeyleri bu tarafta bırakarak gidiyor. Bazı şeyleri de değil, her şeyi aslında. İster Saint Simon kadar sosyalist olsun insan, ister David Rockefeller kadar kapitalist…
Ama elbette ‘Geleneklerle geleceğe yönelik projeler arasında bir köprü kurup herkesin özlemleriyle beklentilerine cevap verebilen insanlar’ -ve yani ütopik insanlar- istisna…
Bence istisna tabii.
Onlar, giderken bütün güzellikleri alıp gidilebilecek en güzel yere gidiyorlar.
Orayı hak ede ede…
***
Saint Simon’dan bütün zamanların insanına ve en son da onun belki inanmadığı bir cennete sıçramışken, artık ana kampımıza -ve yani yine başka türlü bir cenneti düşlemiş o etkileyici düşünüre- dönüp bitirmek herhalde doğru olur:
Benim temel dijital başvuru kaynaklarım arasında daima bulunan felsefe.gen.tr’de ‘Claude Henri De Saint Simon’ başlığının altında upuzun bir yazı var; ama o yazıyı damıttığınızda şu iki paragrafı elde ediyorsunuz:
“Simon, endüstri toplumunda başat konumda olarak bilim adamı ve sanayicileri görmüştür. Simon’un öngördüğü bu yeni düzen olan endüstri toplumunda herkes yeteneğine göre kazanacak ve çalışmanın kutsal niteliği nedeniyle çalışanların saygınlığı artacaktır. Bu düzende çalışmayanlara yer verilmemektedir. Simon bu toplumsal yapıda teknisyen, maliyeci, bankacılardan meydana gelen bir teknokratlar yönetimini öngörmüştür.
(…)
Simon’da görüldüğü gibi, sosyoloji politik icraata (işleyişe) yol göstermek amacında olan araç konumundadır. Simon gelecekteki devlet biçiminin belirlenmesinde ilmi temellere dayanılması gerektiğini söylemiş, bu konuda sosyolojinin yardımına güvenmiştir.
Simon’a göre devletin asıl görevi toplum için faydalı işlerin engellenmemesini sağlamak, toplumun istekleri doğrultusunda karar alınmasına imkân tanımak, çalışanlarını değerini bilmek tarzında olmalıdır. O zaman üretici işinin karşılığını sadece tüketicilerle olan bağlantısı ile halledebilecek, böyle olunca da sınıflar arası mücadele ve hükmetme arzusu son bulacaktır.”
Simon’un İngiliz Liberalizmini, Rus Sosyalizmini ve İtalyan Nasyonalizmini biçimlendirmiş bu görüşleri, acaba şimdi sadece kitap müzelerinin (klasik kütüphanelerin) tozlu raflarını mı süslüyor?
Öyle değildir umarım.
***
Ve eylül…
1980’den sonraki her eylül bize -biz kimsek artık- galiba dejavu, dejavu, dejavu, hep aynı şeyi düşündürüyor:
12 Eylül 1980 askeri darbesinin aslında kimi hedef aldığına ilişkin farklı kesimlerin, farklı görüşleri var.
Ülkücüler hedefte kendilerinin olduğunu söylerken, sosyalist-devrimciler aksine asıl hedefin kendileri olduğunu iddia ediyorlar.
O devri kazasız belasız ‘atlatanlar’ da var elbette; onlar sus pus…
Sonuçta sağ veya sol ‘sivil düşüncenin’ hedef alındığı muhakkak.
Bu ay yine o kanlı darbenin yıldönümü civarında, bir Fransız sosyalistinden söz ederken yerdeki figüre iki zıt taraftan bakıp ‘Bu dokuz’ diyenle ‘Hayır, bu altı’ diyenin görüntüsünü kafamda canlandırıyorum. Konunun özü o kadar basit ve o derece benzer değil elbette; ama darbenin yok ettiği bütün hayatların kederini yüreğimde hissediyorum şimdi bir kez daha…
Ortada duran ve şimdi her yandan aynı gözüken şu kocaman ‘sıfıra’ bakıyorum ve hayıflanıyorum!
Yazık olmuş.
Hem de çok yazık !
*: Yazarımız Savaşkan İlmak’ın Ayarsız Dergisi Eylül-2020 sayısındaki yazısından alınmıştır.
"Bir toplumu bir araya getirip yeniden örgütlemek yeteneği; ancak insanlığın geleceğiyle geçmişi arasındaki bağı yakalayabilen ve böylece hatıralarıyla ümitlerini bağdaştırabilen, başka bir deyişle, geleneklerle geleceğe yönelik projeler arasında bir köprü kurup, herkesin özlemleriyle beklentilerine cevap verebilen insanlara özgü bir yetenektir.”
Cümle, Saint Simon’un 1813 ilk basım tarihli kitabı ‘Mémoire sur la science de l'homme (İnsan Bilimi Üstüne İnceleme)’de geçiyor.
***
Fransız sosyalizminin kurucuları arasında sayılan Saint Simon; önce Adam Smith, John Locke, René Descartes gibi düşünürlerden etkilenmiş, sonra Marx’a ilham veren sosyolog olmuş.
Ben, bu düşünürün adını ilk kez Cemil Meriç’in 1967 ilk basımlı ‘Saint Simon: İlk Sosyolog-İlk Sosyalist’ kitabını elime aldığımda, henüz taze bir üniversiteliyken duymuş ve o kitabı, o yaşımda -doğrusu biraz da sıkılarak- okumuştum…
Sıkıldığım halde niye okumayı sürdürmüştüm peki?
Cemil Meriç külliyatını tamamlayabilmek gibi bir ütopyam vardı o yaşta; o yüzden Saint Simon’u da son sözcüğüne kadar sabırla okumuştum.
Şimdi ‘İyi ki okumuşum’ diyorum.
Ve yine şimdi o tek cümlelik çok mühim anımsatma için sevgili dostum Mehmet Osman Çetiner’e teşekkür ediyorum.
Fakat ne trajiktir ki Çetiner, tam da ‘1 Mayıs’ kutlanırken -daha doğrusu salgın nedeniyle sokaklara ve meydanlara erişememiş yarım yamalak bir bayram gününde- yapmıştı bu anımsatmayı…
***
İlgiyi kurmakta zorlananlar çıkacak olsa da işte tam burada Cenap Şahabettin (1870-1934) aklımıza geliyor:
"Ne bütün varını yiyip ölmüş biri vardır ne de her fikrini söyleyip susmuş biri..."
İnsanın dilediği kadar serveti olsun ve dilediği kadar söz hakkı…
Giderken illaki bazı şeyleri bu tarafta bırakarak gidiyor. Bazı şeyleri de değil, her şeyi aslında. İster Saint Simon kadar sosyalist olsun insan, ister David Rockefeller kadar kapitalist…
Ama elbette ‘Geleneklerle geleceğe yönelik projeler arasında bir köprü kurup herkesin özlemleriyle beklentilerine cevap verebilen insanlar’ -ve yani ütopik insanlar- istisna…
Bence istisna tabii.
Onlar, giderken bütün güzellikleri alıp gidilebilecek en güzel yere gidiyorlar.
Orayı hak ede ede…
***
Saint Simon’dan bütün zamanların insanına ve en son da onun belki inanmadığı bir cennete sıçramışken, artık ana kampımıza -ve yani yine başka türlü bir cenneti düşlemiş o etkileyici düşünüre- dönüp bitirmek herhalde doğru olur:
Benim temel dijital başvuru kaynaklarım arasında daima bulunan felsefe.gen.tr’de ‘Claude Henri De Saint Simon’ başlığının altında upuzun bir yazı var; ama o yazıyı damıttığınızda şu iki paragrafı elde ediyorsunuz:
“Simon, endüstri toplumunda başat konumda olarak bilim adamı ve sanayicileri görmüştür. Simon’un öngördüğü bu yeni düzen olan endüstri toplumunda herkes yeteneğine göre kazanacak ve çalışmanın kutsal niteliği nedeniyle çalışanların saygınlığı artacaktır. Bu düzende çalışmayanlara yer verilmemektedir. Simon bu toplumsal yapıda teknisyen, maliyeci, bankacılardan meydana gelen bir teknokratlar yönetimini öngörmüştür.
(…)
Simon’da görüldüğü gibi, sosyoloji politik icraata (işleyişe) yol göstermek amacında olan araç konumundadır. Simon gelecekteki devlet biçiminin belirlenmesinde ilmi temellere dayanılması gerektiğini söylemiş, bu konuda sosyolojinin yardımına güvenmiştir.
Simon’a göre devletin asıl görevi toplum için faydalı işlerin engellenmemesini sağlamak, toplumun istekleri doğrultusunda karar alınmasına imkân tanımak, çalışanlarını değerini bilmek tarzında olmalıdır. O zaman üretici işinin karşılığını sadece tüketicilerle olan bağlantısı ile halledebilecek, böyle olunca da sınıflar arası mücadele ve hükmetme arzusu son bulacaktır.”
Simon’un İngiliz Liberalizmini, Rus Sosyalizmini ve İtalyan Nasyonalizmini biçimlendirmiş bu görüşleri, acaba şimdi sadece kitap müzelerinin (klasik kütüphanelerin) tozlu raflarını mı süslüyor?
Öyle değildir umarım.
***
Ve eylül…
1980’den sonraki her eylül bize -biz kimsek artık- galiba dejavu, dejavu, dejavu, hep aynı şeyi düşündürüyor:
12 Eylül 1980 askeri darbesinin aslında kimi hedef aldığına ilişkin farklı kesimlerin, farklı görüşleri var.
Ülkücüler hedefte kendilerinin olduğunu söylerken, sosyalist-devrimciler aksine asıl hedefin kendileri olduğunu iddia ediyorlar.
O devri kazasız belasız ‘atlatanlar’ da var elbette; onlar sus pus…
Sonuçta sağ veya sol ‘sivil düşüncenin’ hedef alındığı muhakkak.
Bu ay yine o kanlı darbenin yıldönümü civarında, bir Fransız sosyalistinden söz ederken yerdeki figüre iki zıt taraftan bakıp ‘Bu dokuz’ diyenle ‘Hayır, bu altı’ diyenin görüntüsünü kafamda canlandırıyorum. Konunun özü o kadar basit ve o derece benzer değil elbette; ama darbenin yok ettiği bütün hayatların kederini yüreğimde hissediyorum şimdi bir kez daha…
Ortada duran ve şimdi her yandan aynı gözüken şu kocaman ‘sıfıra’ bakıyorum ve hayıflanıyorum!
Yazık olmuş.
Hem de çok yazık !
*: Yazarımız Savaşkan İlmak’ın Ayarsız Dergisi Eylül-2020 sayısındaki yazısından alınmıştır.