
Covid-19’un hayatımıza girmesiyle beraber birçok kavramla ve davranış biçimiyle karşı karşıya geldik.
Gıptayla çağdaş ve hümanist dediğimiz batının bile sanılanın aksine ne denli bireysel ve yağmacı olduğunu gördük. Peki, Asya’yı ve dünyanın diğer köşelerini?
Yuvarlak dünyamızın döndükçe kartopu gibi büyüdüğünü, korona tehdidinin dünyanın her yerini sardığını iyice kavradık. Öyle ya bu virüsün girmediği ülke, coğrafya kalmadı.
Hal böyle olunca da bazı dürtüler vuku buldu. Mesela itirazcı ve bireysel korumacı içgüdümüz peydahladı. Tek kelimeyle; bencilliğimiz!
İnsanca değil kurnazca mı yaşıyoruz?
Canımız pahasına, bedel ne kadar büyük olursa olsun yoksulluk ve yoksunluk kavramlarıyla karşı karşıya kalınca yağmacı güdümüz ortaya çıktı. İki günlük sokağa çıkma yasağını duyduğumuz andan itibaren, bazıları, bayram arifesi psikolojisiyle, gerekli gereksiz ihtiyaç duyduğu ya da duyacağını düşündüğü her şeyi almaya kilitlendi. Böylece ne kendi ne aile ne de toplum sağlığını aklına bile getirmedi, getirmeyecek.
Bu dürtü kısıtlı kalma psikolojisinden mi yoksa genetik ganimet kültüründen mi diye düşünmüyor değilim.
Tarihe baktığımızda da her işgalin, kıtlığın ya da kısıtlanma riskinin ardından yağma kültürünü sahnelerde buluveririz. Bunu dünyanın her yerinde, her köşesinde, her bucağında görürüz. Çünkü yağma hem ekonomik güce açılan bir yoldur hem de ruhun vahşice de olsa doyumudur.
Korona ile mücadele ettiğimiz şu günlerde, sağlığımız için sokağa çıkma yasağı kararı çokta çıkmaz, içimizdeki yağmacı, saldırgan, doyumsuz, kaygılı, isyancı ve bencil tarafımız hortladı. Ama biz ona “bencillik” demiyoruz değil mi? Bu atarlı ve cengaver tavrımıza hak verip onu masumlaştırmaya çalışıyoruz. Zaten biz daha düne kadar melek gibi biriydik. Ne dünü biz hala meleğin ta kendisiyiz. Şimdiki değişimimiz can havlinden, bencillikten değil, öyle değil mi? Başkası yapınca yuhaladığımız kendimizeyse hak verdiğimiz taraflı bölgedeyiz 😈
Haydi diyelim ki, toparlanma sürecini uzattığımız, başkasının aç kalmasına vesile olduğumuz için vicdan mahkemesinde beraat etmiş olalım. Peki, başkasının canına mal oluşumuza hangi vicdani gerekçe beraat verecek?
Keşke bu süreci öğrenerek geçirsek. Geçmiş hatalarımız yüzünden yaşadığımız şimdiki sıkıntılardan ders çıkarıp, yarınlarda insanca yaşamayı hedeflesek.
Hayvanların şimdilerde olduğu gibi özgürce, hakkınca yani; hayvanca yaşamasına izin versek. Bakın o zaman -az da olsa- vicdanımız rahata erecek.
Mehtap Şafak
Yazar
Gıptayla çağdaş ve hümanist dediğimiz batının bile sanılanın aksine ne denli bireysel ve yağmacı olduğunu gördük. Peki, Asya’yı ve dünyanın diğer köşelerini?
Yuvarlak dünyamızın döndükçe kartopu gibi büyüdüğünü, korona tehdidinin dünyanın her yerini sardığını iyice kavradık. Öyle ya bu virüsün girmediği ülke, coğrafya kalmadı.
Hal böyle olunca da bazı dürtüler vuku buldu. Mesela itirazcı ve bireysel korumacı içgüdümüz peydahladı. Tek kelimeyle; bencilliğimiz!
İnsanca değil kurnazca mı yaşıyoruz?
Canımız pahasına, bedel ne kadar büyük olursa olsun yoksulluk ve yoksunluk kavramlarıyla karşı karşıya kalınca yağmacı güdümüz ortaya çıktı. İki günlük sokağa çıkma yasağını duyduğumuz andan itibaren, bazıları, bayram arifesi psikolojisiyle, gerekli gereksiz ihtiyaç duyduğu ya da duyacağını düşündüğü her şeyi almaya kilitlendi. Böylece ne kendi ne aile ne de toplum sağlığını aklına bile getirmedi, getirmeyecek.
Bu dürtü kısıtlı kalma psikolojisinden mi yoksa genetik ganimet kültüründen mi diye düşünmüyor değilim.
Tarihe baktığımızda da her işgalin, kıtlığın ya da kısıtlanma riskinin ardından yağma kültürünü sahnelerde buluveririz. Bunu dünyanın her yerinde, her köşesinde, her bucağında görürüz. Çünkü yağma hem ekonomik güce açılan bir yoldur hem de ruhun vahşice de olsa doyumudur.
Korona ile mücadele ettiğimiz şu günlerde, sağlığımız için sokağa çıkma yasağı kararı çokta çıkmaz, içimizdeki yağmacı, saldırgan, doyumsuz, kaygılı, isyancı ve bencil tarafımız hortladı. Ama biz ona “bencillik” demiyoruz değil mi? Bu atarlı ve cengaver tavrımıza hak verip onu masumlaştırmaya çalışıyoruz. Zaten biz daha düne kadar melek gibi biriydik. Ne dünü biz hala meleğin ta kendisiyiz. Şimdiki değişimimiz can havlinden, bencillikten değil, öyle değil mi? Başkası yapınca yuhaladığımız kendimizeyse hak verdiğimiz taraflı bölgedeyiz 😈
Haydi diyelim ki, toparlanma sürecini uzattığımız, başkasının aç kalmasına vesile olduğumuz için vicdan mahkemesinde beraat etmiş olalım. Peki, başkasının canına mal oluşumuza hangi vicdani gerekçe beraat verecek?
Keşke bu süreci öğrenerek geçirsek. Geçmiş hatalarımız yüzünden yaşadığımız şimdiki sıkıntılardan ders çıkarıp, yarınlarda insanca yaşamayı hedeflesek.
Hayvanların şimdilerde olduğu gibi özgürce, hakkınca yani; hayvanca yaşamasına izin versek. Bakın o zaman -az da olsa- vicdanımız rahata erecek.
Mehtap Şafak
Yazar