Hayat, çoktanseçmeli bir sınav…
Bizi başarıya ve mutluluğa götürecek ‘doğru’, oracıkta, tam da gözümüzün önünde. Pek tabii başarısızlığın, yanılgının, hüsranın nedeni olacak ‘yanlışlar’ da karşımızda duruyor, gözümüzün içine bakıyor; aklımızı çelmeye çalışıyor ve her bir yanlış, kendisini seçmemiz için adeta kırk takla atıyor.
Yanlış, tıpkı günah gibi çekici ve kurnazdır!
Doğruyla kıyaslandığında bu iki niteliğinin dışında bir açık avantajı daha vardır yanlışın:
Doğru biricik iken yanlışın en az üç türevi vardır.
Üç türev, üç varyasyon, üç ayrı durum:
- Doğrudan kolayca ayrıştırılabilen, ondan çok uzaktaki yanlış…
- Doğruyla arasında az da olsa boşluk bulunan yanlış…
- Doğruyu çağrıştıran, onunla karışmış haldeki yanlış…
Elbette üçten fazla türev olabileceğini varsaymak da mümkün ve mantıklı.
***
Hepsi aynı değil!
‘Birinci derece’ (doğrudan kolayca ayrıştırılabilen) yanlışı belirlemek de ayıklamak da ondan uzak durmak da nisbeten kolaydır.
Ama ya ‘çeldiriciler’?
Ya yarım yamalak da olsa ‘doğru gibi gözüken’, doğruya yakın yerde duran ‘ikinci derece’ yanlış?
Ya ‘doğruyla iç içe geçmiş haldeki’, doğruyu çağrıştıran ‘üçüncü derece’ yanlış?
Nasıl belirlenir, nasıl ayıklanır; onlardan nasıl sakınılır?
Bu, kolay şey değil!
Ve fakat yanlışı ilk önce nerede aramamız gerektiğini bilirsek işimiz belki biraz kolaylaşır.
O halde…
Yanlışı nerede arayalım?
Varlıkbilimsel (ontolojik) gerçeğin çekirdeğinde arayalım…
Doğruyla iç içe olan yerde arayalım yanlışı.
En tehlikeli ya da en büyük yanılgıları doğuran yanlış, çekirdeğe en yakın yerde gizlenen, orada usul usul büyüyen yanlıştır.
Anafikrin tam kıyısında arayalım…
Kalabalıkları hipnotize etmiş, eleştirel düşünceden koparmış bütün kötü niyetli akımların, öğretilerin ya da ideolojilerin mesaj cümlelerinde, sloganlarında, mottolarında arayalım yanlışı.
Özetlenmiş metinler ve doğrular gibi yanlışın da özetlenmiş hali vardır.
Oradadır işte yanlış.
Dikkatli bakın!
En değerli anılarımızın geride bıraktığı alüvyonda arayalım…
Esas öğrenimimize ilişkin eksiklerde; aklımızda kalan en değerli bilgileri hayatın zeminine bir yap-boz gibi dizdiğimiz zaman boş kalan gözeneklerin içinde arayalım yanlışı.
Bir türlü öğrenemediklerimizde…
Bir türlü kabullenemediklerimizde…
Uzak yerleri ve tenhaları kolaçan etmeden önce yanlışı kendi sınırlarımızın içinde arayalım:
Kendi ürünlerimizde…
Kendi sözlerimizde…
Kendi eylemlerimizde…
Kendi varsayımlarımızda…
Kendi önyargılarımızda…
Kendi saplantılarımızda…
Kendi yanılgılarımızda…
Kendi sanrılarımızda…
Eleştiriye sırt çevirdiğimiz yerde…
Dikkati elden bıraktığımız yerde…
Öğrenmekten koptuğumuz yerde…
Konfor bağımlılığımızı dinleştirdiğimiz yerde…
İnsandan kopup eşyaya bağlandığımız yerde…
Yanlışı kendimizde arayalım; gözümüzün önünde duran gerçeklik -veya halüsinasyon- yığınının içindedir o…
İşin güzel yanı şu ki ‘doğru’ dediğimiz şey de aynı yığının içinde.