O gün Abdülkadir Hoca dersin bitiminden sonra eve yorgun argın bir o kadar da üzgün gelmişti. Kuşları Maviş’in durumu onu çok etkilemişti. Aslında onu en çok düşündüren kızları Sümeyra’ya bu durumu nasıl açıklayacak olmasıydı. Abdülkadir Hoca sonunda bir yol bulmuş ve derin bir nefes almıştı. Kuşun yakalandığı hastalıktan kızlarına hiç bahsetmeyecekti. Rutin hayatlarına devam edecekler, veterinerin verdiği ilaçları kullanacaklardı.
Bizler kuşun hikâyesinin nereye varacağını çok merak ediyorduk. Hoca’nın anlattıklarının bitmediğini biliyor ve devamını bekliyorduk. Abdülkadir Hoca bunu fark etmişti. Bir yandan bize kuşun hikâyesini anlatmaya çalışıyor diğer yandan ise eve gelen eşyaları taşıyanları yönlendiriyordu. Ben daha fazla dayanamadım:
-Hocam, Maviş nasıl iyileşti ve bu yavrulara sahip oldunuz?
Soruma ilacı kullandık ve ilaç kuşun yarasına iyi geldi cevabı gelecek diye bekledim. Abdülkadir Hoca derin bir nefes alıp ardından ellerini yüzüne götürüp yüksek sesle ya rabbim sana şükürler olsun deyince iyileşmenin sadece ilaçla olmadığını anladım. Değerli arkadaşlarım öncelikle bunu yüce rabbime borçluyuz dedi ve kaldığı yerden anlatmaya devam etti. Öncelikle kuşun hastalığını birkaç kişiye daha sordum. Herkes farklı cevaplar ve tedavi yöntemleri sundular. İçlerinden biri kuşun yanına dişi bir kuşun alınması söylüyordu. İki kuş olurlarsa birbirilerine destek olurlar hem belki yarasına da iyi gelir dedi. Kafama en yatan bu öneri oldu ve hemen yeni bir kuş daha satın aldım. Yeni gelen arkadaşını Maviş ilk önce benimsemedi. Diğer taraftan dişi kuşunda ondan arta kalan bir tarafı yoktu. Günlerce birbirleriyle didişip durdular. Umudumuzu kesmiştim. Birini diğerinin yanından alacaktım. Biraz daha bekledim. Günler geçtikçe kafeste kavga sesleri gelmemeye başladı. İki kuş birbiri ile artık güzelce anlaşıyor ve kavga etmiyorlardı. Bu durum en çokta kızım Sümeyra için önemliydi. Onların anlaşmaları onu da mutlu ediyordu. Her türlü ihtiyaçlarını o karşılıyordu. Sorumlu olduğu kuş sayısı ikiye çıkmasına rağmen o bu durumdan hiç rahatsız değildi. Kuşlar onunla, o kuşlarla konuşuyor, mutlu mesut yaşıyorlardı. Biz artık öyle bir hal almıştık ki kuşumuzun yarasını dahi unutmuştuk. Yüce yaratan sanki o dönem kuşla ilgili o hüzünlü kısmı bizim kafamızdan silmişti. İlaçları dahi vermez hale gelmiş, bunu hatırlamaz olmuştuk. Günlerden bir gün sabah saatlerinde Sümeyra’nın bağırtısı ile uyandık. Bu bağırtının sebebi olarak İlk aklımıza gelen kuşun ölmüş olmasıydı. Yataktan nasıl fırladığımızı bilmeden hızlıca sesin geldiği yere gittik. Gördüğümüz manzara karşısında şaşkındık. Maviş ve arkadaşının yuvasında köşede yumurtalar vardı. Birden fazla yumurta vardı ve yumurtaların bazılarının üzerinde ise dişi kuş yatıyordu. Ya rabbim sen ne büyüksün, sen görensin, sen duyansın, sen merhametlilerin en merhametlisin. Evet, Maviş bir yuva kurmuş ve o yuvanın çiçekleri olacak yavruların dünyaya gelmesi için gün sayımı onlar için çoktan başlamıştı. Benim aklıma o an Maviş’in yarası geldi. Uzun zamandır biz onu unutmuştuk ve ne hale gelmişti bilmiyordum. Maviş ele gelmeye alışmıştı. Kafesinden dışarıya aldım. Elime kondu. Ötüyordu, sanki bana bir şey söylemeye çalışıyordu. İnsan lisanıyla kuşdilinin söylediklerini anlamaya çalışıyordum. Maviş’e yakından baktım. Gördüğüme inanamadım, evet, evet sizin de tahmin ettiğiniz gibi kuşun yarası yoktu. Birkaç kez hem de dikkatlice, yeniden etraflıca baktım, bir daha baktım ama yarayı bulamadım. Yara yoktu ve sevginin gücü ve meyvesi bir kez daha baskın gelmişti. Evlilik yapan, yuvası olan bir canlı daha derdinin dermanını bulmuştu. Sen çareyi ilaçta ararken derman aynı mekânı paylaştığın kader arkadaşın vesilesiyle gelmişti. İnsanın gözleri güler ya Maviş’te öyle bir gülüş atıp elimden uçup gitti. Odada birkaç tur attı. Her tur atışında şakırdıyor her zamankinden farklı sesler çıkarıyordu. Belli ki sevincini paylaşıyordu. Belki de rabbine şükür ediyor, aile saadetini yaşıyordu. Bir süre daha uçtuktan sonra açık olan kafese kendiliğinden geri döndü. Belli ki eşini merak ediyordu. Nasıl merak etmesin ki o eş hem derdine vesile oldu hem de şimdi çocukların dünyaya gelmesi için onlara gözcülük ediyordu.
Günler sonra yavrular dünyaya geldi. Hayata merhaba diyenlerden iki tanesi yaşadı ve onlarda şimdi diğer kafesteler. Bir süre sonra bir yavru daha dünyaya geldi, Maviş ve eşinin mutlu yuvalarında. O yavruda büyüyünce herhalde anne ve babası onu da ayakta kalmayı öğrensin diye kafeste tutmak istemedi. Bize de ona da bir yuva bulmak düştü. İşte bizim yaralı kuşun hikâyesi ve üç kafes bu yüzdendir.
Bizler kuşun hikâyesinin nereye varacağını çok merak ediyorduk. Hoca’nın anlattıklarının bitmediğini biliyor ve devamını bekliyorduk. Abdülkadir Hoca bunu fark etmişti. Bir yandan bize kuşun hikâyesini anlatmaya çalışıyor diğer yandan ise eve gelen eşyaları taşıyanları yönlendiriyordu. Ben daha fazla dayanamadım:
-Hocam, Maviş nasıl iyileşti ve bu yavrulara sahip oldunuz?
Soruma ilacı kullandık ve ilaç kuşun yarasına iyi geldi cevabı gelecek diye bekledim. Abdülkadir Hoca derin bir nefes alıp ardından ellerini yüzüne götürüp yüksek sesle ya rabbim sana şükürler olsun deyince iyileşmenin sadece ilaçla olmadığını anladım. Değerli arkadaşlarım öncelikle bunu yüce rabbime borçluyuz dedi ve kaldığı yerden anlatmaya devam etti. Öncelikle kuşun hastalığını birkaç kişiye daha sordum. Herkes farklı cevaplar ve tedavi yöntemleri sundular. İçlerinden biri kuşun yanına dişi bir kuşun alınması söylüyordu. İki kuş olurlarsa birbirilerine destek olurlar hem belki yarasına da iyi gelir dedi. Kafama en yatan bu öneri oldu ve hemen yeni bir kuş daha satın aldım. Yeni gelen arkadaşını Maviş ilk önce benimsemedi. Diğer taraftan dişi kuşunda ondan arta kalan bir tarafı yoktu. Günlerce birbirleriyle didişip durdular. Umudumuzu kesmiştim. Birini diğerinin yanından alacaktım. Biraz daha bekledim. Günler geçtikçe kafeste kavga sesleri gelmemeye başladı. İki kuş birbiri ile artık güzelce anlaşıyor ve kavga etmiyorlardı. Bu durum en çokta kızım Sümeyra için önemliydi. Onların anlaşmaları onu da mutlu ediyordu. Her türlü ihtiyaçlarını o karşılıyordu. Sorumlu olduğu kuş sayısı ikiye çıkmasına rağmen o bu durumdan hiç rahatsız değildi. Kuşlar onunla, o kuşlarla konuşuyor, mutlu mesut yaşıyorlardı. Biz artık öyle bir hal almıştık ki kuşumuzun yarasını dahi unutmuştuk. Yüce yaratan sanki o dönem kuşla ilgili o hüzünlü kısmı bizim kafamızdan silmişti. İlaçları dahi vermez hale gelmiş, bunu hatırlamaz olmuştuk. Günlerden bir gün sabah saatlerinde Sümeyra’nın bağırtısı ile uyandık. Bu bağırtının sebebi olarak İlk aklımıza gelen kuşun ölmüş olmasıydı. Yataktan nasıl fırladığımızı bilmeden hızlıca sesin geldiği yere gittik. Gördüğümüz manzara karşısında şaşkındık. Maviş ve arkadaşının yuvasında köşede yumurtalar vardı. Birden fazla yumurta vardı ve yumurtaların bazılarının üzerinde ise dişi kuş yatıyordu. Ya rabbim sen ne büyüksün, sen görensin, sen duyansın, sen merhametlilerin en merhametlisin. Evet, Maviş bir yuva kurmuş ve o yuvanın çiçekleri olacak yavruların dünyaya gelmesi için gün sayımı onlar için çoktan başlamıştı. Benim aklıma o an Maviş’in yarası geldi. Uzun zamandır biz onu unutmuştuk ve ne hale gelmişti bilmiyordum. Maviş ele gelmeye alışmıştı. Kafesinden dışarıya aldım. Elime kondu. Ötüyordu, sanki bana bir şey söylemeye çalışıyordu. İnsan lisanıyla kuşdilinin söylediklerini anlamaya çalışıyordum. Maviş’e yakından baktım. Gördüğüme inanamadım, evet, evet sizin de tahmin ettiğiniz gibi kuşun yarası yoktu. Birkaç kez hem de dikkatlice, yeniden etraflıca baktım, bir daha baktım ama yarayı bulamadım. Yara yoktu ve sevginin gücü ve meyvesi bir kez daha baskın gelmişti. Evlilik yapan, yuvası olan bir canlı daha derdinin dermanını bulmuştu. Sen çareyi ilaçta ararken derman aynı mekânı paylaştığın kader arkadaşın vesilesiyle gelmişti. İnsanın gözleri güler ya Maviş’te öyle bir gülüş atıp elimden uçup gitti. Odada birkaç tur attı. Her tur atışında şakırdıyor her zamankinden farklı sesler çıkarıyordu. Belli ki sevincini paylaşıyordu. Belki de rabbine şükür ediyor, aile saadetini yaşıyordu. Bir süre daha uçtuktan sonra açık olan kafese kendiliğinden geri döndü. Belli ki eşini merak ediyordu. Nasıl merak etmesin ki o eş hem derdine vesile oldu hem de şimdi çocukların dünyaya gelmesi için onlara gözcülük ediyordu.
Günler sonra yavrular dünyaya geldi. Hayata merhaba diyenlerden iki tanesi yaşadı ve onlarda şimdi diğer kafesteler. Bir süre sonra bir yavru daha dünyaya geldi, Maviş ve eşinin mutlu yuvalarında. O yavruda büyüyünce herhalde anne ve babası onu da ayakta kalmayı öğrensin diye kafeste tutmak istemedi. Bize de ona da bir yuva bulmak düştü. İşte bizim yaralı kuşun hikâyesi ve üç kafes bu yüzdendir.