
Dünya milletleri içerisinde, en uzun tarihe sahip birkaç milletten birisiyiz. Bu uzun tarihimiz içerisinde hem pek çok kere hem yeni devlet kurmuş, aşkla ve şevkle yeni başlangıçlar yaşamışız, hem de fetret devirlerinden sonra sıçrama yaparak onun heyecanıyla gece gündüz durmadan çalışmışızdır. Tarihte, özellikle de son bin yılda, yeniden devlet kurma durumuna geldiğimizde, her zaman, öncekinin ‘küllerinden’ yani kendi inancımız, tarihimiz ve kültürümüzden kendimizi yeniden üretmişizdir. Fetret devrinden sonraki sıçramalarımızda da hep böyle olmuştur. Çünkü zaten kökleri güçlü olan inancımızın, dalları da güçlüydü.
Fakat Osmanlı’nın yıkılışında durum değişikti. Onun külleri yani kültürü, bilimi, teknolojisi, devlet yapısı vb. dinamikleri, 20. Yüzyıla göre yeni bir devlet kurmamıza pek imkân vermiyordu. Fakat bunlar bizim, kökümüzden üretilmiş bilgiler idi. Zamanla geliştirilemediği için bozulmuşlardı. Asıl ‘kök’ ise, O hiç bozulmazdı. Çünkü ‘O, eskimeyen Yeni’ idi. Yapılacak iş, bir yandan yeniden köklerimize dönerek oradan kutlu ve dinamik bilgiyi almak, bir yandan da O’nun açıklaması anlamında bugünkü seküler bilgilerden olabildiğince yararlanmaktı. Maalesef, çeşitli sebeplerden dolayı hem köklere inilmedi; hem de seküler bilginin alınışında çok hoyratça davranıldı. Doğruluğuna ve yanlışlığına bakmadan, yararlı olup olmayacağını incelemeden ve henüz özümsenmeden devşirilen yeni bilgilerle, Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurduk. Fakat kantarın topuzu o kadar çok kaçmıştı ki, yeni devletin bu dinamiklerinin hiçbir yerinde biz yoktuk, halk yoktu, halkın değerleri, inancı ve tarihi yoktu. Aksine bütün buralardan dışlanmıştık. 20. Yüzyıl boyunca böyle yaşadık. Yani Devlet’in kültürü, bilimi, yapısı ve anlayışı başka; koskoca milletin yaşam ve anlayışı bambaşka idi. Üstelik Devlet yöneticileri bu ikilemde, hep halkın anlayışının karşısında yer almışlardı. Öyle bir durum ortay çıktı ki, bir yanda halktan kopuk, hatta ona karşı yaşam ve anlayışıyla Devlet ve yöneticileri, öbür yanda aslında bu Devlet’in gerçek sahibi ama ondan dışlanan, beğenilmeyen, dolayısıyla yeniden yaratılacak milletle yer değiştirilmeye aday Yüce Milletimiz... Koskoca 20. Yüzyılı böyle bir iç çekişme ve kavgayla yaşadık. Bundan dolayıdır ki, şu anda, sosyo-ekonomik, kültürel, bilimsel ve teknolojik bakımdan, olmamız gereken yerde değiliz.
O zaman Yeni Türkiye’nin milletle beraber kurulduğunu hep beraber göreceğiz.
Fakat Osmanlı’nın yıkılışında durum değişikti. Onun külleri yani kültürü, bilimi, teknolojisi, devlet yapısı vb. dinamikleri, 20. Yüzyıla göre yeni bir devlet kurmamıza pek imkân vermiyordu. Fakat bunlar bizim, kökümüzden üretilmiş bilgiler idi. Zamanla geliştirilemediği için bozulmuşlardı. Asıl ‘kök’ ise, O hiç bozulmazdı. Çünkü ‘O, eskimeyen Yeni’ idi. Yapılacak iş, bir yandan yeniden köklerimize dönerek oradan kutlu ve dinamik bilgiyi almak, bir yandan da O’nun açıklaması anlamında bugünkü seküler bilgilerden olabildiğince yararlanmaktı. Maalesef, çeşitli sebeplerden dolayı hem köklere inilmedi; hem de seküler bilginin alınışında çok hoyratça davranıldı. Doğruluğuna ve yanlışlığına bakmadan, yararlı olup olmayacağını incelemeden ve henüz özümsenmeden devşirilen yeni bilgilerle, Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurduk. Fakat kantarın topuzu o kadar çok kaçmıştı ki, yeni devletin bu dinamiklerinin hiçbir yerinde biz yoktuk, halk yoktu, halkın değerleri, inancı ve tarihi yoktu. Aksine bütün buralardan dışlanmıştık. 20. Yüzyıl boyunca böyle yaşadık. Yani Devlet’in kültürü, bilimi, yapısı ve anlayışı başka; koskoca milletin yaşam ve anlayışı bambaşka idi. Üstelik Devlet yöneticileri bu ikilemde, hep halkın anlayışının karşısında yer almışlardı. Öyle bir durum ortay çıktı ki, bir yanda halktan kopuk, hatta ona karşı yaşam ve anlayışıyla Devlet ve yöneticileri, öbür yanda aslında bu Devlet’in gerçek sahibi ama ondan dışlanan, beğenilmeyen, dolayısıyla yeniden yaratılacak milletle yer değiştirilmeye aday Yüce Milletimiz... Koskoca 20. Yüzyılı böyle bir iç çekişme ve kavgayla yaşadık. Bundan dolayıdır ki, şu anda, sosyo-ekonomik, kültürel, bilimsel ve teknolojik bakımdan, olmamız gereken yerde değiliz.
- Yüzyıl, kuruluşun aşkı, şevki ve coşkusuyla başladı ama yukarıdaki sebeplerden dolayı kısa süre içerisinde yerini fetret döneminin bezginliğine, yılmışlığına, tükenmişliğine ve bananeciliğine bıraktı. Ancak Millet, 1940’lı yıllara geldiğinde silkinmeğe, doğrulmaya başladı ve bu duruma bir çare bulmak gerektiğine karar verdi. Gece gündüz durmadan çalışacak, gerekirse her türlü fedakârlığı yapacak, böylece hem ‘kendi insanını’ yetiştirecek, hem de kendi köklerinden çağdaş anlamda kendi dünya görüşünü yeniden geliştirecekti. Yani 20. Yüzyılın başlangıcında, Devlet kadroları tarafından yapılması gerekeni, gecikmeyle de olsa halkın kendisi yapacaktı. 20. Yüzyılın ikinci yarısı, azim ve sabırla geçen bu kutlu çabaya şahit oldu. Millet artık bu işi başarmıştı. Hem kendi entelektüelini, bilim adamını, siyasetçisini, sanayicisini ticaret erbabını ve diğerlerini yetiştirmiş, hem de orta bir yolda ve çağdaş anlamda ‘kendi dünya görüşünü’ üretmişti. Artık helva yapılabilecekti. Bu yüzyılın son 40 yılında hem bu ‘oluşumda’ görev alan, hem de onu uygulama anlamında büyük çabalar sarf eden üstün yetenekli önderlerin çok yararlı denemelerini de yaşadık.
- Yüzyılın hemen başlangıcında, önceki çalışmalardaki bilgi ve beceri ile kendini donatmış bir ‘Usta’, tıpkı kendisi gibi hem yerel, hem de evrensel bilgiyi bünyesinde toplamış geniş bir yelpazedeki arkadaşlarıyla ortaya çıktı ve bu ideali gerçekleştirmek için, Milletle beraber yola koyuldu. Anasının Ak Sütü gibi tertemiz bir partiyle Milletin huzuruna çıktı ve Ülke’yi yönetmek istediğini belirterek yetki istedi. Millet te 13 yıldır hep O’nu takip etti. O da gece gündüz demeden koştu, çalıştı ve 20. Yüzyılın başlangıcında yapılması gerekeni, geç de olsa yaptı. Ülke’de kültürel, siyasal, sosyal; kurumsal ve zihinsel değişimi gerçekleştirdi. Şu an, sanki 1920’lerdeki aşk ve heyecanla yeniden kuruluşu yaşayacak durumdayız. O gün yapılmayan, bugün yapılacaktır. Yani Milletle, Milletin inancı, tarihi ve kültürünü esas alan bir anlayışla; yeteri kadar çağdaş seküler bilgilerden de yararlanarak Yeni Türkiye, yeniden kurulacaktır. Şu anda Ülkemiz bunu yapacak güç ve durumdadır. Çünkü Milletimiz, bu anlamda kadrosunu da yetiştirmiş teorisini de geliştirmiştir. İhtiyaç duyulan bütün unsurlar hazırdır. İnanıyorum ki, ana görevlerdekiler, özellikle de Sayın Başbakan ve bakanlar, bu anlamda Milleti, milletin yetiştirdiği kadroları, kendi teori doğrultusunda harekete geçireceklerdir.
O zaman Yeni Türkiye’nin milletle beraber kurulduğunu hep beraber göreceğiz.