
Bu yazının ilk bölümünü 2017 yılında, tam üç yıl önce, bugün yazmışım.
Vay canına!
Zaman ne kadar hızlı geçiyor ve sadece üç kısa yıl ne kadar çok şeyi değiştirmiş hayatlarımızda.
Özellikle de şu son bir yıl…
2020’yi galiba çoğumuz sıkıntılı geçirdik. Mutsuzlukla…
Ve yine çoğumuz nefret ettik 2020’den.
Her şeyin sorumlusu oymuş gibi yazdık, çizdik. Açıkçası ben de hiç hoşlanmadım ondan. Onlarca gerekçem vardı; ama şimdi sakince düşünüyorum ve daha iyi değerlendirebiliyorum: 2020’de yaşananların sorumlusu rakamlar, burçlar veya takvim değildi; doğrudan doğruya bizdik, biz insanlar!
Ama daha açık, daha belirgin bir sorumlu olmalı; o kim peki?
Kimdi öyleyse?
İşte bu noktada rahmetli Prof. Dr. Mahir Kaymak’ı anımsayalım: “Ortada kötü bir olay varsa çok yalın mantıkla düşüneceksiniz; ‘kimin işine yarar’? Kimin işine yaradığını bilirseniz onu kimin gerçekleştirdiğini de muhtemelen aynı adreste bulabilirsiniz!”
Diyeceksiniz ki ‘Olur mu? Hepimiz sorumluyuz; çünkü yaşımız yetiyorsa seçmeniz, kararlar ve sonuçlar üzerinde bizim de bir etkimiz-yetkimiz var!’
Ne diyeyim, bir açıdan doğru söylüyorsunuz, haklısınız!
Haklısınız da işte ?!?...
***
Neyse, böyle geçti bir yıl daha.
Yaşadığımız olumsuzluklar için kimi sorumlu görürseniz görün, ya da dilerseniz mevcut durumu şahane bulun; bitti-gitti, geçen zaman asla geri gelmeyecek.
Ama Allahaşkına, lütfen, şu an için, şimdiki durum için doğru olanı yapın:
2020’yi daha fazla suçlamayın!
Onu suçlamayın ki halefine, 2021’e adil davranabilesiniz.
***
Ama…
Kötü olan veya kötüymüş gibi algılanan her şey değişebilir, siz de çok iyi biliyorsunuz.
Hem de çok çabuk, çok hızlı değişebilir…
Biraz ütopiktir ‘dünyanın değişebileceğine hâlâ inanmak’, biliyorum ama ne pahasına olursa olsun, değişimi kontrol altında tutmak, denemek ve kabullenmek gerek.
Çünkü yeni yıla yeni hikâyeler lazım…
Çünkü zaten başka bir şansımız yok! Yeni yıl, biz istesek de istemesek de zaten her seferinde yeni ve çok çarpıcı hikâyeler sürükleyip getirir beraberinde ve biz onların içinde ya kahraman ya figüran oluruz.
Önemli olan, onun bize hangi rolü biçtiğinden çok bizim yılın getirdiklerini doğru yere istiflememiz. O yeni hikâyeleri insanın, toplumun, hayatın iyimser ve mutlu yakasında biriktirmemiz.
Bir ‘köprü duvarına’ dönüştürmemiz onları…
Galiba önemli olan da bu.
***
Unutmadan…
Bugün, yani 25 Aralık günü, ülkemizdeki Hristiyan vatandaşlarımız Noel’i kutluyorlar.
Patırtısız, gürültüsüz, gösterişsiz; tevazu içinde…
Ve umuyoruz ki esenlik içindedirler...
‘Mutlu Noeller’ diliyoruz tüm Hristiyan yurttaşlarımıza.
Hristiyan olmadığım halde Noel’e neden değiniyorum?
Bunu merak eden okurlarım olur muhakkak. Yazımın yayımlanmasından sonra gönderilecek mailleri, mesajları da az çok tahmin edebiliyorum… Öyleyse;
Birincisi: Değindim; çünkü buna değinilmeliydi…
Mesela The Washington Post’tan Dana Milbank bizim Mevlid Kandilimizi kutlasa mutlu olmaz mıyız? Bu da onun gibi bir şey.
İkincisi ve daha önemlisi: Türkiye Cumhuriyeti’nin Noel kutlayan gayrimüslim yurttaşları var ve onların içinde de benim çok değerli dostlarım var. Dininin-mezhebinin ne olduğuna bakmaksızın hastasını sağlığına kavuşturmak için ölümüne savaşan çok önemli doktorlar var içlerinde. Asker arkadaşım var. Akademisyen arkadaşlarım var. Hayranı olduğum ve tüm kitaplarını Türkçe yazmış yazarlar, ozanlar, bilim ve sanat insanları var ve bu onların kültürü…
O nedenle Noel’e değiniyorum.
Ve sanırım bu, çok anlaşılır bir şey.
Onun dışında; ikisinin farkını bilmeyenler için izninizle bir kez de ben söylemiş olayım:
Noel, yılbaşından çok başka bir şey, Hristiyanlar için dinsel ritüel. Ve bugün kutlanan işte o, ‘Noel’.
31 Aralık gecesi kutlanan şeyse ‘yılbaşı’. O başka bir şey.
Kadim atalarımızın ‘Nardugan’ (Gün-Doğan ya da Güneşin Yeniden Doğuşu) deyip kutladığı şey…
Türk mitolojisindeki beyaz sakallı iyilik meleği Ülgen’i ya da Ayaz Ata’yı çağrıştıran ve günümüzde artık kültürler-üstü bir figüre dönüşen Finikeli Noel Baba’yı çıkarın, yılbaşının kalanı da zaten herhangi bir dinin ritüeli olmaktan ziyade, evrensel kültürle ve sınırtanımaz güzel düşüncelerle, umutla ve barış hayaliyle ilgili şeylerden ibarettir.
Ve yani bir bakıma ‘hayal kurma gecesidir’ yılbaşı gecesi.
Eğer hâlâ ışıldayan bir yıldız kaldıysa onu bulup altında el ele tutuşmak ve ortak bir dilek dilemek için bir fırsattır.
Ayrıca; istemeyen de kutlamaz!
Öyle bir gece.
O kadar.
Vay canına!
Zaman ne kadar hızlı geçiyor ve sadece üç kısa yıl ne kadar çok şeyi değiştirmiş hayatlarımızda.
Özellikle de şu son bir yıl…
2020’yi galiba çoğumuz sıkıntılı geçirdik. Mutsuzlukla…
Ve yine çoğumuz nefret ettik 2020’den.
Her şeyin sorumlusu oymuş gibi yazdık, çizdik. Açıkçası ben de hiç hoşlanmadım ondan. Onlarca gerekçem vardı; ama şimdi sakince düşünüyorum ve daha iyi değerlendirebiliyorum: 2020’de yaşananların sorumlusu rakamlar, burçlar veya takvim değildi; doğrudan doğruya bizdik, biz insanlar!
Ama daha açık, daha belirgin bir sorumlu olmalı; o kim peki?
- Küreselleşme olgusunu, onu onaylamayanlar için apaçık bir şantaj makinasına dönüştüren, Kars’ın Sarıkamış’ında yaşayan Demiryolları emeklisi Fikri amca değildi elbette!
- Kontrolsüz nüfus artışıyla ve plansız kentleşmeyle korkunç küresel salgınlara zemin hazırlayan, Trabzon’un Maçka’sında yaşayan tereyağı zanaatkârı Vahide abla değildi !
- Toplumsal katmanlar arasındaki korkunç ekonomik uçurumu yalnızca 2020’de %25’ten fazla büyüten; öylelikle dünya nüfusunun sadece %1’inin geri kalan %99’un bütün malına mülküne denk bir servete sahip olmasını münasip gören de Antalya’nın Akseki’sinde yaşayan orman işçisi Tahsin dayı değildi !
- Şu yüz kızartıcı, riyakâr ve duygusuz uluslararası düzenin, artan işsizliğin, istihdam sorununun, eğitim dünyasındaki kronik problemlerin, onların üstüne katman katman sıvanan kararsızlıkların ve beceriksizliklerin nedeni veyahut faili, sen gibi, ben gibi alelade insanlar değil elbette…
Kimdi öyleyse?
İşte bu noktada rahmetli Prof. Dr. Mahir Kaymak’ı anımsayalım: “Ortada kötü bir olay varsa çok yalın mantıkla düşüneceksiniz; ‘kimin işine yarar’? Kimin işine yaradığını bilirseniz onu kimin gerçekleştirdiğini de muhtemelen aynı adreste bulabilirsiniz!”
Diyeceksiniz ki ‘Olur mu? Hepimiz sorumluyuz; çünkü yaşımız yetiyorsa seçmeniz, kararlar ve sonuçlar üzerinde bizim de bir etkimiz-yetkimiz var!’
Ne diyeyim, bir açıdan doğru söylüyorsunuz, haklısınız!
Haklısınız da işte ?!?...
***
Neyse, böyle geçti bir yıl daha.
Yaşadığımız olumsuzluklar için kimi sorumlu görürseniz görün, ya da dilerseniz mevcut durumu şahane bulun; bitti-gitti, geçen zaman asla geri gelmeyecek.
Ama Allahaşkına, lütfen, şu an için, şimdiki durum için doğru olanı yapın:
2020’yi daha fazla suçlamayın!
Onu suçlamayın ki halefine, 2021’e adil davranabilesiniz.
***
Ama…
Kötü olan veya kötüymüş gibi algılanan her şey değişebilir, siz de çok iyi biliyorsunuz.
Hem de çok çabuk, çok hızlı değişebilir…
Biraz ütopiktir ‘dünyanın değişebileceğine hâlâ inanmak’, biliyorum ama ne pahasına olursa olsun, değişimi kontrol altında tutmak, denemek ve kabullenmek gerek.
Çünkü yeni yıla yeni hikâyeler lazım…
Çünkü zaten başka bir şansımız yok! Yeni yıl, biz istesek de istemesek de zaten her seferinde yeni ve çok çarpıcı hikâyeler sürükleyip getirir beraberinde ve biz onların içinde ya kahraman ya figüran oluruz.
Önemli olan, onun bize hangi rolü biçtiğinden çok bizim yılın getirdiklerini doğru yere istiflememiz. O yeni hikâyeleri insanın, toplumun, hayatın iyimser ve mutlu yakasında biriktirmemiz.
Bir ‘köprü duvarına’ dönüştürmemiz onları…
Galiba önemli olan da bu.
***
Unutmadan…
Bugün, yani 25 Aralık günü, ülkemizdeki Hristiyan vatandaşlarımız Noel’i kutluyorlar.
Patırtısız, gürültüsüz, gösterişsiz; tevazu içinde…
Ve umuyoruz ki esenlik içindedirler...
‘Mutlu Noeller’ diliyoruz tüm Hristiyan yurttaşlarımıza.
Hristiyan olmadığım halde Noel’e neden değiniyorum?
Bunu merak eden okurlarım olur muhakkak. Yazımın yayımlanmasından sonra gönderilecek mailleri, mesajları da az çok tahmin edebiliyorum… Öyleyse;
Birincisi: Değindim; çünkü buna değinilmeliydi…
Mesela The Washington Post’tan Dana Milbank bizim Mevlid Kandilimizi kutlasa mutlu olmaz mıyız? Bu da onun gibi bir şey.
İkincisi ve daha önemlisi: Türkiye Cumhuriyeti’nin Noel kutlayan gayrimüslim yurttaşları var ve onların içinde de benim çok değerli dostlarım var. Dininin-mezhebinin ne olduğuna bakmaksızın hastasını sağlığına kavuşturmak için ölümüne savaşan çok önemli doktorlar var içlerinde. Asker arkadaşım var. Akademisyen arkadaşlarım var. Hayranı olduğum ve tüm kitaplarını Türkçe yazmış yazarlar, ozanlar, bilim ve sanat insanları var ve bu onların kültürü…
O nedenle Noel’e değiniyorum.
Ve sanırım bu, çok anlaşılır bir şey.
Onun dışında; ikisinin farkını bilmeyenler için izninizle bir kez de ben söylemiş olayım:
Noel, yılbaşından çok başka bir şey, Hristiyanlar için dinsel ritüel. Ve bugün kutlanan işte o, ‘Noel’.
31 Aralık gecesi kutlanan şeyse ‘yılbaşı’. O başka bir şey.
Kadim atalarımızın ‘Nardugan’ (Gün-Doğan ya da Güneşin Yeniden Doğuşu) deyip kutladığı şey…
Türk mitolojisindeki beyaz sakallı iyilik meleği Ülgen’i ya da Ayaz Ata’yı çağrıştıran ve günümüzde artık kültürler-üstü bir figüre dönüşen Finikeli Noel Baba’yı çıkarın, yılbaşının kalanı da zaten herhangi bir dinin ritüeli olmaktan ziyade, evrensel kültürle ve sınırtanımaz güzel düşüncelerle, umutla ve barış hayaliyle ilgili şeylerden ibarettir.
Ve yani bir bakıma ‘hayal kurma gecesidir’ yılbaşı gecesi.
Eğer hâlâ ışıldayan bir yıldız kaldıysa onu bulup altında el ele tutuşmak ve ortak bir dilek dilemek için bir fırsattır.
Ayrıca; istemeyen de kutlamaz!
Öyle bir gece.
O kadar.