
Sinema eleştirmeni Mehmet Basutçu, Cumhuriyet gazetesi ‘Kültür’ ekinde önceki hafta yayımlanan yazısında Rus yönetmen Andrey Zvyagintsev’in ‘Sevgisizlik’ adlı filmini mercek altına aldı.
Basutçu’nun ‘Sosyal mesajıyla ve alacağı ödüllerle bu yıl söz sahibi olacak!’ öngörüsünü dipnot yapıp seyirciye taktim ettiği film, içeriğiyle olduğu gibi adıyla da Rus toplumunu tehdit eden en önemli sorunu, sevgisizliği, acımasızlığı işliyor.
Ve fakat biz, sevgisizlik diye tanımladığımız bu yeni yozlaşma dalgasının sadece günümüz Rus toplumunu değil, aynı zamanda dijitalleşen ve ‘yeni dünya düzeni’ türbülansında savrulan, dengesini ve değerlerini yitiren toplumları ve daha da önemlisi, bu türbülansta zayıflayan toplumlarla empati yapma becerisini yitiren zengin toplumları da artık doğrudan tehdit eder hale geldiğini biliyoruz.
Daha kısası; Putin’in ve Andrey Zvyagintsev’in toplumu hangi sorundan muzdarip ise Trump’ın ve Oliver Stone’un toplumu da aynı sorundan muzdarip.
Sevgisizlik; Fransa’da da İngiltere’de de temel sorun…
Ortada böyle bir sorun varken diğer sorunların çözülüyor olması, ne yazık ki memnuniyet doğurmaya yetmiyor.
Peki biz bu hususta ne durumdayız?
Çağımızda tırmanan, ölümcül bir salgına dönüşen ‘sevgisizlik’ vebası söz konusu olduğunda kendimizi tam anlamıyla güvende hissedebiliyor muyuz?
Zvyagintsev’in filmine -dolayısıyla günümüz Rus toplumuna- eleştiri getiren şu paragrafı lütfen çok dikkatle okuyun:
‘Bireysel ilişkilerinde gergin, iş yaşamlarında tedirgin, geleceklerinden kuşku duyan, mahalle baskısının farklı boyutlarda getirdiği yasaklar altında bunalan, sevgiye susamış mutsuz insanlardan oluşan bir toplum… (…) Rastlantısal birliktelikler, sevgiye susamışlığın huzursuzluğu içinde nefret duyguları kabaran çaresiz insanlar… ’
Şimdi siz karar verin:
‘Paragrafta anlatılan toplum, aynı biz!’ diyorsanız, bundan eminseniz, sevgisizlik Rusya’nın, Amerika’nın, Fransa’nın, İngiltere’nin sorunu olduğu kadar bizim sorunumuz da olmuş demektir…
Eğer öyleyse, bu sorun çözüm bekleyen ilk sorunumuzdur!
‘Hayır, biz o paragrafta anlatılan toplum gibi değiliz!’ diyorsanız o zaman içimiz rahat olabilir; sevgisizlik bize henüz sirayet etmemiş, kanımıza bulaşmamış demektir.
Eğer öyleyse yaptıklarımız da doğrudur; aynen devam!
Peki ya ‘Kısmen öyleyiz’ diyorsak ne olacak?
Virüsü kapmışız ama daha yatağa düşmedik demektir; iş işten geçmeden yayılmayı önleyici önlemler almak ve aynı zamanda tedaviye başlamak lazım.
İğne, ilaç, antibiyotik ve belki neşter şart!
***
‘Biz’den çıkıp filme -ve hayata- dönelim…
Politik tehditlere karşın toplumunu eleştirebilen, onun iyileşme olasılığını güçlendiren Zvyagintsev kuşkusuz haklı; bu olgu apaçık bir hastalık, bir çeşit veba…
Hani Dostoyevsky’i, Tolstoy’u Marx’ı, Lenin’i bağrından çıkarmış; 20’nci yüzyılda kapitalizme karşı en ciddi başkaldırıyı yapıp sosyalizmi pratiğe dökmüş Rus toplumuna akıl vermek haddimiz değil; ama şunu söylemeden de geçemeyeceğiz:
Gerçek gün gibi ortada, Ruslara artık başka bir şey lazım…
Başka bir lisan, başka bir tarz lazım…
Ekonomiyi başka türlü algılamaları lazım…
Barış ve huzur için dünyayı şimdikinden başka şekilde paylaşmaya niyetlenmeleri, yerküreyle başka türlü bütünleşmeleri lazım…
Belki tevazu, belki acıma duygusu, belki doyum, kanaatkârlık, belki tevekkül…
İnsanla ilgili başka bir mimari, başka bir inşaat lazım onlara…
İnsanı ısıtmak, insanın içine alev üflemek lazım…
O uçsuz bucaksız ülkede, Rusya’da…
Ve her yerde…
Sevgi lazım, sevgi !..
Onun için Andrey Zvyagintsev haklı işte…
Ve yine 53 yaşındaki ünlü yönetmenin üstüne basa basa söylediği gibi ‘Bütün bunlar, sadece Ruslara değil, dünyalıların hepsine’ lazım.
Elbette Türkiye’de yaşayanlara da, bize de lazım.
Hem de öyle ‘arada bir’ değil, ‘her daim’ lazım!
Basutçu’nun ‘Sosyal mesajıyla ve alacağı ödüllerle bu yıl söz sahibi olacak!’ öngörüsünü dipnot yapıp seyirciye taktim ettiği film, içeriğiyle olduğu gibi adıyla da Rus toplumunu tehdit eden en önemli sorunu, sevgisizliği, acımasızlığı işliyor.
Ve fakat biz, sevgisizlik diye tanımladığımız bu yeni yozlaşma dalgasının sadece günümüz Rus toplumunu değil, aynı zamanda dijitalleşen ve ‘yeni dünya düzeni’ türbülansında savrulan, dengesini ve değerlerini yitiren toplumları ve daha da önemlisi, bu türbülansta zayıflayan toplumlarla empati yapma becerisini yitiren zengin toplumları da artık doğrudan tehdit eder hale geldiğini biliyoruz.
Daha kısası; Putin’in ve Andrey Zvyagintsev’in toplumu hangi sorundan muzdarip ise Trump’ın ve Oliver Stone’un toplumu da aynı sorundan muzdarip.
Sevgisizlik; Fransa’da da İngiltere’de de temel sorun…
Ortada böyle bir sorun varken diğer sorunların çözülüyor olması, ne yazık ki memnuniyet doğurmaya yetmiyor.
Peki biz bu hususta ne durumdayız?
Çağımızda tırmanan, ölümcül bir salgına dönüşen ‘sevgisizlik’ vebası söz konusu olduğunda kendimizi tam anlamıyla güvende hissedebiliyor muyuz?
Zvyagintsev’in filmine -dolayısıyla günümüz Rus toplumuna- eleştiri getiren şu paragrafı lütfen çok dikkatle okuyun:
‘Bireysel ilişkilerinde gergin, iş yaşamlarında tedirgin, geleceklerinden kuşku duyan, mahalle baskısının farklı boyutlarda getirdiği yasaklar altında bunalan, sevgiye susamış mutsuz insanlardan oluşan bir toplum… (…) Rastlantısal birliktelikler, sevgiye susamışlığın huzursuzluğu içinde nefret duyguları kabaran çaresiz insanlar… ’
Şimdi siz karar verin:
‘Paragrafta anlatılan toplum, aynı biz!’ diyorsanız, bundan eminseniz, sevgisizlik Rusya’nın, Amerika’nın, Fransa’nın, İngiltere’nin sorunu olduğu kadar bizim sorunumuz da olmuş demektir…
Eğer öyleyse, bu sorun çözüm bekleyen ilk sorunumuzdur!
‘Hayır, biz o paragrafta anlatılan toplum gibi değiliz!’ diyorsanız o zaman içimiz rahat olabilir; sevgisizlik bize henüz sirayet etmemiş, kanımıza bulaşmamış demektir.
Eğer öyleyse yaptıklarımız da doğrudur; aynen devam!
Peki ya ‘Kısmen öyleyiz’ diyorsak ne olacak?
Virüsü kapmışız ama daha yatağa düşmedik demektir; iş işten geçmeden yayılmayı önleyici önlemler almak ve aynı zamanda tedaviye başlamak lazım.
İğne, ilaç, antibiyotik ve belki neşter şart!
***
‘Biz’den çıkıp filme -ve hayata- dönelim…
Politik tehditlere karşın toplumunu eleştirebilen, onun iyileşme olasılığını güçlendiren Zvyagintsev kuşkusuz haklı; bu olgu apaçık bir hastalık, bir çeşit veba…
Hani Dostoyevsky’i, Tolstoy’u Marx’ı, Lenin’i bağrından çıkarmış; 20’nci yüzyılda kapitalizme karşı en ciddi başkaldırıyı yapıp sosyalizmi pratiğe dökmüş Rus toplumuna akıl vermek haddimiz değil; ama şunu söylemeden de geçemeyeceğiz:
Gerçek gün gibi ortada, Ruslara artık başka bir şey lazım…
Başka bir lisan, başka bir tarz lazım…
Ekonomiyi başka türlü algılamaları lazım…
Barış ve huzur için dünyayı şimdikinden başka şekilde paylaşmaya niyetlenmeleri, yerküreyle başka türlü bütünleşmeleri lazım…
Belki tevazu, belki acıma duygusu, belki doyum, kanaatkârlık, belki tevekkül…
İnsanla ilgili başka bir mimari, başka bir inşaat lazım onlara…
İnsanı ısıtmak, insanın içine alev üflemek lazım…
O uçsuz bucaksız ülkede, Rusya’da…
Ve her yerde…
Sevgi lazım, sevgi !..
Onun için Andrey Zvyagintsev haklı işte…
Ve yine 53 yaşındaki ünlü yönetmenin üstüne basa basa söylediği gibi ‘Bütün bunlar, sadece Ruslara değil, dünyalıların hepsine’ lazım.
Elbette Türkiye’de yaşayanlara da, bize de lazım.
Hem de öyle ‘arada bir’ değil, ‘her daim’ lazım!