
44 yıl önce bugün, 22 Ekim 1975’te, İngiliz tarih kuramcısı Arnold Joseph Toynbee, hayata gözlerini kapadı.
Öldüğünde 86 yaşındaydı ve yalnızdı…
Toynbee’nin özgün tarih felsefesi, ‘Bir toplumun gerçek tarihini çözümlemek istiyorsan, onun yaşayan kültürüne bak!’ anlayışına dayanıyordu. Ona göre tarih, düz bir çizgi gibi değil, birikmelerle oluşmuş bir ‘yığın’ haliyle değerlendirilmeliydi. Böyle bir yaklaşım, tarih incelemesinde devlet ile medeniyet kavramlarının yer değiştirmesi sonucunu doğurabilecek cür’etkar bir girişimdi.
Geliştirdiği kuramla yaşadığı yüzyılın tarih algısını değiştiren Toynbee, bazı çevrelerce her ne kadar Türk medeniyetini önyargıyla ele alan bir batılı gibi algılanıyor olsa da aynı Toynbee 1921 yılında Manchester Guardian gazetesinin muhabiri olarak Kurtuluş Savaşı’nı izlemiş ve o süreçte ‘Anadolu’daki Yunan vahşetini Avrupa’ya duyuran cesur gazeteci’ olarak ünlenmişti…
Geliştiridği kuramla anıtlaşan büyük bilimsel başarısının hemen arifesinde Avrupa’ya ‘tarafsız habercilik’ dersi veriyordu…
İngiliz tarihçi, 1921’de kültür ve medeniyetimize, tutkulu ve serdengeçti yapımıza ‘yerinde’ tanık olduktan sonra tarihimizle daha yakından ilgilenmeye başladı. Bu sonuç, kendi kuramının doğal finaliydi: Yaşayan kültürümüzü tanıdıkça, tarihimizi daha objektif algıladı…
Ve üzerindeki baskının arttığı dönemde katıldığı bir radyo söyleşisinde Bertolt Brecht’e gönderme yaparak ‘Yenilenlerin tarihini yenenler yazar dense de gerçekte tarih yenenlerin ve yenilenlerin, medenilerin ve barbarların, doğunun ve batının, işgalcilerin ve kurtuluş için savaşanların, çağlara yayılmış bütün iyilerin ve kötülerin ortak eseridir. Onur da utanç da tarihin hammaddesidir’ dedi.
Asıl etkileyici olan şu ki aynı konuşmayı bir Türk’ün, Cenab Şahabettin’in sözüyle bitirdi: ‘İnsan tarihe her istediğini söyletebilir; çünkü ölüler itiraz edemezler’…
Toynbee’nin Türk tarihine dürüst yaklaşımı, ders verdiği Londra Üniversitesi Korais Kürsüsü’nü finanse eden Yunan lobisini rahatsız etti. Toynbee üzerindeki baskılar arttı ve nihayet büyük tarihçi, üniversiteden istifa etmek zorunda bırakıldı. Ölümünden kısa süre önce kaleme aldığı bir makalede, Avrupa’nın tepkisini çeken nesnel tutumunun, göğsündeki en parlak madalyon olduğunu söyledi. Dışlanmış bir tarihçi olarak öldü; ama ‘tarafsız bir bilim insanı’ olarak tarihe geçti.
Hep yanında olan sadık asistanının tarif ettiği biçimiyle ‘insafsızca dışlanmışlığına rağmen son nefesini huzur içinde verdi’…
Toynbee, ölüm yıldönümünde bir rahmet duasıyla hatırlanmayı fazlasıyla hak ediyor.
***
Bugün ve her gün…
Tarihi doğru yazmak ve gerçekte olduğu haliyle algılamak, hayati derecede önemli.
Matematiği ya da İngilizceyi çok iyi bilmek kadar önemli…
Mükemmel yazmak, harika konuşmak, politika alanında dahiyane fikirler geliştirmek kadar önemli…
Hatta bence bunlardan biraz daha önemli; çünkü tarihi kusurlu yazar ve maazallah yanlış algılar ya da başkalarının yanlış algılanmasına neden olursanız matematik de dil de felsefe de bilim de sanat da yörüngesinden çıkıp ucuz bir politika malzemesine, iyi insanlara karşı bir silaha dönüşür.
Sonra ne mi olur?
Osmanlı’nın 34’üncü padişahı 2.Abdülhamid’in dediği gibi ‘Tarih değil, hatalar tekerrür eder’.
Öldüğünde 86 yaşındaydı ve yalnızdı…
Toynbee’nin özgün tarih felsefesi, ‘Bir toplumun gerçek tarihini çözümlemek istiyorsan, onun yaşayan kültürüne bak!’ anlayışına dayanıyordu. Ona göre tarih, düz bir çizgi gibi değil, birikmelerle oluşmuş bir ‘yığın’ haliyle değerlendirilmeliydi. Böyle bir yaklaşım, tarih incelemesinde devlet ile medeniyet kavramlarının yer değiştirmesi sonucunu doğurabilecek cür’etkar bir girişimdi.
Geliştirdiği kuramla yaşadığı yüzyılın tarih algısını değiştiren Toynbee, bazı çevrelerce her ne kadar Türk medeniyetini önyargıyla ele alan bir batılı gibi algılanıyor olsa da aynı Toynbee 1921 yılında Manchester Guardian gazetesinin muhabiri olarak Kurtuluş Savaşı’nı izlemiş ve o süreçte ‘Anadolu’daki Yunan vahşetini Avrupa’ya duyuran cesur gazeteci’ olarak ünlenmişti…
Geliştiridği kuramla anıtlaşan büyük bilimsel başarısının hemen arifesinde Avrupa’ya ‘tarafsız habercilik’ dersi veriyordu…
İngiliz tarihçi, 1921’de kültür ve medeniyetimize, tutkulu ve serdengeçti yapımıza ‘yerinde’ tanık olduktan sonra tarihimizle daha yakından ilgilenmeye başladı. Bu sonuç, kendi kuramının doğal finaliydi: Yaşayan kültürümüzü tanıdıkça, tarihimizi daha objektif algıladı…
Ve üzerindeki baskının arttığı dönemde katıldığı bir radyo söyleşisinde Bertolt Brecht’e gönderme yaparak ‘Yenilenlerin tarihini yenenler yazar dense de gerçekte tarih yenenlerin ve yenilenlerin, medenilerin ve barbarların, doğunun ve batının, işgalcilerin ve kurtuluş için savaşanların, çağlara yayılmış bütün iyilerin ve kötülerin ortak eseridir. Onur da utanç da tarihin hammaddesidir’ dedi.
Asıl etkileyici olan şu ki aynı konuşmayı bir Türk’ün, Cenab Şahabettin’in sözüyle bitirdi: ‘İnsan tarihe her istediğini söyletebilir; çünkü ölüler itiraz edemezler’…
Toynbee’nin Türk tarihine dürüst yaklaşımı, ders verdiği Londra Üniversitesi Korais Kürsüsü’nü finanse eden Yunan lobisini rahatsız etti. Toynbee üzerindeki baskılar arttı ve nihayet büyük tarihçi, üniversiteden istifa etmek zorunda bırakıldı. Ölümünden kısa süre önce kaleme aldığı bir makalede, Avrupa’nın tepkisini çeken nesnel tutumunun, göğsündeki en parlak madalyon olduğunu söyledi. Dışlanmış bir tarihçi olarak öldü; ama ‘tarafsız bir bilim insanı’ olarak tarihe geçti.
Hep yanında olan sadık asistanının tarif ettiği biçimiyle ‘insafsızca dışlanmışlığına rağmen son nefesini huzur içinde verdi’…
Toynbee, ölüm yıldönümünde bir rahmet duasıyla hatırlanmayı fazlasıyla hak ediyor.
***
Bugün ve her gün…
Tarihi doğru yazmak ve gerçekte olduğu haliyle algılamak, hayati derecede önemli.
Matematiği ya da İngilizceyi çok iyi bilmek kadar önemli…
Mükemmel yazmak, harika konuşmak, politika alanında dahiyane fikirler geliştirmek kadar önemli…
Hatta bence bunlardan biraz daha önemli; çünkü tarihi kusurlu yazar ve maazallah yanlış algılar ya da başkalarının yanlış algılanmasına neden olursanız matematik de dil de felsefe de bilim de sanat da yörüngesinden çıkıp ucuz bir politika malzemesine, iyi insanlara karşı bir silaha dönüşür.
Sonra ne mi olur?
Osmanlı’nın 34’üncü padişahı 2.Abdülhamid’in dediği gibi ‘Tarih değil, hatalar tekerrür eder’.