
Gün doğmuş ve güneşin huzur veren o seher ışıkları etrafı aydınlatmıştı. Karanlıkta kalan her şey belirmiş, apaçık olmuştu. İnsanoğlu için yeni doğan gün bir umuttu. Dağların heybeti, denizin dalgası, kuşların cıvıltısı ve modern kentlerin makine sesiyle insanoğlu güne merhaba diyordu. Ve insanoğlunun günlük koşuşturmaları kaldığı yerden devam ediyordu. Ben ise o zamanlar Erzurum Mahalleleriyle ilgili çalışmam için yine erkenden kalkmış ve hazırlıklarımı yaptıktan sonra yola koyulmuştum. O gün nereye gideceğime, hangi mahalle ile ilgili notlar alacağıma dair henüz bir plan yapmamıştım. İçimde garip bir duygu vardı ve sanki birisi beni bekliyordu ve bende ona doğru su misali akıyordum. O gün evden çıkarken gideceğim mahalleyi belirlemek için ne havaya çubuk attım ne güneşe bakıp yönümü tayin ettim. Tek yaptığım şey ayaklarıma uymak oldu, o nereye ben oraya bir süre yürüdüm. Hasan-i Basri, Tosya, Gölbaşı derken kendimi bir anda Gaziler Mahallesinde buldum.
Mahalle dağ eteğine kurulmuş ve daha çok kırsal kesimden gelenlerden kurulmuş bir yer görünümündeydi. O zamanlar mahalle Kazım Karabekir Belediyesine bağlı idi. Mahalle sakinleri genelde serbest meslekle uğraşan insanlardı. Mahalle sokak araları paket taşlarla döşenmiş, evler tek katlı ve bahçeli idi. Bahçelerin içerisinde az da olsa bulunan ağaçlar rüzgârda hafifçe salınıyordu. Havanın sıcak olması bahçe önlerinde insanların toplanmasına ve koyu sohbetlerin yapılmasına da sebep olmuştu. Âdetim olduğu araştırmalarımda mahallede gördüğüm her yaş ve meslekten kişilere mahalle ile ilgili sorular sorar, muhabbet etmeye çalışırdım. Söylenilenleri pür dikkat dinler, notlarımı almaya çalışırdım. İzin veren olursa fotoğraf çekmeyi de ihmal etmezdim. O gün hiç kimseye soru sormak içimden gelmiyordu. Soru sormak ve yeni bilgiler alabilmek için kendimi toparlamaya çalışıyor, daha sonra bundan vazgeçiyordum. Bir ara bugün geri döneyim dedim ve Gaziler Mahallesinde aşağıya doğru kendimi salıverdim. Mahalleyi ve insanları gözlemleyerek mahallenin alt başına kadar geldiğimi sonradan fark ettim. Birden ayaklarımın titrediğini hissettim ve durdum. Ürperdim, irkildim ve biraz da endişe duydum. Eğildim ve ayaklarımı ovalamaya başladım. Biraz rahatladım ve taşların üzerine oturdum. Başıma bunlar neden geldi diye düşünmeye başladım ve bir an arkama döndüm. Döndüğümde arkamda esmer tenli, uzun sakallı, nur yüzlü, yaşı ilerlemiş olmasına rağmen heybetinden bir şeyler kaybetmeyen bir ihtiyar delikanlıyı gördüm. Dona kaldım, ne bir adım atabildim ne bir kelam edebildim. İrkildim, kekelemeye başladım sanki o ihtiyar orda beni bekliyordu. Biraz sonra kendime gelmeye başladım. Hâlbuki bu ihtiyarı daha önce ne görmüşlüğüm vardı nede konuşmuşluğum. Yanına gitmeye karar verdim. Ona yaklaştıkça içim ferahlıyor, kalbimin atışı normale dönüyordu. Bir iki adım kala bana gülümsediğini, elinde ki bastonundan destek alışını gördüm. Selam verdim, selamımı Osmanlı şefkati, Dadaş edasıyla aldı. Adını sordum:
-Hasan’dır adım Dadaşım, dedi ve adımı sordu: Taner dedim, dedem. Nereli olduğunu sordum, Pasinler cevabını büyük bir heyecanla dile getirdi. Sen dedi, ben Kümbet Köyündenim dedem diye sorusuna cevap vermeye çalıştım. Memnun olduk ve belli ki sohbet etmek istiyordu ve tam da benim aradığım isimdi. Karşılıklı tanışma sorularından sonra Gaziler Mahallesi ile ilgili sorular sormaya başladım. Ben soru başlar başlamaz Hasan Dedenin gözleri yaşlanmaya, sesi titremeye başladı. Acaba yanlış bir şey mi yaptım dedim, dedeme bir kez daha baktım. Titreyenler ses birden konuşmaya başlamıştı. Şehitlerimizi, gazilerimizi, Kadana, Derviş Ağa, Yanık dere, Alaca, Tımar katliamlarını mı anlatayım! Hangisinin yüreğimizde bıraktığı acıyı sana anlatayım! Hangi yaranın türküsünü sana çığırayım! Hangi yasını tuttuğum yakınımın, komşumun, kardeşimin hatıralarını sana anlatayım! Tüm bunları söylerken Hasan Dedemin kelimeler boğazına tıkanıyor ve dedem gözyaşlarına engel olamıyordu. Ya rabbim ben ne yaptım, neden dedemi hatıralarıyla baş başa bırakmadım, neden koz bağlamış yarayı tekrar kanattım.
Hasan Dedem anlatıyor, ağlıyor, yanık türküleri ardı sıra mırıldanıyordu. Bir ara onu kendi haline bıraktım. Mazi yeniden canlanmış, Hasan Dede geçmişine yolculuğa çoktan çıkmıştı. O ne söyledi ise ben pür dikkat dinliyor ve anlattıklarını yazıyordum. Hasan Dede ayağı kalktı ve yüksek bir ses tonuyla konuşmasını sürdürdü. Evlat, ben, Ermeni vahşetini yaşadım, gurbete düştüm, sıladan ayrı kaldım, anasız, babasız büyüdüm, çocukluğumu yaşamadım, hayatım hep acı dolu idi; ama tüm bunların yanında çok şükür vatansız kalmadım, düşman süngüsü altında esir yaşamadım. Oğul ben anlatayım, sen not al, not al ki bizden sonrakiler dost kim, düşman kim onu iyi bellesinler. Bizler bu gün varız, yarın yok; ama bil ki düşman hep var olacak.
Mahalle dağ eteğine kurulmuş ve daha çok kırsal kesimden gelenlerden kurulmuş bir yer görünümündeydi. O zamanlar mahalle Kazım Karabekir Belediyesine bağlı idi. Mahalle sakinleri genelde serbest meslekle uğraşan insanlardı. Mahalle sokak araları paket taşlarla döşenmiş, evler tek katlı ve bahçeli idi. Bahçelerin içerisinde az da olsa bulunan ağaçlar rüzgârda hafifçe salınıyordu. Havanın sıcak olması bahçe önlerinde insanların toplanmasına ve koyu sohbetlerin yapılmasına da sebep olmuştu. Âdetim olduğu araştırmalarımda mahallede gördüğüm her yaş ve meslekten kişilere mahalle ile ilgili sorular sorar, muhabbet etmeye çalışırdım. Söylenilenleri pür dikkat dinler, notlarımı almaya çalışırdım. İzin veren olursa fotoğraf çekmeyi de ihmal etmezdim. O gün hiç kimseye soru sormak içimden gelmiyordu. Soru sormak ve yeni bilgiler alabilmek için kendimi toparlamaya çalışıyor, daha sonra bundan vazgeçiyordum. Bir ara bugün geri döneyim dedim ve Gaziler Mahallesinde aşağıya doğru kendimi salıverdim. Mahalleyi ve insanları gözlemleyerek mahallenin alt başına kadar geldiğimi sonradan fark ettim. Birden ayaklarımın titrediğini hissettim ve durdum. Ürperdim, irkildim ve biraz da endişe duydum. Eğildim ve ayaklarımı ovalamaya başladım. Biraz rahatladım ve taşların üzerine oturdum. Başıma bunlar neden geldi diye düşünmeye başladım ve bir an arkama döndüm. Döndüğümde arkamda esmer tenli, uzun sakallı, nur yüzlü, yaşı ilerlemiş olmasına rağmen heybetinden bir şeyler kaybetmeyen bir ihtiyar delikanlıyı gördüm. Dona kaldım, ne bir adım atabildim ne bir kelam edebildim. İrkildim, kekelemeye başladım sanki o ihtiyar orda beni bekliyordu. Biraz sonra kendime gelmeye başladım. Hâlbuki bu ihtiyarı daha önce ne görmüşlüğüm vardı nede konuşmuşluğum. Yanına gitmeye karar verdim. Ona yaklaştıkça içim ferahlıyor, kalbimin atışı normale dönüyordu. Bir iki adım kala bana gülümsediğini, elinde ki bastonundan destek alışını gördüm. Selam verdim, selamımı Osmanlı şefkati, Dadaş edasıyla aldı. Adını sordum:
-Hasan’dır adım Dadaşım, dedi ve adımı sordu: Taner dedim, dedem. Nereli olduğunu sordum, Pasinler cevabını büyük bir heyecanla dile getirdi. Sen dedi, ben Kümbet Köyündenim dedem diye sorusuna cevap vermeye çalıştım. Memnun olduk ve belli ki sohbet etmek istiyordu ve tam da benim aradığım isimdi. Karşılıklı tanışma sorularından sonra Gaziler Mahallesi ile ilgili sorular sormaya başladım. Ben soru başlar başlamaz Hasan Dedenin gözleri yaşlanmaya, sesi titremeye başladı. Acaba yanlış bir şey mi yaptım dedim, dedeme bir kez daha baktım. Titreyenler ses birden konuşmaya başlamıştı. Şehitlerimizi, gazilerimizi, Kadana, Derviş Ağa, Yanık dere, Alaca, Tımar katliamlarını mı anlatayım! Hangisinin yüreğimizde bıraktığı acıyı sana anlatayım! Hangi yaranın türküsünü sana çığırayım! Hangi yasını tuttuğum yakınımın, komşumun, kardeşimin hatıralarını sana anlatayım! Tüm bunları söylerken Hasan Dedemin kelimeler boğazına tıkanıyor ve dedem gözyaşlarına engel olamıyordu. Ya rabbim ben ne yaptım, neden dedemi hatıralarıyla baş başa bırakmadım, neden koz bağlamış yarayı tekrar kanattım.
Hasan Dedem anlatıyor, ağlıyor, yanık türküleri ardı sıra mırıldanıyordu. Bir ara onu kendi haline bıraktım. Mazi yeniden canlanmış, Hasan Dede geçmişine yolculuğa çoktan çıkmıştı. O ne söyledi ise ben pür dikkat dinliyor ve anlattıklarını yazıyordum. Hasan Dede ayağı kalktı ve yüksek bir ses tonuyla konuşmasını sürdürdü. Evlat, ben, Ermeni vahşetini yaşadım, gurbete düştüm, sıladan ayrı kaldım, anasız, babasız büyüdüm, çocukluğumu yaşamadım, hayatım hep acı dolu idi; ama tüm bunların yanında çok şükür vatansız kalmadım, düşman süngüsü altında esir yaşamadım. Oğul ben anlatayım, sen not al, not al ki bizden sonrakiler dost kim, düşman kim onu iyi bellesinler. Bizler bu gün varız, yarın yok; ama bil ki düşman hep var olacak.