
Her gece ölümün provasını yaptığımız doğru.
Yorgun bedenimiz kendisini uykunun kollarına attığında, ruhumuz bilinmezlere doğru terk ediyor bizi.
Kısmen ölüyoruz!
Bir şekilde hayatın içinde ölüp ölüp dirildiğimiz gibi.
Uyku bizi hayatın bütün sığlıklarından uzaklaştırıp, her şeyi kuş bakışı yaşamamızı sağlıyor.
Ellerimizle dokunamıyoruz ama aklımız acı çekmemize yetecek kadar uyanık.
Her gece uyanıncaya kadar öldüğümüzde, aklımızın içerisinde fıldır fıldır dolaşan, cevaplarını bulamadığımız bütün sorular canımızı yakacak kadar diri.
Her gece uyanıncaya kadar bizi sarmalayan ölüm bile; aşkın acı, tatlı, heyecan verici, kendimizden geçirici etkisinden uzaklaştıramıyor bizi.
Uyku anında bedenimiz felç oluyor, o yüzden içerisine düştüğümüz kâbustan kurtulmak için bu denli ter döküyoruz.
Kollarımız kıpırdamıyor…
En dipsiz uçurumlardan yuvarlanmamıza engel olamıyoruz.
Ruhumuz bilinmezlerden bedenimize geri dönünceye kadar, iflah olmaz bir acının pençesinde kıvranıyoruz.
Her gece ölüyoruz!
Büyük ölümümüze daha zaman varsa, ruhumuzu tekrar bedenimizin içerisine hapsederek yaşama dönüyoruz.
Hayat geceleri terk ediyor bizi, aşk asla yanımızdan ayrılmıyor.
O zaman insanın aklına, ‘aşk hayattan daha mı büyük’ sorusu takılıyor.
Hayatın içerisinde mi yaşıyoruz aşkı, yoksa aşk, hayatı da kapsayan olmazsa olmazımız mı?
Ben aşkın hayattan daha büyük olduğuna inanıyorum.
Yaşamak en basit tarifiyle soluk alıp vermek anlamına geliyor.
Makineye bağlanmış bedenler de soluk alıp verebiliyor, ‘bitkisel hayat’ dediğimiz yaşamın en trajik noktasında.
Oysa aşk için solumak yetmiyor, önce insan olmak gerekiyor.
Hayat sadece insanlara bahşedilmiş bir mucize değil; bütün hayvanlar, en sevdiğimiz çiçekler, gölgesine sığındığımız ağaçlar da yaşıyor.
Biz soluyoruz onlar fotosentez yapıyorlar.
Biz âşık oluyoruz onlar sadece çiftleşiyorlar!
Aşk, yaşamaktan daha büyük bir şey…
Satın alınamaz…
Elle tutulamaz…
Varlığı inkâr edilemez bir şey.
Aşk kocaman elleriyle…
Şefkati sunar…
Merhameti bize armağan eder…
Güzellikleri fark etmemizi sağlar.
Hem âşık hem zalim olunmaz.
Hem âşık hem duyarsız olunmaz.
Olunsa olunsa ‘yalancı’ olunur.
Ve ‘Aşk’, yalancıları sonsuza kadar bağrına basmaz.
Yorgun bedenimiz kendisini uykunun kollarına attığında, ruhumuz bilinmezlere doğru terk ediyor bizi.
Kısmen ölüyoruz!
Bir şekilde hayatın içinde ölüp ölüp dirildiğimiz gibi.
Uyku bizi hayatın bütün sığlıklarından uzaklaştırıp, her şeyi kuş bakışı yaşamamızı sağlıyor.
Ellerimizle dokunamıyoruz ama aklımız acı çekmemize yetecek kadar uyanık.
Her gece uyanıncaya kadar öldüğümüzde, aklımızın içerisinde fıldır fıldır dolaşan, cevaplarını bulamadığımız bütün sorular canımızı yakacak kadar diri.
Her gece uyanıncaya kadar bizi sarmalayan ölüm bile; aşkın acı, tatlı, heyecan verici, kendimizden geçirici etkisinden uzaklaştıramıyor bizi.
Uyku anında bedenimiz felç oluyor, o yüzden içerisine düştüğümüz kâbustan kurtulmak için bu denli ter döküyoruz.
Kollarımız kıpırdamıyor…
En dipsiz uçurumlardan yuvarlanmamıza engel olamıyoruz.
Ruhumuz bilinmezlerden bedenimize geri dönünceye kadar, iflah olmaz bir acının pençesinde kıvranıyoruz.
Her gece ölüyoruz!
Büyük ölümümüze daha zaman varsa, ruhumuzu tekrar bedenimizin içerisine hapsederek yaşama dönüyoruz.
Hayat geceleri terk ediyor bizi, aşk asla yanımızdan ayrılmıyor.
O zaman insanın aklına, ‘aşk hayattan daha mı büyük’ sorusu takılıyor.
Hayatın içerisinde mi yaşıyoruz aşkı, yoksa aşk, hayatı da kapsayan olmazsa olmazımız mı?
Ben aşkın hayattan daha büyük olduğuna inanıyorum.
Yaşamak en basit tarifiyle soluk alıp vermek anlamına geliyor.
Makineye bağlanmış bedenler de soluk alıp verebiliyor, ‘bitkisel hayat’ dediğimiz yaşamın en trajik noktasında.
Oysa aşk için solumak yetmiyor, önce insan olmak gerekiyor.
Hayat sadece insanlara bahşedilmiş bir mucize değil; bütün hayvanlar, en sevdiğimiz çiçekler, gölgesine sığındığımız ağaçlar da yaşıyor.
Biz soluyoruz onlar fotosentez yapıyorlar.
Biz âşık oluyoruz onlar sadece çiftleşiyorlar!
Aşk, yaşamaktan daha büyük bir şey…
Satın alınamaz…
Elle tutulamaz…
Varlığı inkâr edilemez bir şey.
Aşk kocaman elleriyle…
Şefkati sunar…
Merhameti bize armağan eder…
Güzellikleri fark etmemizi sağlar.
Hem âşık hem zalim olunmaz.
Hem âşık hem duyarsız olunmaz.
Olunsa olunsa ‘yalancı’ olunur.
Ve ‘Aşk’, yalancıları sonsuza kadar bağrına basmaz.