
… Asla hikayemizi terk etmedik ama… Kayığa su kiralamadık asla. Efendi olmak için yukarı taş atmadık. Su bizi anladı, gözümüze geldi.. Ses bizi anladı dilimize geldi.. Alev söz verdi, bu sayfalarda kaldıkça yanmayacağız…
Kader yazanlar beyazı az kullanır. Üçlü kara mantık vardır ya!.. Kara gecede, kara tarlada, kara karıncayı kalem olarak kullananlar…
Farkında mısınız?.. Özür dileyerek başkasının kaderini kullananlar ne çok. Bu vahşi nezakete, parmakları koparılmış terzi masalında dahi rastlanmaz. Tanrıyı oynayanların kulu(!) çok. Merkep desenli kul, pembe yeleli tanrı aslan…
Her neyse… Bir dostun güzel bir sözünü hatırladım… Yetim büyür, felek utanır…
Feleğin nehri derindir. Vebal akar, vahaya akar!.. Beyaz tay, kara nehir… Hep siyaha bakıyoruz bu yüzden… Ufak tefek umut beyazları, yutulacağımız nefretin salyaları gibi…
Bu kafes hasta kuşu netsin be arkadaş?..
Yarı külhanbeyi yarı efendi kılıklılar arasındayız. Etrafımızda ayakları yanınca sırtımıza atlayacak bir sürü insan. Işığı görünce sıvışan karabasanlar gibi.
Şimdi…
İyi güzel ve doğruyu herkes biliyor da, yalanın ve çıkarın süzgece çevirdiği her ruh, bu kara derelerden su içtikçe, göğüs vahasında tek bir hurma ağacı kalmadı… Çünkü gönül olmadan alem olmaz. Acıtan tatlı kalacak, atlatan atlı… Ve bu sözler hiç anlaşılmayacak… Çünkü, ehliyet olmadan ehemmiyeti anlamak zor. Vicdanı anlamadan adaleti anlamak zor… Bu yüzden kalemsiz yazıp duruyoruz işte.
Kemal Tahir’in bir misali geldi aklıma. Kızgın demir üzerinde yürüyen maymun, ayakları yanınca sırtındaki yavrusunu yere yapıştırıp sırtına çıkacaktır… Bizdeki münevver tipi budur. Kimse alınmasın. Sözüm iyi güzel ve doğruyu kavramış gibi görünen perlit tipi münevverleredir. Bayat taklit ve mavi yıldız(sahte sabah) tezahürleriyle ne Mevlana olunur, ne Yesevi… Bunlar başkalarının kaderini kullananların yer göstericileri. Ellerindeki fenerin enerjisi sadece ürpertiden ibaret. Sarhoşun ‘ Allah’ diye haykırdığı vazıh samimiyet silsilesinden…
Fason fikirler, plastik samimiyet ve kaygan mekanda kayıp arayan zaman. Doğu insanına ne olduysa, son yüzyıllarda ata beyinli doğup, çocuk beyinli olarak yaşadılar. Gagaya koşan çok. Bu tabir Erzurum yöresine ait. Hoş… ‘Gel gaga vereyim!..’ Duymuşsunuzdur. Camide sarık, cami kapısında dilenci mendili… Her gaga kapısında bir papa takkesi taktık. Yenilikçiler piyasayı iyi bilir. Ama bir şeyi bilemediler… Demir eğilir ama yay olmaz… Onların dünyası seyyar gurbet, tayyare sıla. Uçtukça uzağa düşerler!.. Yeni kelamcısından yeni fıkıhçısına böyle… Fıçı fıçı salya. Şarabın bile bir asaleti vardır. Nede olsa üzüm atadır…
Kelimeler deli olunca cümleler hastane olur. Hastane müebbedindeyiz nitekim. Bu yüzden bütün cins akıllılar bunu bildiklerinden hiç hastalanmazlar.
Vesselam…
Kader yazanlar beyazı az kullanır. Üçlü kara mantık vardır ya!.. Kara gecede, kara tarlada, kara karıncayı kalem olarak kullananlar…
Farkında mısınız?.. Özür dileyerek başkasının kaderini kullananlar ne çok. Bu vahşi nezakete, parmakları koparılmış terzi masalında dahi rastlanmaz. Tanrıyı oynayanların kulu(!) çok. Merkep desenli kul, pembe yeleli tanrı aslan…
Her neyse… Bir dostun güzel bir sözünü hatırladım… Yetim büyür, felek utanır…
Feleğin nehri derindir. Vebal akar, vahaya akar!.. Beyaz tay, kara nehir… Hep siyaha bakıyoruz bu yüzden… Ufak tefek umut beyazları, yutulacağımız nefretin salyaları gibi…
Bu kafes hasta kuşu netsin be arkadaş?..
Yarı külhanbeyi yarı efendi kılıklılar arasındayız. Etrafımızda ayakları yanınca sırtımıza atlayacak bir sürü insan. Işığı görünce sıvışan karabasanlar gibi.
Şimdi…
İyi güzel ve doğruyu herkes biliyor da, yalanın ve çıkarın süzgece çevirdiği her ruh, bu kara derelerden su içtikçe, göğüs vahasında tek bir hurma ağacı kalmadı… Çünkü gönül olmadan alem olmaz. Acıtan tatlı kalacak, atlatan atlı… Ve bu sözler hiç anlaşılmayacak… Çünkü, ehliyet olmadan ehemmiyeti anlamak zor. Vicdanı anlamadan adaleti anlamak zor… Bu yüzden kalemsiz yazıp duruyoruz işte.
Kemal Tahir’in bir misali geldi aklıma. Kızgın demir üzerinde yürüyen maymun, ayakları yanınca sırtındaki yavrusunu yere yapıştırıp sırtına çıkacaktır… Bizdeki münevver tipi budur. Kimse alınmasın. Sözüm iyi güzel ve doğruyu kavramış gibi görünen perlit tipi münevverleredir. Bayat taklit ve mavi yıldız(sahte sabah) tezahürleriyle ne Mevlana olunur, ne Yesevi… Bunlar başkalarının kaderini kullananların yer göstericileri. Ellerindeki fenerin enerjisi sadece ürpertiden ibaret. Sarhoşun ‘ Allah’ diye haykırdığı vazıh samimiyet silsilesinden…
Fason fikirler, plastik samimiyet ve kaygan mekanda kayıp arayan zaman. Doğu insanına ne olduysa, son yüzyıllarda ata beyinli doğup, çocuk beyinli olarak yaşadılar. Gagaya koşan çok. Bu tabir Erzurum yöresine ait. Hoş… ‘Gel gaga vereyim!..’ Duymuşsunuzdur. Camide sarık, cami kapısında dilenci mendili… Her gaga kapısında bir papa takkesi taktık. Yenilikçiler piyasayı iyi bilir. Ama bir şeyi bilemediler… Demir eğilir ama yay olmaz… Onların dünyası seyyar gurbet, tayyare sıla. Uçtukça uzağa düşerler!.. Yeni kelamcısından yeni fıkıhçısına böyle… Fıçı fıçı salya. Şarabın bile bir asaleti vardır. Nede olsa üzüm atadır…
Kelimeler deli olunca cümleler hastane olur. Hastane müebbedindeyiz nitekim. Bu yüzden bütün cins akıllılar bunu bildiklerinden hiç hastalanmazlar.
Vesselam…