
Devam edelim, “Hâfız Yaşar Okur hâtıralarında Atatürk’ün dinî hassasiyetini şöyle anlatır: “Ramazanların atam için çok büyük bir önemi vardı. Ramazan gelir gelmez ince saz heyeti Çankaya Köşkü’ne giremezdi. Kandil geceleri de saz çaldırmazdı. Sadece beni huzurlarına çağırır, Kur’ân-ı Kerîm’den bazı sûreler okuturlardı. Ben okurken gözleri derin bir noktaya takılır, derin huşû ile dinlerlerdi. Ruhen çok mütelezziz olduğu her halinden anlaşılırdı.” Okur ayrıca Atatürk’ün çocukluğundan itibaren gördüğü, öğrendiği ve kendi çevresinde yaşanan dinî âdetleri sürdürdüğünü, sevdiklerini kaybedince kabirleri başında Yâsîn okuttuğunu ve her yıl muntazaman Çanakkale şehidleri için mevlid okutma geleneği başlattığını yazar (Atatürk’le On Beş Yıl, s. 10, 36-40).”
“Mustafa Kemal’in mânevî hayatında Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin önemli bir yeri olduğu anlaşılmaktadır. Yetişme döneminde Mevlevî âyini dinlemek ve semâ izlemek için Selânik’teki Mevlevî Tekkesi’ne yaptığı ziyaretler bu büyük düşünüre olan ilgisini arttırmıştır. Mes̱nevî ve Dîvân-ı Kebîr tercümelerini okuyarak Mevlevîlik düşüncesinin derinliğini keşfeden Atatürk değişik vesilelerle Mevlânâ’ya olan hayranlığını, Mevlevîliğin Türk geleneklerine ve din anlayışına olan etkisini dile getirmiştir (Borak, s. 55-56, 58).”
Din bir vicdan meselesidir
Atatürk’e göre her şeyden önce din bir vicdan meselesidir ve herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir (Yakınlarından Hatıralar, s. 103). Bu sebeple hiç kimse bir başkasını ne bir dini ne de bir mezhebi kabul etmeye zorlayamaz (Kılıç Ali, s. 57). Mustafa Kemal dinsiz milletlerin varlıklarını devam ettiremeyeceği düşüncesindedir. “Milletimiz din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete sahiptir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamaz” sözleriyle Türk milletinin kimliğinin oluşumu ve devamlılığı açısından dinin önemine dikkat çekmiştir (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, II, 66). Gerek Millî Mücadele sırasında gerekse daha sonraki dönemlerde dinin önemli bir ortak kimlik kaynağı olduğunu görmüş, toplumun Kurtuluş Savaşı’nda aktif olarak mücadeleye katılmasını teşvik için yaptığı konuşmalarda dinî kavramları sıkça kullanmış, Millî Mücadele’nin her safhasında din âlimlerinin yakın desteğini almıştır (Sarıkoyuncu, Millî Mücadelede Din Adamları).
Atatürk çeşitli konuşmalarında dinin insanları tekâmüle erdirmeyi amaçladığını, Allah’ın bunun için çok sayıda peygamber gönderdiğini, Hz. Muhammed’in son peygamber, Kur’ân-ı Kerîm’in de mükemmel bir kitap olduğunu ifade etmiş ve Balıkesir Zağanos Paşa Camii’nde 7 Kasım 1923 tarihindeki hutbesinde şöyle demiştir: “İnsanlara doğruluğun özünü vermiş olan dinimiz son dindir. Kusursuz ve en mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeklere bütünüyle uyar ve uygun düşer” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, II, 93).
“Mustafa Kemal’in mânevî hayatında Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin önemli bir yeri olduğu anlaşılmaktadır. Yetişme döneminde Mevlevî âyini dinlemek ve semâ izlemek için Selânik’teki Mevlevî Tekkesi’ne yaptığı ziyaretler bu büyük düşünüre olan ilgisini arttırmıştır. Mes̱nevî ve Dîvân-ı Kebîr tercümelerini okuyarak Mevlevîlik düşüncesinin derinliğini keşfeden Atatürk değişik vesilelerle Mevlânâ’ya olan hayranlığını, Mevlevîliğin Türk geleneklerine ve din anlayışına olan etkisini dile getirmiştir (Borak, s. 55-56, 58).”
Din bir vicdan meselesidir
Atatürk’e göre her şeyden önce din bir vicdan meselesidir ve herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir (Yakınlarından Hatıralar, s. 103). Bu sebeple hiç kimse bir başkasını ne bir dini ne de bir mezhebi kabul etmeye zorlayamaz (Kılıç Ali, s. 57). Mustafa Kemal dinsiz milletlerin varlıklarını devam ettiremeyeceği düşüncesindedir. “Milletimiz din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete sahiptir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamaz” sözleriyle Türk milletinin kimliğinin oluşumu ve devamlılığı açısından dinin önemine dikkat çekmiştir (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, II, 66). Gerek Millî Mücadele sırasında gerekse daha sonraki dönemlerde dinin önemli bir ortak kimlik kaynağı olduğunu görmüş, toplumun Kurtuluş Savaşı’nda aktif olarak mücadeleye katılmasını teşvik için yaptığı konuşmalarda dinî kavramları sıkça kullanmış, Millî Mücadele’nin her safhasında din âlimlerinin yakın desteğini almıştır (Sarıkoyuncu, Millî Mücadelede Din Adamları).
Atatürk çeşitli konuşmalarında dinin insanları tekâmüle erdirmeyi amaçladığını, Allah’ın bunun için çok sayıda peygamber gönderdiğini, Hz. Muhammed’in son peygamber, Kur’ân-ı Kerîm’in de mükemmel bir kitap olduğunu ifade etmiş ve Balıkesir Zağanos Paşa Camii’nde 7 Kasım 1923 tarihindeki hutbesinde şöyle demiştir: “İnsanlara doğruluğun özünü vermiş olan dinimiz son dindir. Kusursuz ve en mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeklere bütünüyle uyar ve uygun düşer” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, II, 93).