
Din alanında cehalet, hurafe ve yanlış anlayışların ortadan kaldırılması ve din istismarının önlenebilmesi için eğitim son derece önemlidir. Bu konuda yaptığı bir konuşmada, “Bizim takip edeceğimiz maarif siyasetinin temeli evvelâ mevcut cehli izâle etmektir. Okumak, yazmak ve vatanını, milletini, dinini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafî, dinî, ahlâkî mâlûmat vermek ve dört işlemi öğretmek olmalıdır” diyerek eğitim politikası içinde din eğitimine de yer verilmesi gerektiğine işaret etmiştir (Karal, s. 79).
Atatürk, bütün alanlarda olduğu gibi din alanında da ihtisas sahibi fertler yetiştirecek okullara ihtiyaç olduğunu belirtmiş, “Dinimizin gerçek felsefesini inceleyecek, araştıracak, bilimsel ve teknik olarak telkin kudretine sahip seçkin ve gerçek din bilginlerini de yetiştirecek yüksek öğrenim kurumlarına sahip olmalıyız” sözleriyle Türk toplumuna bilimsel eğitim esaslarına uygun dinî bilgiler verilmesini istemiştir (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, II, 89). Ayrıca toplumun, dinî ihtisas ve derin dinî bilgilere sahip olup her türlü boş inançtan sıyrılarak gerçek ilim ve fennin nurları ile temiz ve mükemmel oluncaya kadar gerçek din âlimleri vasıtasıyla aydınlatılmasını öngörmüştür (a.g.e., II, 218).
Atatürk’ün din eğitimi hakkındaki görüşü kısaca şöyledir: Öncelikle dinî gerçekleri ilmî bir zihniyet ve yöntemle ele alıp araştıracak âlimler yetiştirmek amacıyla yüksek öğretim kurumları oluşturulmalıdır. İkincisi her ferde dininin mutlaka okullarda iyi yetişmiş elemanlar tarafından öğretilmesi ve bütün vatandaşların dinî bilgileri eşit düzeyde öğrenmesi gerekir. Atatürk’e göre din lüzumlu olduğu gibi onun okullarda konunun uzmanlarınca ilmî yöntemlerle öğretilmesi de o kadar zorunludur. Bu sebeple müfredat programlarında her seviyeden vatandaşın anlayabileceği düzeyde, bâtıl inançlardan arındırılmış, dinin özünü ve hakikatini yansıtan dinî bilgilere yer verilmelidir. “Dinsiz kimse olmaz. Bu genelleme içinde şu din ya da bu din demek değildir. Tabiatıyla biz içine girdiğimiz dinin en çok isabetli ve olgun olduğunu biliyoruz ve imanımız da vardır. Fakat bu inanışı nurlandırmak lâzım, temizlenmek, güzelleştirmek lâzımdır ki hakikaten kuvvetli olabilsin” (Borak, s. 194).
Laiklik, Atatürk’ün düşünce sisteminin temellerinden biri olduğu kadar onun din anlayışının çerçevesini de belirlemektedir. Atatürk’e göre laiklik sadece din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması demek değildir. Laiklik bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü demektir (Atatürkçülük, I, 111) Onun laiklik anlayışının özündeki özgürlükçü tutumu birçok konuşmasına yansımıştır. Meselâ, “Türkiye Cumhuriyeti’nde her yetişkin dinini seçmekte serbest olduğu gibi belirli bir dinin merasimi de serbesttir. Yani ibadet hürriyeti vardır. Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünce ve düşünüşe karşı değiliz” şeklindeki açıklaması (Ecer, s. 134), Atatürk’ün dinî inanç ve ibadetlere kısıtlama getirilmesini onaylamadığını gösteren bir özgürlük çerçevesi çizmektedir. Onun döneminde uygulanmaya başlanan laikliğin özündeki hürriyet kapsamına inanma, ibadet etme, dinî yayınlar yapma, dinî tâlim ve terbiye ile din hizmetleri yürütme gibi hak ve özgürlükler de girmektedir ki bütün bunlar daha sonraki yıllarda Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannâmesi (1948), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (1950), Din ya da Kanaate Dayalı Her Türlü Hoşgörüsüzlük ve Ayrımcılığın Kaldırılmasına İlişkin Bildirge (1981) gibi belgelerde de ifade edilmiştir.
Atatürk, bütün alanlarda olduğu gibi din alanında da ihtisas sahibi fertler yetiştirecek okullara ihtiyaç olduğunu belirtmiş, “Dinimizin gerçek felsefesini inceleyecek, araştıracak, bilimsel ve teknik olarak telkin kudretine sahip seçkin ve gerçek din bilginlerini de yetiştirecek yüksek öğrenim kurumlarına sahip olmalıyız” sözleriyle Türk toplumuna bilimsel eğitim esaslarına uygun dinî bilgiler verilmesini istemiştir (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, II, 89). Ayrıca toplumun, dinî ihtisas ve derin dinî bilgilere sahip olup her türlü boş inançtan sıyrılarak gerçek ilim ve fennin nurları ile temiz ve mükemmel oluncaya kadar gerçek din âlimleri vasıtasıyla aydınlatılmasını öngörmüştür (a.g.e., II, 218).
Atatürk’ün din eğitimi hakkındaki görüşü kısaca şöyledir: Öncelikle dinî gerçekleri ilmî bir zihniyet ve yöntemle ele alıp araştıracak âlimler yetiştirmek amacıyla yüksek öğretim kurumları oluşturulmalıdır. İkincisi her ferde dininin mutlaka okullarda iyi yetişmiş elemanlar tarafından öğretilmesi ve bütün vatandaşların dinî bilgileri eşit düzeyde öğrenmesi gerekir. Atatürk’e göre din lüzumlu olduğu gibi onun okullarda konunun uzmanlarınca ilmî yöntemlerle öğretilmesi de o kadar zorunludur. Bu sebeple müfredat programlarında her seviyeden vatandaşın anlayabileceği düzeyde, bâtıl inançlardan arındırılmış, dinin özünü ve hakikatini yansıtan dinî bilgilere yer verilmelidir. “Dinsiz kimse olmaz. Bu genelleme içinde şu din ya da bu din demek değildir. Tabiatıyla biz içine girdiğimiz dinin en çok isabetli ve olgun olduğunu biliyoruz ve imanımız da vardır. Fakat bu inanışı nurlandırmak lâzım, temizlenmek, güzelleştirmek lâzımdır ki hakikaten kuvvetli olabilsin” (Borak, s. 194).
Laiklik, Atatürk’ün düşünce sisteminin temellerinden biri olduğu kadar onun din anlayışının çerçevesini de belirlemektedir. Atatürk’e göre laiklik sadece din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması demek değildir. Laiklik bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü demektir (Atatürkçülük, I, 111) Onun laiklik anlayışının özündeki özgürlükçü tutumu birçok konuşmasına yansımıştır. Meselâ, “Türkiye Cumhuriyeti’nde her yetişkin dinini seçmekte serbest olduğu gibi belirli bir dinin merasimi de serbesttir. Yani ibadet hürriyeti vardır. Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünce ve düşünüşe karşı değiliz” şeklindeki açıklaması (Ecer, s. 134), Atatürk’ün dinî inanç ve ibadetlere kısıtlama getirilmesini onaylamadığını gösteren bir özgürlük çerçevesi çizmektedir. Onun döneminde uygulanmaya başlanan laikliğin özündeki hürriyet kapsamına inanma, ibadet etme, dinî yayınlar yapma, dinî tâlim ve terbiye ile din hizmetleri yürütme gibi hak ve özgürlükler de girmektedir ki bütün bunlar daha sonraki yıllarda Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannâmesi (1948), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (1950), Din ya da Kanaate Dayalı Her Türlü Hoşgörüsüzlük ve Ayrımcılığın Kaldırılmasına İlişkin Bildirge (1981) gibi belgelerde de ifade edilmiştir.