
Dünyadaki bütün hareketler aileyi gelişimlerine engel olarak görmüş, bireyleri kendilerine ram etmenin en önemli yolunun onları ailelerinden uzaklaşmalarını sağlamak olduğunu fark etmişlerdir. Bu nedenle bu topluluklar ailesinden tam olarak fedakârlık yapmayan kişileri güvenilir mürit olarak görmemişlerdir. Dinler, dinlerin alt yapısını oluşturan cemaatler de ailenin öneminden, onun kutsallığından bahsetmiş olmalarına rağmen yine kendi varlıklarını tüm bunların üzerinde bir yerde konumlandırmışlardır. Kutsal dinler içinde aileye en fazla değer veren, her fırsatta aileyi ön plana çıkaran İslamiyet olmuştur.
İsa’nın ölümünden yaklaşık iki yüz yıl sonra ortaya çıkan Maniheizm tam bir aile dramı üzerinden yükselmiştir. Gerçeğin peşine düşen Mani’ni babası Pattig, doğum yapmak üzere olan eşini, servetini, itibarını terk ederek bir dervişin peşine takılmış, yıllarca ailesini arayıp sormamıştır. Tek kalan kadın, sakat (aksak) Mani’yi doğurmuş, Mani’nin babası şeyhinin isteği üzere yıllar sonra gelerek oğlunu kaçırarak cemaate vermiş ve Mani, cemaatin içinde büyüyüp yetişerek güzel resim yapma kabiliyetini de kullanarak Mani dinini kurmuştur.
Kapitalist sistem bireylerin evlenip çocuk sahibi olmasını, daha sonra da boşanmasını arzu etmektedir. Eşler ayrılınca ikinci bir ev daha açılacak, kapitalist anlayış da yeni ev için buzdolabı, televizyon, çamaşır makinası vb. temel ihtiyaçları satacak, doğan çocuklar nedeni ile bu döngünün devam etmesini sağlamış olacaklardır.
Yine bütün siyasi oluşumlar, terörist yapılar ailenin kuvvetli olduğu toplumlarda istedikleri gelişim imkânlarını bulamayacaklarını bildikleri için güçlü bağları olan aile yapısının kendileri için büyük engel olarak görmüşlerdir. Ailesi ile davası arasında kalan ve davasını ailesine tercih eden tüm militanlar gerçek bir asker olarak görülmüştür.
1894 yılında Japonya, modernleştirdiği askeri gücü ile Çin’e saldırmış, geleneksel askeri yapısını koruyan Çin’i çok kısa sürede işgal etmişti. Japonlar karşısında çaresiz kalan Çin o dönemin güçlü ülkeleri olan İngiltere, Fransa ve Almanya’dan yardım istemiş, bu durumu fırsata çeviren bu ülkeler, Çin’i üç kısma ayırarak orayı sömürü ülkesi hâline çevirmişlerdi. Misyonerler vasıtası ile Çin’in her bir köşesine yayılan Batılı ülkeler, halkın içine nüfuz etmeye başlamışlardı. Konfüçyüs’ün kurmuş olduğu sağlam aile kültüründen gelen Çinliler, Batılıların ülkelerini işgal etmesinden daha ziyade misyonerler tarafından çocuklarının kendilerinden, uzaklaştığını görünce Batılılara çok büyük tepkiler göstermeye, onlara saldırmaya başlamışlar ve Batı’nın sömürgeci askerlerini öldürerek onların orada barınmasına imkân vermemişlerdi. Çin’in aile yapısına karşı göstermiş olduğu hassasiyet, onların bağımsızlıklarına ulaşmalarını kolaylaştırmıştı.
Diyarbakır Anneleri, yıllardır evlatlarının kanı ile ayakta duran PKK’ya karşı göstermiş oldukları şanlı direniş biraz daha destek bulursa çok daha etkili olacaktır. Annelerin tepkisi topun, tüfeğin gücünden daha etkilidir. Bu durumu bilip de Diyarbakır annelerine destek vermeyen siyasilerin vatan millet sevgisinin ciddi şekilde sorgulanması gerekmektedir.
İsa’nın ölümünden yaklaşık iki yüz yıl sonra ortaya çıkan Maniheizm tam bir aile dramı üzerinden yükselmiştir. Gerçeğin peşine düşen Mani’ni babası Pattig, doğum yapmak üzere olan eşini, servetini, itibarını terk ederek bir dervişin peşine takılmış, yıllarca ailesini arayıp sormamıştır. Tek kalan kadın, sakat (aksak) Mani’yi doğurmuş, Mani’nin babası şeyhinin isteği üzere yıllar sonra gelerek oğlunu kaçırarak cemaate vermiş ve Mani, cemaatin içinde büyüyüp yetişerek güzel resim yapma kabiliyetini de kullanarak Mani dinini kurmuştur.
Kapitalist sistem bireylerin evlenip çocuk sahibi olmasını, daha sonra da boşanmasını arzu etmektedir. Eşler ayrılınca ikinci bir ev daha açılacak, kapitalist anlayış da yeni ev için buzdolabı, televizyon, çamaşır makinası vb. temel ihtiyaçları satacak, doğan çocuklar nedeni ile bu döngünün devam etmesini sağlamış olacaklardır.
Yine bütün siyasi oluşumlar, terörist yapılar ailenin kuvvetli olduğu toplumlarda istedikleri gelişim imkânlarını bulamayacaklarını bildikleri için güçlü bağları olan aile yapısının kendileri için büyük engel olarak görmüşlerdir. Ailesi ile davası arasında kalan ve davasını ailesine tercih eden tüm militanlar gerçek bir asker olarak görülmüştür.
1894 yılında Japonya, modernleştirdiği askeri gücü ile Çin’e saldırmış, geleneksel askeri yapısını koruyan Çin’i çok kısa sürede işgal etmişti. Japonlar karşısında çaresiz kalan Çin o dönemin güçlü ülkeleri olan İngiltere, Fransa ve Almanya’dan yardım istemiş, bu durumu fırsata çeviren bu ülkeler, Çin’i üç kısma ayırarak orayı sömürü ülkesi hâline çevirmişlerdi. Misyonerler vasıtası ile Çin’in her bir köşesine yayılan Batılı ülkeler, halkın içine nüfuz etmeye başlamışlardı. Konfüçyüs’ün kurmuş olduğu sağlam aile kültüründen gelen Çinliler, Batılıların ülkelerini işgal etmesinden daha ziyade misyonerler tarafından çocuklarının kendilerinden, uzaklaştığını görünce Batılılara çok büyük tepkiler göstermeye, onlara saldırmaya başlamışlar ve Batı’nın sömürgeci askerlerini öldürerek onların orada barınmasına imkân vermemişlerdi. Çin’in aile yapısına karşı göstermiş olduğu hassasiyet, onların bağımsızlıklarına ulaşmalarını kolaylaştırmıştı.
Diyarbakır Anneleri, yıllardır evlatlarının kanı ile ayakta duran PKK’ya karşı göstermiş oldukları şanlı direniş biraz daha destek bulursa çok daha etkili olacaktır. Annelerin tepkisi topun, tüfeğin gücünden daha etkilidir. Bu durumu bilip de Diyarbakır annelerine destek vermeyen siyasilerin vatan millet sevgisinin ciddi şekilde sorgulanması gerekmektedir.