
Sahibinden hayat dersleri-1:
Her şey ama her şey, düşlemekle başlar!
Sahibinden hayat dersleri-2:
Düşlediğimiz ve kavuşmayı dilediğimiz çoğu şey, eninde sonunda gelip ‘maddi olanaksızlıklar’ duvarına toslar!
Gücümüz yeter mi onu almaya, bunu yapmaya, şuraya gitmeye?..
Fikrine çok değer verdiğimiz bilge insanlar ‘maneviyat her şeyi çözer’ diyor demesine de…
Madde -bütçe- duvarına toslayıp boyun bükmek de insanı üzüyor işte.
Ve üzüldüğümüzle kalmıyoruz çoğu kez, derin güdü çatışmaları başlıyor hemen ardından.
Kulakları çınlasın, selefim, Genel Müdürüm, sevgili ağabeyim Metin Bostan’dan işittiğim çok güzel bir söz var: ‘İnsanlar, üretim süreçlerinde kavga etmezler. Neredeyse bütün kavgalar paylaşım süreçlerinde çıkar!’
***
2011 yılı mart ayı başlarında NTV, ilginç paylaşımıyla bir astrofizikçinin, Greg Laughlin’ın, Dünya’nın gayrimenkul olarak değerini hesaplamak için bir formül geliştirdiği duyurmuştu.
1942 Texas-ABD doğumlu, ne yazık ki hâlâ Türkçeleştirilmemiş The Five Ages of the Universe: Inside the Physics of Eternity’nin yazarı Profesör Laughlin, aynı zamanda NASA'nın Kepler uzay aracının keşiflerini değerlendirmek üzere kullandığı denklemi de icat eden kişiydi.
Laughlin’e göre Dünya’nın gayrimenkul değeri -başka bir deyişle eğer satın almak isterseniz fiyatı- yaklaşık olarak 3500 trilyon euro...
1000 tane trilyon 1 katrilyon ettiğine göre, Laughlin’ın gezegenimize biçtiği fiyat 3 buçuk katrilyon euro olarak da ifade edilebilir.
Peki, Dünya’da ne kadar para var?
Mesela biri, var olan bütün paraların sahibi olsa Dünya’yı satın alabilir mi?
İkincisi kesinlikle paradoksal bir soru; ama yanıt ‘Hayır!’…
Paradoksal diyorum; çünkü Fortune dergisinin, ünlü Laughlin Hesaplaması’ndan 4 yıl sonra, 2015 yılında yayınladığı bir dosyaya göre Dünya’da var olan 161 para biriminin tümüne ait bütün paraların ve yeryüzündeki bütün işlenmiş altının toplamı tamı tamına 105 katrilyon euro ediyordu. Bu maddi miktar, Amerikalı profesörün hesap ettiği miktara dahil değildi. Bugün, 2015 sonrasında basılan paralardan ve son 5 yılda işlenen madenlerden ötürü Fortune’ın belirttiği miktarın 107 katrilyon euro’yu bulmuş olabileceği varsayılıyor.
Oldukça kafa karıştırıcı bir durum: Gezegenin gayrimenkul değeri 3 buçuk katrilyon euro; ama aynı gezegenin üzerinde gezegenin değerinin 30 katı kadar -Dünya’yı 30 kez satın alabilecek- para ve altın var.
Nasıl oluyor?
Şöyle: Bir ev satın alıyorsunuz, diyelim ki 350 bin liraya; ama o evin içindeki kasada evin fiyatının 30 katı kadar daha para var…
Bu durum da gerçek fiyatı nasıl açıklarsınız?
Paradoks da işte bu son sorunun içinde gizli!
Ama benim bu yazıyı kaleme almaktaki amacım sizi o paradoksun içine sürüklemek değil. Ben, bu tarifsiz, bu akıl almaz maddi varlığın (137 buçuk katrilyon euro’luk varlığın) dünyalılar tarafından paylaşımı üzerine kafa yoruyorum.
Tam bir mafya düzeni: Adaletsiz, hukuksuz, sorgulatmayan…
Ve böyle düşündükçe de aslında çoğuna saçma gelecek şu hipoteze odaklanıyorum:
Maddi varlık, anamal ya da kapital, onu oluşturanların ve artıranların tümünün adil biçimde hak sahibi olduğu bir şey olmalı. Kastettiğim ‘derme çatma bir komünist devrim yapıp zenginin malına el koymak’ değil; zenginliği bölüşe bölüşe artırmak, benim tarif etmeye çalıştığım şey. Ekonomiyi yeniden oluşturmak. Evet, çok radikal…
Ama benimki Das Kapital’dekinden daha çok kutsal kitaplardakine yakın bir tez.
Ve belki bir ütopya; evet ama bu ütopya uygarlık tarihinin en değerli üç tezini de aynı anda ihtiva ve ifade ediyor:
Eşitliği, beraberinde adaleti ve herkesin insanca yaşama hakkını…
***
Başlıktaki şu ‘yeni skala’ konusuna gelince:
Elbette o da adaletle, toplumsal barışla, gerçek kalkınmayla, hakça bölüşmekle ve insanca yaşama hakkıyla ilgili masif bir ayrıntı.
Yoksullukla ve ona karşı samimi savaş açmakla ilgili…
Dünya dediğiniz şu çiftliğe bir bakın:
İyilerle de kötülere de gerçekte hak ettikleri hayatı sunamıyor olmamız çok fena…
Öte yandan bugün meslekler arasında ‘gelir açısından’ ifade edilemez bir uçurumun olması ve bunu önleyemiyor olmamız açık bir vakıa ki galiba esas trajedi de bu:
Bir mesleğe yeni başlayanın geliriyle o mesleği en uç noktada icra edenin geliri arasında görece bir fark olması tabii ki doğal, bu ustalaşmayı teşvik edici; ama en iyi ve en deneyimli öğretmenin geliriyle, en iyi ve en deneyimli doktorunki ya da en iyi ve en deneyimli terzinin geliriyle en iyi avukatınki arasında 3 binle 30 bin gibi izah edilemez farklar olması, öyle senin bana, benim sana kolayca açıklayabileceğimiz şeyler değil. Kabullenmişiz, o başka!
İyi bir diş hekiminin yetişme süresi ve o süreçte harcanan emekle, en iyi otomatik şanzıman ustasının yetişme süresi ile o süreçte harcanan emek aynı derecede değerli değil mi?
İki yolculuk da saygın ve makbul değil mi?
Öyleyse gelirler arasındaki uçurum, tartışmasız ve gerçek bir trajedi…
Nasıl olmalı öyleyse?
Tam da başlıktaki gibi: Yeni bir gelir skalası olmalı.
Her mesleğin en iyileri, en deneyimlileri, o mesleği ileriye taşıyan kişiler; üst gelir düzeyinde ve birbirine yakın gelir elde edebilmeliler.
Ülkenin en iyi terzisi, ülkenin en iyi tıp profesörü kadar ve ülkenin en iyi tersane işçisi, yine ülkenin en deneyimli, en iyi öğretmeni kadar gelir elde edebilmeli.
Adil ekonomik düzenin ön koşulu bu!
3 buçuk katrilyon gayrimenkul + 107 katrilyon nakti olmak üzere 137 buçuk katrilyon euro değeri olan, yani eğer sadece madde olarak ele alırsanız bir biçimde paha biçilebilen dünya, o koşulun gerçekleştirilmesi durumunda hepimiz için gerçekten madde üstü, ‘değerli’ ve ‘paha biçilmez’ bir şey olur.
Yoksa adaletsizlik de sınıf çatışması da hayal kırıklıkları da kitlesel huzursuzluk da sonsuza dek var olur, insanlar arasında devinir durur…
***
Cem Yılmaz’ın portatif tuvaletleri konu ettiği bir tüluat gösterisi (stand-up’ı) var, izlediniz mi bilmem: Kakabüs…
O gösteride Cem Yılmaz, Afyon’da bir kasabada Arog filmi çekilirken yaşananları, ‘settekilerin tuvalet gereksinimi’ ekseninde anlatır ve müthiş doğaçlamasıyla lafı ‘işinin en iyisi olma konusuna’ getirir.
Kendi icadı olan jilet gibi otobüsten uyarlama portatif tuvaleti bin kilometre uzaktaki film setine getiren adam, Cem Yılmaz’a göre ‘işinin en iyisidir’.
Şimdi diyeceksiniz ki ‘Ne yani, otobüsü lüks tuvalete dönüştürüp işini en iyi yapan o adamla, mesela Bilim Kurulu üyesi bir profesör aynı parayı mı kazansın?’
Söylemek istediğim de zaten tam olarak bu:
Evet, işini en iyi yapanlar, birbirine yakın kazansınlar.
Kısaca; eski dünyanın artık yeni bir gelir skalası olsun. Bana ‘Saçmalıyorsun’ diyenler de lütfen dört kutsal kitabı bir açıp okusun.
Her şey ama her şey, düşlemekle başlar!
Sahibinden hayat dersleri-2:
Düşlediğimiz ve kavuşmayı dilediğimiz çoğu şey, eninde sonunda gelip ‘maddi olanaksızlıklar’ duvarına toslar!
Gücümüz yeter mi onu almaya, bunu yapmaya, şuraya gitmeye?..
Fikrine çok değer verdiğimiz bilge insanlar ‘maneviyat her şeyi çözer’ diyor demesine de…
Madde -bütçe- duvarına toslayıp boyun bükmek de insanı üzüyor işte.
Ve üzüldüğümüzle kalmıyoruz çoğu kez, derin güdü çatışmaları başlıyor hemen ardından.
Kulakları çınlasın, selefim, Genel Müdürüm, sevgili ağabeyim Metin Bostan’dan işittiğim çok güzel bir söz var: ‘İnsanlar, üretim süreçlerinde kavga etmezler. Neredeyse bütün kavgalar paylaşım süreçlerinde çıkar!’
***
2011 yılı mart ayı başlarında NTV, ilginç paylaşımıyla bir astrofizikçinin, Greg Laughlin’ın, Dünya’nın gayrimenkul olarak değerini hesaplamak için bir formül geliştirdiği duyurmuştu.
1942 Texas-ABD doğumlu, ne yazık ki hâlâ Türkçeleştirilmemiş The Five Ages of the Universe: Inside the Physics of Eternity’nin yazarı Profesör Laughlin, aynı zamanda NASA'nın Kepler uzay aracının keşiflerini değerlendirmek üzere kullandığı denklemi de icat eden kişiydi.
Laughlin’e göre Dünya’nın gayrimenkul değeri -başka bir deyişle eğer satın almak isterseniz fiyatı- yaklaşık olarak 3500 trilyon euro...
1000 tane trilyon 1 katrilyon ettiğine göre, Laughlin’ın gezegenimize biçtiği fiyat 3 buçuk katrilyon euro olarak da ifade edilebilir.
Peki, Dünya’da ne kadar para var?
Mesela biri, var olan bütün paraların sahibi olsa Dünya’yı satın alabilir mi?
İkincisi kesinlikle paradoksal bir soru; ama yanıt ‘Hayır!’…
Paradoksal diyorum; çünkü Fortune dergisinin, ünlü Laughlin Hesaplaması’ndan 4 yıl sonra, 2015 yılında yayınladığı bir dosyaya göre Dünya’da var olan 161 para biriminin tümüne ait bütün paraların ve yeryüzündeki bütün işlenmiş altının toplamı tamı tamına 105 katrilyon euro ediyordu. Bu maddi miktar, Amerikalı profesörün hesap ettiği miktara dahil değildi. Bugün, 2015 sonrasında basılan paralardan ve son 5 yılda işlenen madenlerden ötürü Fortune’ın belirttiği miktarın 107 katrilyon euro’yu bulmuş olabileceği varsayılıyor.
Oldukça kafa karıştırıcı bir durum: Gezegenin gayrimenkul değeri 3 buçuk katrilyon euro; ama aynı gezegenin üzerinde gezegenin değerinin 30 katı kadar -Dünya’yı 30 kez satın alabilecek- para ve altın var.
Nasıl oluyor?
Şöyle: Bir ev satın alıyorsunuz, diyelim ki 350 bin liraya; ama o evin içindeki kasada evin fiyatının 30 katı kadar daha para var…
Bu durum da gerçek fiyatı nasıl açıklarsınız?
Paradoks da işte bu son sorunun içinde gizli!
Ama benim bu yazıyı kaleme almaktaki amacım sizi o paradoksun içine sürüklemek değil. Ben, bu tarifsiz, bu akıl almaz maddi varlığın (137 buçuk katrilyon euro’luk varlığın) dünyalılar tarafından paylaşımı üzerine kafa yoruyorum.
Tam bir mafya düzeni: Adaletsiz, hukuksuz, sorgulatmayan…
Ve böyle düşündükçe de aslında çoğuna saçma gelecek şu hipoteze odaklanıyorum:
Maddi varlık, anamal ya da kapital, onu oluşturanların ve artıranların tümünün adil biçimde hak sahibi olduğu bir şey olmalı. Kastettiğim ‘derme çatma bir komünist devrim yapıp zenginin malına el koymak’ değil; zenginliği bölüşe bölüşe artırmak, benim tarif etmeye çalıştığım şey. Ekonomiyi yeniden oluşturmak. Evet, çok radikal…
Ama benimki Das Kapital’dekinden daha çok kutsal kitaplardakine yakın bir tez.
Ve belki bir ütopya; evet ama bu ütopya uygarlık tarihinin en değerli üç tezini de aynı anda ihtiva ve ifade ediyor:
Eşitliği, beraberinde adaleti ve herkesin insanca yaşama hakkını…
***
Başlıktaki şu ‘yeni skala’ konusuna gelince:
Elbette o da adaletle, toplumsal barışla, gerçek kalkınmayla, hakça bölüşmekle ve insanca yaşama hakkıyla ilgili masif bir ayrıntı.
Yoksullukla ve ona karşı samimi savaş açmakla ilgili…
Dünya dediğiniz şu çiftliğe bir bakın:
İyilerle de kötülere de gerçekte hak ettikleri hayatı sunamıyor olmamız çok fena…
Öte yandan bugün meslekler arasında ‘gelir açısından’ ifade edilemez bir uçurumun olması ve bunu önleyemiyor olmamız açık bir vakıa ki galiba esas trajedi de bu:
Bir mesleğe yeni başlayanın geliriyle o mesleği en uç noktada icra edenin geliri arasında görece bir fark olması tabii ki doğal, bu ustalaşmayı teşvik edici; ama en iyi ve en deneyimli öğretmenin geliriyle, en iyi ve en deneyimli doktorunki ya da en iyi ve en deneyimli terzinin geliriyle en iyi avukatınki arasında 3 binle 30 bin gibi izah edilemez farklar olması, öyle senin bana, benim sana kolayca açıklayabileceğimiz şeyler değil. Kabullenmişiz, o başka!
İyi bir diş hekiminin yetişme süresi ve o süreçte harcanan emekle, en iyi otomatik şanzıman ustasının yetişme süresi ile o süreçte harcanan emek aynı derecede değerli değil mi?
İki yolculuk da saygın ve makbul değil mi?
Öyleyse gelirler arasındaki uçurum, tartışmasız ve gerçek bir trajedi…
Nasıl olmalı öyleyse?
Tam da başlıktaki gibi: Yeni bir gelir skalası olmalı.
Her mesleğin en iyileri, en deneyimlileri, o mesleği ileriye taşıyan kişiler; üst gelir düzeyinde ve birbirine yakın gelir elde edebilmeliler.
Ülkenin en iyi terzisi, ülkenin en iyi tıp profesörü kadar ve ülkenin en iyi tersane işçisi, yine ülkenin en deneyimli, en iyi öğretmeni kadar gelir elde edebilmeli.
Adil ekonomik düzenin ön koşulu bu!
3 buçuk katrilyon gayrimenkul + 107 katrilyon nakti olmak üzere 137 buçuk katrilyon euro değeri olan, yani eğer sadece madde olarak ele alırsanız bir biçimde paha biçilebilen dünya, o koşulun gerçekleştirilmesi durumunda hepimiz için gerçekten madde üstü, ‘değerli’ ve ‘paha biçilmez’ bir şey olur.
Yoksa adaletsizlik de sınıf çatışması da hayal kırıklıkları da kitlesel huzursuzluk da sonsuza dek var olur, insanlar arasında devinir durur…
***
Cem Yılmaz’ın portatif tuvaletleri konu ettiği bir tüluat gösterisi (stand-up’ı) var, izlediniz mi bilmem: Kakabüs…
O gösteride Cem Yılmaz, Afyon’da bir kasabada Arog filmi çekilirken yaşananları, ‘settekilerin tuvalet gereksinimi’ ekseninde anlatır ve müthiş doğaçlamasıyla lafı ‘işinin en iyisi olma konusuna’ getirir.
Kendi icadı olan jilet gibi otobüsten uyarlama portatif tuvaleti bin kilometre uzaktaki film setine getiren adam, Cem Yılmaz’a göre ‘işinin en iyisidir’.
Şimdi diyeceksiniz ki ‘Ne yani, otobüsü lüks tuvalete dönüştürüp işini en iyi yapan o adamla, mesela Bilim Kurulu üyesi bir profesör aynı parayı mı kazansın?’
Söylemek istediğim de zaten tam olarak bu:
Evet, işini en iyi yapanlar, birbirine yakın kazansınlar.
Kısaca; eski dünyanın artık yeni bir gelir skalası olsun. Bana ‘Saçmalıyorsun’ diyenler de lütfen dört kutsal kitabı bir açıp okusun.