
Aşk yolculuğunda işe anlamını çözmekle başlamamız gerekir sanıyorum. O halde ilk durağımız Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğü. Bakalım aşk maddesinin karşısına sözlükte ne yazılmış.
“Aşırı sevgi ve bağlılık duygusu, sevi.”
Hayat keşke sözlükler kadar kesin ve kestirme olsa. Ancak öyle olmadığını insanlık varolduğundan beri ispatlayıp duruyor!
Edebiyat, belki buna benzer tanımlardan yola çıkarak ama tanımı çok aşacak düzeyde aşk üzerine düşünmüş. Aşkı; şiirlere, romanlara, tiyatro yapıtlarına, sinemaya, şarkılara taşıyıp durmuş. Bu çaba hiç durmadan ve olaya her tarafından bakılarak yapıla gelmiş.
Antik Yunan’dan Shakespeare’e, Fuzuli’den Molliere’e, Nazım Hikmet’ten Necip Fazıl’a kadar kim söz söylemeye kendisini mecbur hissetmişse, mutlaka aşka dair, hüzünlü ya da umut vadeden bir iki satır söylemeden duramamış.
Çok kabaca hafızalarımızı tazeleyip, bugüne gelmekte fayda var. Unutmamak gerekir ki, asıl meselemiz aşkın tarihçesinden yola çıkarak, mutlu aşka ulaşmak çabasından başka bir şey değil. İşte size aşk ateşinin içerisinde kavrulmayı zevke dönüştürmüş ve adını tarihe kazımış edebiyatçılardan birkaç örnek.
Hayyam, dörtlüklerinde kendi dünyasında aşkın anlamını aramış durmuş;
“Aşk bir beladır, ama Tanrıdan gelme;
Halk neden karşı kor Tanrı emrine?
Bize her şeyi yaptıran kendi madem,
Kulu sorguya çekmenin âlemi ne?”
Necip Fazıl, ‘Beklenen’ isimli şiirinde, aşkı bekleyenin ağzından anlatıyor;
“Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar,
Ne de şeytan bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
…”
Peki, Nazım Hikmet’in ‘Hasret’ isimli şiirindeki hasrete, mutsuzluk demek mümkün mü?
“…
Aynı daldaydık, aynı daldaydık,
Aynı daldan düşüp ayrıldık,
Aramızda yüzyıllık zaman,
Yol yüz yıllık.
Yüzyıldır alaca karanlıkta koşuyorum ardından.”
Lokman Hekim’in aşka dair bir sözünü hatırlamadan geçmek olmaz.
“Aşk olmayınca denk olmaz. Aşk olmayınca renk olmaz. Aşk olmayınca melek olmaz. Hiç şüphe yok hayat aşktan ve ümitten ibarettir.”
Eflatun’un; “Aşk bir sırdır.”
Voltaire’in; “Aşk kalbin güneşidir.”
Fuzuli’nin; “Aşk imiş âlemde her ne var.”
Hugo’nun “Aşk ikiyken bir olmak demektir.”
Yakın zamanlarda ise, pek çok çağdaşımız olan yazarın, mutlu aşk özlemiyle yazdığı denemeler, şiirler, öyküler, sinema ve tiyatro yapıtlarıyla; aşk üzerine hâlâ soluk alıp verebilen insanın ne hissettiğini görebilmek mümkün.
Edebiyat dünyasının ne kadar aşkla haşır neşir olduğunu birkaç örnek bile sanırım anlatmaya yetiyor. Hele romancılar, aşk bahsi üzerine yazmaya başladıklarında, yüzlerce sayfada kendilerini durduramadıkları muhteşem eserlere imza atmışlar. Onların isimlerini burada saymaya ne bu yazının sınırlı imkânları yeter, ne de aslında bir bir sayıp dökmeye gerek var. Aşkı bir romanın sayfalarında koklamak istediğinizde, en yakın kitapçının vitrini, bu isteğinizi gerçekleştirmeniz için size sonsuz imkânlar sunabilir.
“Aşırı sevgi ve bağlılık duygusu, sevi.”
Hayat keşke sözlükler kadar kesin ve kestirme olsa. Ancak öyle olmadığını insanlık varolduğundan beri ispatlayıp duruyor!
Edebiyat, belki buna benzer tanımlardan yola çıkarak ama tanımı çok aşacak düzeyde aşk üzerine düşünmüş. Aşkı; şiirlere, romanlara, tiyatro yapıtlarına, sinemaya, şarkılara taşıyıp durmuş. Bu çaba hiç durmadan ve olaya her tarafından bakılarak yapıla gelmiş.
Antik Yunan’dan Shakespeare’e, Fuzuli’den Molliere’e, Nazım Hikmet’ten Necip Fazıl’a kadar kim söz söylemeye kendisini mecbur hissetmişse, mutlaka aşka dair, hüzünlü ya da umut vadeden bir iki satır söylemeden duramamış.
Çok kabaca hafızalarımızı tazeleyip, bugüne gelmekte fayda var. Unutmamak gerekir ki, asıl meselemiz aşkın tarihçesinden yola çıkarak, mutlu aşka ulaşmak çabasından başka bir şey değil. İşte size aşk ateşinin içerisinde kavrulmayı zevke dönüştürmüş ve adını tarihe kazımış edebiyatçılardan birkaç örnek.
Hayyam, dörtlüklerinde kendi dünyasında aşkın anlamını aramış durmuş;
“Aşk bir beladır, ama Tanrıdan gelme;
Halk neden karşı kor Tanrı emrine?
Bize her şeyi yaptıran kendi madem,
Kulu sorguya çekmenin âlemi ne?”
Necip Fazıl, ‘Beklenen’ isimli şiirinde, aşkı bekleyenin ağzından anlatıyor;
“Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar,
Ne de şeytan bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
…”
Peki, Nazım Hikmet’in ‘Hasret’ isimli şiirindeki hasrete, mutsuzluk demek mümkün mü?
“…
Aynı daldaydık, aynı daldaydık,
Aynı daldan düşüp ayrıldık,
Aramızda yüzyıllık zaman,
Yol yüz yıllık.
Yüzyıldır alaca karanlıkta koşuyorum ardından.”
Lokman Hekim’in aşka dair bir sözünü hatırlamadan geçmek olmaz.
“Aşk olmayınca denk olmaz. Aşk olmayınca renk olmaz. Aşk olmayınca melek olmaz. Hiç şüphe yok hayat aşktan ve ümitten ibarettir.”
Eflatun’un; “Aşk bir sırdır.”
Voltaire’in; “Aşk kalbin güneşidir.”
Fuzuli’nin; “Aşk imiş âlemde her ne var.”
Hugo’nun “Aşk ikiyken bir olmak demektir.”
Yakın zamanlarda ise, pek çok çağdaşımız olan yazarın, mutlu aşk özlemiyle yazdığı denemeler, şiirler, öyküler, sinema ve tiyatro yapıtlarıyla; aşk üzerine hâlâ soluk alıp verebilen insanın ne hissettiğini görebilmek mümkün.
Edebiyat dünyasının ne kadar aşkla haşır neşir olduğunu birkaç örnek bile sanırım anlatmaya yetiyor. Hele romancılar, aşk bahsi üzerine yazmaya başladıklarında, yüzlerce sayfada kendilerini durduramadıkları muhteşem eserlere imza atmışlar. Onların isimlerini burada saymaya ne bu yazının sınırlı imkânları yeter, ne de aslında bir bir sayıp dökmeye gerek var. Aşkı bir romanın sayfalarında koklamak istediğinizde, en yakın kitapçının vitrini, bu isteğinizi gerçekleştirmeniz için size sonsuz imkânlar sunabilir.