
(4 Nisan-Salı günü yayımlanan yazının devamı)
Eğitim fakültelerinin saygın hocaları,
Organizasyon kültürünü, organizasyonlarda kaliteyi yükselten etkenleri -onların branşları ne olursa olsun ve sizin verdiğiniz ders ne olursa olsun- kavratın öğretmen adaylarına. Bu sorumluluk, fakültedeki bir tek öğretmenin üzerine yıkılamayacak kadar büyük bir sorumluluk. Lütfen siz de hissenize düşen bölümünü alın, organizasyon örnekleri gerçekleştirin.
Biliniz ki öğrencileriniz, birer öğretmen olarak atandıkları okullarda en çok bu bilgilerin eksikliğini yaşıyorlar. En fazla bu konulardaki deneyimsizliklerinden ötürü zaman kaybediyorlar veya inançlarını, idealizmlerini yitiriyorlar!
Öğretmen adaylarına aktaracağınız teorik bilgilere gelince…
Bu, işin belki de en kolay yanı. Her ne kadar KPSS alan sınavlarının sonuçları tüylerimizi ürpertse de biliyoruz ki esasında bu bağlamda fazla karamsar olmamıza gerek yok; zira öğretmen adayları, sizin ilk tuğlalarını ördüğünüz teorik birikimlerini sınıf huzurunda iyice büyütüp birer abidevî binaya dönüştürünceye dek sınıfları dolduran afacanlar, tabletlerinden ya da yanlarından hiç ayırmadıkları android telefonlardan yararlanıp doğru teorilerin yerini-yönünü bulabiliyorlar. Velev ki öğretmenleri yanlış tanımlar yapsın, birkaç problemi hatalı çözsün…
Lütfen kitaplar dolusu bilgiyi küçümsediğimi ya da kirli, dezenforme edilmiş network kaynaklarını gereğinden fazla yücelttiğimi düşünmeyin. Rahat olun. 25 yıllık öğretmenlik yaşamımıda bir tanımı ya da formülü bilmediği için çığırından çıkmış, sonrasında hayatı ıskalamış bir tek öğrenciye veya sınıfa rastlamış değilim. Birkaç trajik sınav hikâyesi dışında bunun örneğini başka öğretmenlerden de işitmedim. Esas risk, bu paragrafın öncesinde sözünü ettiğim öncelikli gereksinimlerle ilgili olarak ortaya çıkıyor hep.
Birinci dereceden önem taşıyan şeyler, daima önce ruhla, duyguyla, inançla ve ideallerle ilgili olanlar…
İnsanla ilgili olanlar…
***
Şimdi…
Biliyoruz ki anakentlerin göbeğindeki yerleşkelere mahpus halde iken taşrayı, köyü-kasabayı değiştirecek insanı yetiştirmek kolay değildir.
Keza; daha ikinci sınıfa geçmediği halde ‘Fakülteyi bitirince iş bulabilecek miyim?’ depresyonuna giren öğrencilerinizi mutlu bir geleceğe inandırmanız da kolay iş değildir!
Türkiye’deki 4 işsizden 1’inin üniversite mezunu olduğu, eğitim fakültesi mezunlarının geçtiğimiz 5 yıl itibariyle ancak % 20’sinin (her 5 eğitim fakültesi mezunundan sadece 1’inin) mezun olduğu yıl devlete veya özel sektöre ait öğretim kurumlarında iş bulabildiği bir ortamda sizden istediklerimiz -daha doğrusu idealist toplumsal beklentiler- gözümüze çok da gerçekçi beklentiler gibi gözükmez.
Bununla da kalmıyor:
24 Mart 2016 günü Hürriyet’te ‘Eğitim Fakültelerinin Dört Sorunu’ başlıklı çok önemli bir dosya yayımlanmıştı. Üzerinden kelimenin tam anlamıyla ‘olağanüstü’ bir yıl geçti ve bu koşullarda ne yazık ki biz o dosyanın eğitim siyasetine yön verilen platformlarda tartışıldığına tanık olamadık. Andığım dosyanın girişinde ‘Uzmanlara göre eğitim fakültelerinde niteliğin artırılması için daha fazla kaliteli akademisyene ve güncel müfredatlara acilen ihtiyaç duyuluyor!’ deniyordu. Bu, bir kırmızı alarmdı.
Zaman geçti, ‘nicelik’ arttı. O günden bugüne yeni eğitim fakülteleri ya da var olan eğitim fakültelerinin yeni bölümleri açıldı; ama altı çizilen sorunlar bağlamında ‘nitelik’ iyileşmesini sağlayacak ne yapıldı, doğrusu bilemiyoruz.
Hürriyet’in o dosyasında eğitim fakültelerinin iki önemli sorununun daha altı çiziliyordu: ‘Eğitim fakültesi mezunları dışındakilere formasyon verilmesi kontrol altına alınmalı ve hangi alanda kaç öğretmene ihtiyaç duyduğumuz iyi hesaplanmalı’.
Açıkça görünüyor ki dosya, güncelliğini koruyor.
Hatta bu dört teknik ihtiyaç ve ‘akademisyenlerin öğrencilerine örnek teşkil edecek fikri, vicdani, bilimsel bağımsızlıkları meselesi’ şimdi geçmişe oranla çok daha fazlar önem kazanmış durumda.
Sizler, eğitim fakültelerinin saygıdeğer hocaları,
sizin işiniz, daha doğrusu ‘birer derviş olarak sorumluluğunuz’, teknik ihtiyaçlar giderilinceye kadar da, her şeye rağmen, iyiye odaklanmak, iyi ürün vermek.
Olabilecek en iyi ürünü vermek…
Bunun için de imkânın ötesine geçebilmek…
Öğrencilerinizin örnek alacağı ilk özelliğiniz kariyer çizginizin üzerinde konumlanacak bu ‘her şeye rağmen’ ölçütü olacaktır, emin olun.
Siz ‘her şeye rağmen’ başarırsanız, onlar da başaracaklar!
Siz ‘her şeye rağmen’ doğruya ulaşırsanız, onlar da ulaşacaklar!
Ve onların öğrencileri de…
Fisyon dediğimiz işte budur ve bu çoğalma reaksiyonu, zannedildiği gibi ilkokul-ortaokul sıralarında değil, öğretmen yetiştiren kurumların dersliklerinde başlar.
Eğitim fakültelerinin saygın hocaları,
Organizasyon kültürünü, organizasyonlarda kaliteyi yükselten etkenleri -onların branşları ne olursa olsun ve sizin verdiğiniz ders ne olursa olsun- kavratın öğretmen adaylarına. Bu sorumluluk, fakültedeki bir tek öğretmenin üzerine yıkılamayacak kadar büyük bir sorumluluk. Lütfen siz de hissenize düşen bölümünü alın, organizasyon örnekleri gerçekleştirin.
Biliniz ki öğrencileriniz, birer öğretmen olarak atandıkları okullarda en çok bu bilgilerin eksikliğini yaşıyorlar. En fazla bu konulardaki deneyimsizliklerinden ötürü zaman kaybediyorlar veya inançlarını, idealizmlerini yitiriyorlar!
Öğretmen adaylarına aktaracağınız teorik bilgilere gelince…
Bu, işin belki de en kolay yanı. Her ne kadar KPSS alan sınavlarının sonuçları tüylerimizi ürpertse de biliyoruz ki esasında bu bağlamda fazla karamsar olmamıza gerek yok; zira öğretmen adayları, sizin ilk tuğlalarını ördüğünüz teorik birikimlerini sınıf huzurunda iyice büyütüp birer abidevî binaya dönüştürünceye dek sınıfları dolduran afacanlar, tabletlerinden ya da yanlarından hiç ayırmadıkları android telefonlardan yararlanıp doğru teorilerin yerini-yönünü bulabiliyorlar. Velev ki öğretmenleri yanlış tanımlar yapsın, birkaç problemi hatalı çözsün…
Lütfen kitaplar dolusu bilgiyi küçümsediğimi ya da kirli, dezenforme edilmiş network kaynaklarını gereğinden fazla yücelttiğimi düşünmeyin. Rahat olun. 25 yıllık öğretmenlik yaşamımıda bir tanımı ya da formülü bilmediği için çığırından çıkmış, sonrasında hayatı ıskalamış bir tek öğrenciye veya sınıfa rastlamış değilim. Birkaç trajik sınav hikâyesi dışında bunun örneğini başka öğretmenlerden de işitmedim. Esas risk, bu paragrafın öncesinde sözünü ettiğim öncelikli gereksinimlerle ilgili olarak ortaya çıkıyor hep.
Birinci dereceden önem taşıyan şeyler, daima önce ruhla, duyguyla, inançla ve ideallerle ilgili olanlar…
İnsanla ilgili olanlar…
***
Şimdi…
Biliyoruz ki anakentlerin göbeğindeki yerleşkelere mahpus halde iken taşrayı, köyü-kasabayı değiştirecek insanı yetiştirmek kolay değildir.
Keza; daha ikinci sınıfa geçmediği halde ‘Fakülteyi bitirince iş bulabilecek miyim?’ depresyonuna giren öğrencilerinizi mutlu bir geleceğe inandırmanız da kolay iş değildir!
Türkiye’deki 4 işsizden 1’inin üniversite mezunu olduğu, eğitim fakültesi mezunlarının geçtiğimiz 5 yıl itibariyle ancak % 20’sinin (her 5 eğitim fakültesi mezunundan sadece 1’inin) mezun olduğu yıl devlete veya özel sektöre ait öğretim kurumlarında iş bulabildiği bir ortamda sizden istediklerimiz -daha doğrusu idealist toplumsal beklentiler- gözümüze çok da gerçekçi beklentiler gibi gözükmez.
Bununla da kalmıyor:
24 Mart 2016 günü Hürriyet’te ‘Eğitim Fakültelerinin Dört Sorunu’ başlıklı çok önemli bir dosya yayımlanmıştı. Üzerinden kelimenin tam anlamıyla ‘olağanüstü’ bir yıl geçti ve bu koşullarda ne yazık ki biz o dosyanın eğitim siyasetine yön verilen platformlarda tartışıldığına tanık olamadık. Andığım dosyanın girişinde ‘Uzmanlara göre eğitim fakültelerinde niteliğin artırılması için daha fazla kaliteli akademisyene ve güncel müfredatlara acilen ihtiyaç duyuluyor!’ deniyordu. Bu, bir kırmızı alarmdı.
Zaman geçti, ‘nicelik’ arttı. O günden bugüne yeni eğitim fakülteleri ya da var olan eğitim fakültelerinin yeni bölümleri açıldı; ama altı çizilen sorunlar bağlamında ‘nitelik’ iyileşmesini sağlayacak ne yapıldı, doğrusu bilemiyoruz.
Hürriyet’in o dosyasında eğitim fakültelerinin iki önemli sorununun daha altı çiziliyordu: ‘Eğitim fakültesi mezunları dışındakilere formasyon verilmesi kontrol altına alınmalı ve hangi alanda kaç öğretmene ihtiyaç duyduğumuz iyi hesaplanmalı’.
Açıkça görünüyor ki dosya, güncelliğini koruyor.
Hatta bu dört teknik ihtiyaç ve ‘akademisyenlerin öğrencilerine örnek teşkil edecek fikri, vicdani, bilimsel bağımsızlıkları meselesi’ şimdi geçmişe oranla çok daha fazlar önem kazanmış durumda.
Sizler, eğitim fakültelerinin saygıdeğer hocaları,
sizin işiniz, daha doğrusu ‘birer derviş olarak sorumluluğunuz’, teknik ihtiyaçlar giderilinceye kadar da, her şeye rağmen, iyiye odaklanmak, iyi ürün vermek.
Olabilecek en iyi ürünü vermek…
Bunun için de imkânın ötesine geçebilmek…
Öğrencilerinizin örnek alacağı ilk özelliğiniz kariyer çizginizin üzerinde konumlanacak bu ‘her şeye rağmen’ ölçütü olacaktır, emin olun.
Siz ‘her şeye rağmen’ başarırsanız, onlar da başaracaklar!
Siz ‘her şeye rağmen’ doğruya ulaşırsanız, onlar da ulaşacaklar!
Ve onların öğrencileri de…
Fisyon dediğimiz işte budur ve bu çoğalma reaksiyonu, zannedildiği gibi ilkokul-ortaokul sıralarında değil, öğretmen yetiştiren kurumların dersliklerinde başlar.