
11 Eylül 2001 günü New York'ta Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kuleleri yolcu uçaklarıyla vurulduğunda üst katlarda sıkışıp kalan çaresiz insanların, gözlerini ufka dikip bir süper kahramanın gelişini bekledikleri söylenir.
Süperman, Örümcek Adam ya da Fantastik Dörtlü uçarak gelecek, yangını üfleyerek söndürecek, yüzlerce insanı o cehennemin içerisinden çekip çıkaracaktır…
Güya…
Biz şimdi ‘güya’ diye küçümsüyoruz o ümidi; ama o gün, kulelerde ölen 2 bin 606 kişinin içerisinde bunu büyük ciddiyetle bekleyenler olmuştu…
Filmlerle örülmüş dünyaya o kadar inanmıştı insanlar...
Ve bugün biz saat bazında değişen bir ‘Total Cases-New Death’ grafiğine bakıp İtalya'yla Çin'i karşılaştırırken ve gerçek hayatta belki de ilk kez 'Ne olacağız?' kaygısıyla bu denli yakından yüzleşirken; apaçık bir beklenti içerisindeyiz:
Bir olağanüstü güç, bir süper kahraman…
Bir yerlerden çıkıp gelsin ve bizi kurtarsın...
Ama elbette insanlık, sadece 11 Eylül’den değil, 2001’den sonra tanık olduğumuz en az 11 Eylül kadar dramatik, dehşet verici, kuşku uyandırıcı onlarca başka felaketten, yıkımdan, kıyımdan sonra Süperman’in gelip bizi kurtarmayacağını artık iyi biliyor.
Şimdi yolunu gözlediğimiz kahraman kim peki?
O kahraman; bu küresel krizi bilim ve akılla, din-ırk-ülke ayrımı yapmadan, tırmanan kaosun önüne geçerek, en önemlisi proaktivite (olay vuku bulmadan adım atma) yeteneğiyle yönetecek bir lider ve onunla birlikte laboratuvarından ‘Müjde ey insanlık!’ diye bağıracak bir bilim insanı…
Beklediğimiz süper kahraman, işte bu ikisi…
***
Benim de içinde yer aldığım bir kesimin ‘kabullenilmiş gerçeği’ şu:
Salgını yenmek için şimdilik en önemli yöntemimiz ‘bölünüp parçalara ayrılıp, birbirimizden uzaklaşıp, vadeli bir yalnızlığa gömülmek’ olsa da krizden çıkışın ve kurtuluşun tek yolu -fiziksel olmasa da mental ya da diplomatik açılardan- ‘bir araya gelmek, kaynaşmak’…
Kurtuluşun tek yolu bu. Bizce…
Dünyanın uzaylılara karşı verdiği mücadeleyi ve oradaki kader birliğini anlatan filmleri düşünün (Gülmeyin, ben çok ciddiyim. O filmler gerçekten ilham verici…)
O göz yaşartıcı kader birliği için ne bilime de inançlara da aynı anda yüzümüzü çevirmemiz mümkün; bilim insanlarının önünü açarak ve bilimin bulacağı çareyi şimdiden kutsayarak; o güne kadar da inançlarımızın gerektirdiği metaneti, temizliği, sabrı, dayanışmayı, merhameti, itaati sergileyerek ve hiç kimseyi ‘o öyle inanıyor’ diye küçümsemeyerek çıkışa doğru ilerlememiz gerekiyor.
Bazılarınız ‘Zaten öyleyiz, sen dert etme’ diyorsunuzdur, eyvallah!
Bazılarınız da ‘O dediğin hayatta mümkün değil’ diye önerimi hafife alıyorsunuzdur belki.
Ve fakat bu ikisi -din ve bilim veya inanç ve akıl- birbirine neden düşman olsun ki? Siyahla beyaz bile uzlaşıp griyi doğurmuyor mu? Kadınla erkek, geceyle gündüz, zehirle panzehir bir yerde buluşabiliyorsa esasen zıt bile olmayan bu ikisi niye uzlaşamasın?
Uzlaşır; ama elbette yoğun emekle…
Dolayısıyla insanlığın bu badireyi atlatması için tıpkı sağlıkçılar, siyaset adamları, öğretmenler, bilim insanları gibi din adamlarına, aklıselim imamlara da çok ihtiyacı var.
Bir Müslüman aleminde, bir bizde mi?
Tüm inanç coğrafyalarında, tüm kültürlerde, tüm dinlerde ihtiyaç var:
Kışkırtmayan, teskin eden...
Ayrıştırmayan, birleştiren...
Ortak değerleri görüp insanları o muhteşem vahalara çeken, bir yerde buluşturan...
Korkutmayan, kışkırtmayan, terörün her çeşidini lanetleyen, insanlara umut aşılayan ve 'Bilime güvenelim!' diyen, diyebilen din adamları, imamlar, hocalar, papazlar, hahamlar...
İnsanlık bir virüsün kurduğu şu Sır’at simülasyonunun üzerinden geçerken öyle inanç liderleri de en az sağlıkçılar, siyaset adamları, öğretmenler, bilim insanları kadar önemli !..
***
Geçtiğimiz hafta İzmir’den bir doktor, Operatör Doktor Hüsrev Çetin, sosyal medyada saatler içerisinde hit olan harika bir metin, bir çeşit manifesto paylaştı.
“Gözle görülmeyen küçük bir canlı, ders veriyor insana, insanlığa…” diyordu Dr. Çetin ilk cümlesinde.
Ve şöyle devam ediyordu:
“Korona’nın Adaleti' diyorum ben buna.
Yarasaya dokunmuyor, insanı öldürüyor. Giymiş tacını başına, kim efendi gösteriyor. Bakmıyor, kimsenin gözünün yaşına, kılık kıyafetine. Son model arabasına, bankadaki hesabına...
Hepimizin gözlerindeki korku aynı, ölüm korkusu.
Market tezgahlarına saldırışımız aynı. Kalmadı fareden farkımız, telaşla kaçışımız aynı.
Sınır tanımıyor Korona…
Uzak Asya’dan Amerika’ya, Kuzey Avrupa’dan, Afrika’ya. Herkes eşit korkuyor. Fakir köylü, zengin tüccar, sıradan işçi, zalim diktatör…
Kıyametin provasını yapıyor adeta.
Önemi kalmıyor hiçbir şeyin, hayatta kalmaktan başka. Kendini her şeyden üstün gören, Dünyanın efendisi insan, nerede o devasa kudretin?..
Bu kadar mıydı o yenilmez gücün, kuvvetin?
Hey Amerika! Nerede o nükleer başlıklı füzelerin? Herkesi öldürmekle tehdit ettiğin.
Ey koca Rusya! Kapatsana çelik ve soğuk duvarlarını, girmesin içeri kimse.
(…)
Tepeden konuşurken insanlık, düşmanı sanırken biri diğerini…
Ders almalı artık bundan.
Ne kadar zayıf ve ne kadar kırılgan.
Gözle görülenden korkmazken, göze görülmeyenden yok olma ihtimalinden.
Korona, hepimize öğretti adaleti...
Hepimizin eşit olduğunu, ne kadar zayıf olduğumuzu.
Kendine gel artık! Dersini al bu küçük virüsten. Bırakın böbürlenmeyi, birbirinizle savaşmayı…
Kim bilir daha tehlikeli başka neler bekliyor seni?
Bırak harcamayı paranı, silaha, petrole, savaşa.
Ortak kullanalım dünyanın nimetlerini. Yemesin bir Alman, Afrikalıdan daha çok; giymesin bir İngiliz, Bangladeşli çocuğun diktiği kıyafeti.
Bugün belki el çektiriyor birbirimizden, mutlaka yarın, el ele tutuşmalıyız! yeniden.
Teşekkür etmeliyiz belki de bu küçük taçlı canlıya.
Hırsımızı indirir, vicdanlarımızı iktidara getirir belki de…
Kim bilir belki bir fırsattır, yeni bir dünya düzenine…”
***
Köhne sömürü düzeninden herkes bu kadar yılmışken…
Olur mu böyle bir şey, Bilge Doktor Çetin haklı çıkabilir mi?
Kim bilir?
Olur mu olur…
Süperman, Örümcek Adam ya da Fantastik Dörtlü uçarak gelecek, yangını üfleyerek söndürecek, yüzlerce insanı o cehennemin içerisinden çekip çıkaracaktır…
Güya…
Biz şimdi ‘güya’ diye küçümsüyoruz o ümidi; ama o gün, kulelerde ölen 2 bin 606 kişinin içerisinde bunu büyük ciddiyetle bekleyenler olmuştu…
Filmlerle örülmüş dünyaya o kadar inanmıştı insanlar...
Ve bugün biz saat bazında değişen bir ‘Total Cases-New Death’ grafiğine bakıp İtalya'yla Çin'i karşılaştırırken ve gerçek hayatta belki de ilk kez 'Ne olacağız?' kaygısıyla bu denli yakından yüzleşirken; apaçık bir beklenti içerisindeyiz:
Bir olağanüstü güç, bir süper kahraman…
Bir yerlerden çıkıp gelsin ve bizi kurtarsın...
Ama elbette insanlık, sadece 11 Eylül’den değil, 2001’den sonra tanık olduğumuz en az 11 Eylül kadar dramatik, dehşet verici, kuşku uyandırıcı onlarca başka felaketten, yıkımdan, kıyımdan sonra Süperman’in gelip bizi kurtarmayacağını artık iyi biliyor.
Şimdi yolunu gözlediğimiz kahraman kim peki?
O kahraman; bu küresel krizi bilim ve akılla, din-ırk-ülke ayrımı yapmadan, tırmanan kaosun önüne geçerek, en önemlisi proaktivite (olay vuku bulmadan adım atma) yeteneğiyle yönetecek bir lider ve onunla birlikte laboratuvarından ‘Müjde ey insanlık!’ diye bağıracak bir bilim insanı…
Beklediğimiz süper kahraman, işte bu ikisi…
***
Benim de içinde yer aldığım bir kesimin ‘kabullenilmiş gerçeği’ şu:
Salgını yenmek için şimdilik en önemli yöntemimiz ‘bölünüp parçalara ayrılıp, birbirimizden uzaklaşıp, vadeli bir yalnızlığa gömülmek’ olsa da krizden çıkışın ve kurtuluşun tek yolu -fiziksel olmasa da mental ya da diplomatik açılardan- ‘bir araya gelmek, kaynaşmak’…
Kurtuluşun tek yolu bu. Bizce…
Dünyanın uzaylılara karşı verdiği mücadeleyi ve oradaki kader birliğini anlatan filmleri düşünün (Gülmeyin, ben çok ciddiyim. O filmler gerçekten ilham verici…)
O göz yaşartıcı kader birliği için ne bilime de inançlara da aynı anda yüzümüzü çevirmemiz mümkün; bilim insanlarının önünü açarak ve bilimin bulacağı çareyi şimdiden kutsayarak; o güne kadar da inançlarımızın gerektirdiği metaneti, temizliği, sabrı, dayanışmayı, merhameti, itaati sergileyerek ve hiç kimseyi ‘o öyle inanıyor’ diye küçümsemeyerek çıkışa doğru ilerlememiz gerekiyor.
Bazılarınız ‘Zaten öyleyiz, sen dert etme’ diyorsunuzdur, eyvallah!
Bazılarınız da ‘O dediğin hayatta mümkün değil’ diye önerimi hafife alıyorsunuzdur belki.
Ve fakat bu ikisi -din ve bilim veya inanç ve akıl- birbirine neden düşman olsun ki? Siyahla beyaz bile uzlaşıp griyi doğurmuyor mu? Kadınla erkek, geceyle gündüz, zehirle panzehir bir yerde buluşabiliyorsa esasen zıt bile olmayan bu ikisi niye uzlaşamasın?
Uzlaşır; ama elbette yoğun emekle…
Dolayısıyla insanlığın bu badireyi atlatması için tıpkı sağlıkçılar, siyaset adamları, öğretmenler, bilim insanları gibi din adamlarına, aklıselim imamlara da çok ihtiyacı var.
Bir Müslüman aleminde, bir bizde mi?
Tüm inanç coğrafyalarında, tüm kültürlerde, tüm dinlerde ihtiyaç var:
Kışkırtmayan, teskin eden...
Ayrıştırmayan, birleştiren...
Ortak değerleri görüp insanları o muhteşem vahalara çeken, bir yerde buluşturan...
Korkutmayan, kışkırtmayan, terörün her çeşidini lanetleyen, insanlara umut aşılayan ve 'Bilime güvenelim!' diyen, diyebilen din adamları, imamlar, hocalar, papazlar, hahamlar...
İnsanlık bir virüsün kurduğu şu Sır’at simülasyonunun üzerinden geçerken öyle inanç liderleri de en az sağlıkçılar, siyaset adamları, öğretmenler, bilim insanları kadar önemli !..
***
Geçtiğimiz hafta İzmir’den bir doktor, Operatör Doktor Hüsrev Çetin, sosyal medyada saatler içerisinde hit olan harika bir metin, bir çeşit manifesto paylaştı.
“Gözle görülmeyen küçük bir canlı, ders veriyor insana, insanlığa…” diyordu Dr. Çetin ilk cümlesinde.
Ve şöyle devam ediyordu:
“Korona’nın Adaleti' diyorum ben buna.
Yarasaya dokunmuyor, insanı öldürüyor. Giymiş tacını başına, kim efendi gösteriyor. Bakmıyor, kimsenin gözünün yaşına, kılık kıyafetine. Son model arabasına, bankadaki hesabına...
Hepimizin gözlerindeki korku aynı, ölüm korkusu.
Market tezgahlarına saldırışımız aynı. Kalmadı fareden farkımız, telaşla kaçışımız aynı.
Sınır tanımıyor Korona…
Uzak Asya’dan Amerika’ya, Kuzey Avrupa’dan, Afrika’ya. Herkes eşit korkuyor. Fakir köylü, zengin tüccar, sıradan işçi, zalim diktatör…
Kıyametin provasını yapıyor adeta.
Önemi kalmıyor hiçbir şeyin, hayatta kalmaktan başka. Kendini her şeyden üstün gören, Dünyanın efendisi insan, nerede o devasa kudretin?..
Bu kadar mıydı o yenilmez gücün, kuvvetin?
Hey Amerika! Nerede o nükleer başlıklı füzelerin? Herkesi öldürmekle tehdit ettiğin.
Ey koca Rusya! Kapatsana çelik ve soğuk duvarlarını, girmesin içeri kimse.
(…)
Tepeden konuşurken insanlık, düşmanı sanırken biri diğerini…
Ders almalı artık bundan.
Ne kadar zayıf ve ne kadar kırılgan.
Gözle görülenden korkmazken, göze görülmeyenden yok olma ihtimalinden.
Korona, hepimize öğretti adaleti...
Hepimizin eşit olduğunu, ne kadar zayıf olduğumuzu.
Kendine gel artık! Dersini al bu küçük virüsten. Bırakın böbürlenmeyi, birbirinizle savaşmayı…
Kim bilir daha tehlikeli başka neler bekliyor seni?
Bırak harcamayı paranı, silaha, petrole, savaşa.
Ortak kullanalım dünyanın nimetlerini. Yemesin bir Alman, Afrikalıdan daha çok; giymesin bir İngiliz, Bangladeşli çocuğun diktiği kıyafeti.
Bugün belki el çektiriyor birbirimizden, mutlaka yarın, el ele tutuşmalıyız! yeniden.
Teşekkür etmeliyiz belki de bu küçük taçlı canlıya.
Hırsımızı indirir, vicdanlarımızı iktidara getirir belki de…
Kim bilir belki bir fırsattır, yeni bir dünya düzenine…”
***
Köhne sömürü düzeninden herkes bu kadar yılmışken…
Olur mu böyle bir şey, Bilge Doktor Çetin haklı çıkabilir mi?
Kim bilir?
Olur mu olur…