
Babam ve Nazım Amca o günün gece saat kaçlara kadar sohbet etiler onu evde hiç kimse bilmiyordu. Gecenin geç bir vaktinde kalktığımda iki dostun sohbetinin devam ettiğini görmüş tekrar yatağıma geri dönmüştüm. Ne kadar mutluydular ki zaman onlar için artık ortadan kalkmıştı. Sabah olunca bu muhabbetin kaynağını artık onlara soracaktım. Aralarındaki sır neydi? Onları bu kadar birbirine bağlayan o sevginin başlangıcı nasıl olmuştu? Yıllar geçmesine rağmen eskimeyen ve canlı kalan bu can kardeşliğin sebebi neydi? Nice sorular kafamda idi ve ben yarının olmasını güneşin doğmasını bekliyordum. Sabah olmuş ve annem erkenden kalkmıştı. Misafirlerin uyanmaması için herkes elinden geleni yapıyordu. Yol yorgun idiler hele Nazım Amca o akşam hiç uyumamıştı. Babam erkenden kalkmış, dükkândan sıcak ekmekleri alıp gelmişti. Annemin neler hazırladığını kontrol içinde ara sıra mutfağa girip çıkıyordu. İki katlı evin ikinci katında biz, alt katta ise amcam oturuyordu. İki oda, odanın birinde ise iç içe geçmiş iki oda vardı. Ortada açık bir alanımız, mutfak ve lavabo, tuvalette oluşan küçük ama nice güzelliklerin yaşandığı bir evimiz vardı. Merdivenlerle çıkardık üst kata ve merdivenler üzerinde kırmızı halı sarılıydı. Kaç kere oradan aşağıya yuvarlanmış ve canımız acımıştı inanın hiç bilmezdik. O merdivenlerden genelde çocukken düşerdik. Büyüdükçe merdivenler bizim daha çok yarış yaptığımız alan olurdu. Bir dönem alt katta dedemler oturduğu dönemlerde iki kat arasında bölme yoktu. Yıllar sonra babam arayı tuğla ile örmüş ve ayrı iki kapıdan evlere girer olmuştuk. Bizim taraftan kapı açılmış kısa bir avludan sonra merdivenin başına gelir olmuştuk. Sokakta oynarken hele de yaz aylarında evin kapısı açık olurdu. Hızlıca eve girer merdiven başına gelir oradan annemden ekmek veya su isterdik. Bazen annem ta alt merdivene kadar istediklerimizi bize getirir, bazen de merdivenin üst basamaklarından birine koyardı. İşte o bizim için beklenilmeyen bir durum olurdu. Dizlerimizin üzerinde ayakkabılarımızı çıkarmadan su veya ekmeğin olduğu merdivene kadar tırmanır oradan onları alır yine aynı şekilde inerdik. Çoğu zamanda merdiven halısına ayak izlerini bırakır öyle inerdik. O zamanda eve vardığımızda annemden işittiğimiz azarlar peşi sıra gelirdi. Kadın haklıydı. Günde bu isteklerimiz defalarca olurdu. Hey gidi günle hey, gelmiş, yaşanmış ve izler bırakmış gitmişler. Bizlerde bu gün o güzel anıları hatırlıyor ve yâd ediyoruz.
Nazım Amca ve Şehriye Teyzeler uyanır uyanmaz hemen yanlarına vardık. Yer yataklarını hızlıca topladık ve anne örtülerin olduğu yere onları yerleştirdi. Gece rahat uyuyup uyumadıklarını sorduk. Onların memnun olması bizim için çok önemliydi. Hepsi tek bir ağızda rahat uyuduklarını ve Allah razı olsun dileklerini dile getirmişti. Odada yataklar kaldırıldıktan sonra hemen ablam elinde sofra bezi ile gelmişti. Hızlıca sofra bezini yere sardı. Bizde yer sofrasını aldık ve sofra bezinin üzerine koyduk. Mutfağa gidip hazırlanan kahvaltılıkları getirmeye başladık. Kahvaltı öncesi eller ve yüzler yıkandıktan sonra herkes büyükçe sofranın etrafında toplandı ve sohbete başladı. Erzurum’un çay kültürü, ramazan adetleri, keteler, mantılar ve su börekleri derken tüm kültürel değerler bir anda masaya yatırılmış oldu. Demlenen çaylar, Allah ne vermiş ise sofraya konulanlarla yenilmiş ve hoş sohbetler edilmişti. Babam, o yıllarda Araştırma hastanesinde çalışıyor boş vakitlerinde ise taksi durağımızda nafakasını kazanmaya çalışıyordu. Nazım Amcaya bu gün işe uğrayacağını ve öğleden sonra izin alıp geleceğini söyledi. Nazım Amca, sakin Haydarım bak bizim için işinden gücünden olma diye tembihlerde bulunuyordu. Senin işini hallet biz evimizdeyiz, sıkıntı yok diyordu. Ne kadar güzel bir anlayıştı. İkisi de birbirinin dilini anlıyor ve hayatlarını kolaylaştırıyorlardı. Babama, Nazım Amcaları o gün Erzurum’u dolaştırmak ve meşhur çağ kebabından tattırmak istiyordu. Palandöken Dağına çıkarmak ve büyük amcamın da yanına götürmek istiyordu. Ona göre bir plan yapılacak ve asker arkadaşıyla şehrinin güzelliklerini yaşayacaktı. Babam cömert bir adamdı. Gönlü zengin idi. Para ve pul peşinde olmazdı. Elinde ne varsa onu sevdikleriyle paylaşmayı severdi. Dünya malından gözü yoktu. Helalinden kazanmak ve harcamak ise tek derdi idi. Bizlere de bıraktığı en büyük miras buydu. Helalinden kazanın ve helalinden yiyin. Babamla, Nazım Amcanın dostluğunu ben Mehmet Akif’in Hasan Basri Çantay ile olan arkadaşlığına çok benzetirim. Peki, hangi yönden?
Nazım Amca ve Şehriye Teyzeler uyanır uyanmaz hemen yanlarına vardık. Yer yataklarını hızlıca topladık ve anne örtülerin olduğu yere onları yerleştirdi. Gece rahat uyuyup uyumadıklarını sorduk. Onların memnun olması bizim için çok önemliydi. Hepsi tek bir ağızda rahat uyuduklarını ve Allah razı olsun dileklerini dile getirmişti. Odada yataklar kaldırıldıktan sonra hemen ablam elinde sofra bezi ile gelmişti. Hızlıca sofra bezini yere sardı. Bizde yer sofrasını aldık ve sofra bezinin üzerine koyduk. Mutfağa gidip hazırlanan kahvaltılıkları getirmeye başladık. Kahvaltı öncesi eller ve yüzler yıkandıktan sonra herkes büyükçe sofranın etrafında toplandı ve sohbete başladı. Erzurum’un çay kültürü, ramazan adetleri, keteler, mantılar ve su börekleri derken tüm kültürel değerler bir anda masaya yatırılmış oldu. Demlenen çaylar, Allah ne vermiş ise sofraya konulanlarla yenilmiş ve hoş sohbetler edilmişti. Babam, o yıllarda Araştırma hastanesinde çalışıyor boş vakitlerinde ise taksi durağımızda nafakasını kazanmaya çalışıyordu. Nazım Amcaya bu gün işe uğrayacağını ve öğleden sonra izin alıp geleceğini söyledi. Nazım Amca, sakin Haydarım bak bizim için işinden gücünden olma diye tembihlerde bulunuyordu. Senin işini hallet biz evimizdeyiz, sıkıntı yok diyordu. Ne kadar güzel bir anlayıştı. İkisi de birbirinin dilini anlıyor ve hayatlarını kolaylaştırıyorlardı. Babama, Nazım Amcaları o gün Erzurum’u dolaştırmak ve meşhur çağ kebabından tattırmak istiyordu. Palandöken Dağına çıkarmak ve büyük amcamın da yanına götürmek istiyordu. Ona göre bir plan yapılacak ve asker arkadaşıyla şehrinin güzelliklerini yaşayacaktı. Babam cömert bir adamdı. Gönlü zengin idi. Para ve pul peşinde olmazdı. Elinde ne varsa onu sevdikleriyle paylaşmayı severdi. Dünya malından gözü yoktu. Helalinden kazanmak ve harcamak ise tek derdi idi. Bizlere de bıraktığı en büyük miras buydu. Helalinden kazanın ve helalinden yiyin. Babamla, Nazım Amcanın dostluğunu ben Mehmet Akif’in Hasan Basri Çantay ile olan arkadaşlığına çok benzetirim. Peki, hangi yönden?