
KARABAĞ esaretten kurtarıldı
Muhtemel gelişmeler!
İşgalci Ermenistan Türkiye ekonomisinden yararlanacak
Erzurumlu ihracatçılar Ermenistan’a mal satmaya başlayacak
1991 yılında Azerbaycan toprağı olan Karabağ’da hunharca kan döküp masum 1 milyon Azeri Türkünü yerlerinden yurtlarından eden, binlerce Müslüman Türk’ü öldüren terör devleti Ermenistan cephede yenildi. Hamisi Rusya araya girdi. İşgal altındaki toprakları boşaltacağını taahhüt ederek barış talep etti. Yapılan ön barışla Rusya bir kez daha Ermenistan’ı kurtardı! Ermenistan’ın aklı olan Ruslar onları cephede yenilmiş fakat masada ve süreç içerisinde kazanmışlar safına geçirmiş oldu. Mesela neler değişti yahut değişecek:
Kalıcı barıştan sonra Ermenistan değil 'Rusya Ermenistan'ı!' daha belirgin hâle gelecek!
Türkiye-Rusya Ermenistan’ı ilişkileri başlayacak; Ermenistan ekonomisi canlanacak; bölge illeriyle birlikte Erzurumlu ihracatçılar Ermenistan’a mal satmaya başlayacak.
Ermenilerin ikinci hamisi olan İran, Ermenistan'la olan ilişkilerini daha da sıkılaştıracak. Ancak; içinde 35 Milyon Türk nüfusu barındıran İran, Azerbaycan’a ve Türkiye’ye karşı daha dikkatli ve daha samimi bir politika ile yaklaşmaya başlayacak.

Öte yandan; Azerbaycan-Türkiye stratejik birlikteliği 'yekvücut'luğunu pekiştirecek.
Türkiye barışın tarafı olarak Karabağ'da kuvvet bulunduracak.
Nahcivan-Azerbaycan koridoru açılarak kara yoluyla Türkiye’nin Türk dünyası bağlantısı sağlanacak.
Türk askeri yeniden Kafkaslara çıkacak.
Bu ‘Turan’ için atılmış büyük bir adamı olacak…
DERS: ZOR OYUNU BOZAR!
Türkiye Devleti son on yıldır onlarca kalleş oyunu bozmuştur. Bunu başaran bilim ve teknoloji üretmeye başlayan gerçekten 'milli kuvvetlerin Türkiye'yi devralması' olmuştur. Türkiye'yi bölgesel aktör haline yükselten vatanperver insanların azmi ve istikameti bahar kelebeği gibi yüreğimizi heyecanlandırmaya devam ediyor.

Doğu Anadolu Gözlemevi (DAG) haberinin yankıları
Geçen Cumurtesi Erzurum Postası’nda manşetten yer alan “Doğu Anadolu Gözlemevi’nin ismi İbrahim Hakkı Gözlemevi olmalıdır” haber yorum yazısına çeşitli tepkiler geldi. Dönemin Rektörü Prof. Dr. Hikmet Koçak Bey aradı ve yazı için teşekkür etti. Sonra da bizim eksik bıraktığımız bir sürü hizmeti hatırlattı. DAG’ın kuruluş sürecinde A.Ü’nün Fizik Bölümü hocalarının, bilhassa Prof. Dr. Yusuf Şahin ve arkadaşlarının samimi gayretlerinden söz etti ve bu insanlarla DAG’ın şuandaki yerini tespit etmek için dağa çıkarak adım adım gezdiklerini ve mevcut yerde karar kılındığını, ayrıca tesise giden yolun yapımında, bazı altyapı çalışmalarında Büyükşehir Belediyesi’nin de önemli katkıları olduğunu zikretti Sn. Koçak. DAG etrafındaki arazinin istimlak edildiğini, Atatürk Üniversitesi’nin, bitme noktasına gelen DAG’ın şehirle birlikte mimarı olduğunu, maddi ve manevi olarak çok emek ve imkan harcandığını ve halen de harcanmakta olduğunu hatırlatan Koçak, ayrıca, ilk dönem evrakarı üzerinde, DAG’ın adının İbrahm Hakkı Gözlemevi olarak yazıldığını, fakat projenin resmi işlemlerinin DAG ismi altında yürütüldüğü için o şekilde kaldığını, İbrahim Hakkı isminin DAG’a mutlaka verilmesi gerektiğini ifade etti.
Prof. Dr. Hakan Kadıoğlu ve Prof. Dr. Ali Kurt Bey ise 1970’li yıllarda Rektör Kemal Bıyıkoğlu zamanında Erzurum Palandöken’de bir rasthane yapılması fikrinin gündeme getirildiğini, Sn. Kadoğlu bu konuyu ele alan bir yazısını bize gönderirken Sn. Kurt’ta, Erzurum Krnonolojisi adlı çalışmasında bu bilginin yer aldığını hatırlattı.
Prof. Dr. Uğur Yavuz Bey ise görüşlerini şu şekilde ifade etti: “Muhteşem bir fikir. İbrahim Hakkı Hazretleri Doğu Anadolu’nun Hacı Bayram Velisidir. Çok müstesna bir şahsiyettir. Onu sevenler, ona saygı duyanlar bile kıymetini yeterince anlayamamıştır. Oysa hala ‘Marifetname’de sıradan astronomik bilgiler vermiş ne olmuş ki!’ diyenler var. Sahip olduğu astronomik bilgiye ancak 21. yüzyılda zar zor ulaşabildiği gerçeği ise gözlerden kaçırılıyor. Gerçek kıymetinin az da olsa anlaşılabilmesi için çok yerinde bir adım olur…”
Ayrıca değerli Erurumlu şahsiyetler Yrd. Doç. Dr. Hasan Akdağ, Sn. Ahmet Kurt, Sn. Hüseyin Öz, Sn. Cahit Coşkun, Sn. Murat Başar, Sn. Faruk Ergat, Sn. Zülküf Usanmaz, Sn. Namik Taşkent ve Sn. Mahmut Sürmeli beyler de DAG’ın isminin değiştirilerek İbrahim Hakkı Gözlemevi konulması fikrini benimsemişlerdir.
Bu konuda insiyatif Atürk Üniversitesi’nin değerli Rektörü Prof. Dr. Ömer Çomaklı Bey ve DAG’ın yürütücülerindedir. Hükümetin de kendilerini destekleyeceği açıktır. Dünü bugüne bağlayacak ve Türk milletinin bilime açık yönüne bu vesileyle bir kere daha vurgulayacak DAG projesi isim değişikliğinin, tesisin hizmete gireceği 2021’den önce gerçekleşmesi, sadece Erzurum kamuoyunu değil, tüm Türkiye’yi sevindirecek, hattta vicdanlı dünya bilim insanları tarafından da İbrahim Hakkkı ismi taktir edilecektir.

ÇOCUĞUNUZ VARSA BU YAZIYI OKUYUN!
‘Şehir çocuğu’ nasıl yetiştirilir?
Bu konuda Erzurum’da gerek akademik camiada gerek sivil toplum içinde elbette sözü dinlenecek hali gözlenip ibret alınacak insan pek çoktur.
Sosyal medyadaki paylaşımlarından yola çıkarak bu şahıslardan birini, eğitimci, sosyal girişimci ve aktivist Murat Ertaş hocanın ‘şehirli çocuk nasıl yetiştirilir?’ soruma çocuklarını yetiştirirken izlediği yol etkili bir cevap gibi...
Sn. Ertaş, çoğumuzun yaptığı gibi, çocuklarının eline akıllı telefon gözlerine de TV ve internet verip kendi başına bırakmıyor. O, çocuklarını hem çağdaş gereksinimleri yüklenmeleri hem de ata dedelerine benzemeleri için ‘özel’ bir tarzda yetiştirmeye çalışıyor.
Resmi eğitim dışında, Ertaş Hoca, çocukları için ne mi yapıyor? Bir kere onları kendine temel bir ‘iş’ edinmiş. Dikkat buyurun; evlatlarının yetiştirilmesini bir iş olarak görüyor. ‘Ertaş çocuk eğitim modelinde’ şu hususlar yer alıyor: İhdas ettiği hobi bahçesinde çocuklarıyla tarım yapıyor, onlara tabiatı tanıtıyor. Ellerine kazma kürek alıp toprağı belliyor, bitkilere gübre atıp su suvarıyor; çapa yapıp ürün yetiştiriyor ve ürünleri hasat ediyorlar. Daha: Marangozhanelerinde çocuklarıyla çeşitli araç gereç üretiyorlar. Sonra; geziye çıkıp şehirleri tanıyorlar, atalar mirasını ve ören yerlerini geziyor, tarih ve kültür hakkında izah dinliyorlar. Başka? Çocuklarına yüzme öğretiyor Ertaş Hoca, ata bindiriyor, ineğe koyuna dokunduruyor, tavuğu horozu yemletiyor… Çocuklarına kitap okutuyor ve en önemlisi çocuklarına İslamî imanı ve İslamî ameli lisanen ve fiilen talim ediyor. Tabii çocuklar arada internete de giriyor ve TV’de izliyorlar… Yani çocuklarını çağdan koparmıyor, milli ve manevi değerlerle onları çağın kötülüklerine karşı donanımlı hale getirmeye çalışıyor.

Bu ülkede yaşayan ve çocuk sahibi olan her Müslüman ana babanın böyle manevi bir yükümlülüğü vardır, fakat belki ancak binde bir insan böyle temel bir işi, bir görevi olduğunun farkındadır. Çoğunluğun felsefesi, ‘çocuk mu? Saldım çayıra Mevlam kayıra!’ felsefesidir. Bu fasit felsefenin faturası ise her yıl biraz daha ağırlaşıyor. Heba olan nesiller hâlâ kimsenin gözünü açmıyor!
Bir ana babanın bu zamanda çocuklarına bu derece önem vermesi, onlara zaman ayırıp hayata hazırlaması, gerçekten takdire şayan bir ebeveynlik örneğidir. Doğru yoldan gidilince selamete çıkılacağıysa açıktır.
Şimdi sizi Sn. Ertaş’ın “Ağaç yaşken eğilir/ Kişi yedisinde ne ise yetmişinde o” başlıklı çocuk eğitimi yazısıyla baş başa bırakıyorum:
“Televizyon eğitimcilerine kulak asmayınız. Batı'nın bilim diye üniversitelerimize soktuğu eğitim bilimlerine kulak asmayınız. İnsan cinsi yeni yaratılmadı ki yepyeni kullanım kılavuzu, hal ilmi ve hayat bilgisi dersi ortaya konsun.
İnsanın karakteri 6 yaşında tamamlanır. Sorumluluk bilinci, sabır eğitimi, karar verebilme kabiliyeti, diğerkâm oluşu, analitik düşünme yetisi, sevgiyi ve saygıyı öğrenmesi, dikkati, zarifliği, nezaketi bu yaşlarda tamamlanır, karakterine giyinir.

Çocuğun zekâsının sosyalleşmesi de çocuğun erken yaşta birçok ortam, kişi, bilgi, yer, alet edevat, spor, sanat, ilim ile tanışmasıyla olur.
Asosyal çocukların, dar çevrede yetişen çocukların zekâsı tek tiptir ve genellikle ezber davranış ve düşünüş biçimleri sergilerler.
Çocukları kendi başına bırakmayınız. Onlar muazzam bir zekâ ve zihin potansiyeline sahip. Yetiştiriniz. Beraber yaşayınız. Onlar ki geleceğin anne ve babası olacak. Onlar ki geleceği yüklenecekler.
Kuran da öğrensin, piyano da çalsın, bilim ve sanat işiyle de uğraşsın, kültür gezisi de yapsın, fabrikaları görsün ve incelesin; toprağı, fideyi, ağacı, böceği, kuşu tanısın; oyunlar oynasın, kitap okusun, sokakta kavga etsin, ev işlerine karışsın, akraba ziyaretlerine gitsin, spor da yapsın, bilgisayarla da uğraşsın, bir zanaatla tanışsın... Çok yönlü olsun... Zihin, idrak, zekâ sosyalleşsin. Muhakemesi artsın.
Bir işe yönlendirdiğimiz çocuğumuzu hayatın diğer bileşenlerinden mahrum bırakmak çocuğun ileride görgüsüz, idraki zayıf, üslupsuz, ham ve kaba birey olmasına neden olacaktır.
Yeter ki anne baba miskin, sorumsuz, kibirli, kendi konforuna düşkün olmasın... Çocuğu kendi haline bırakmasın... Çocuğuna sahip çıksın.”


VATANDAŞ KÜRSÜSÜ
Hastane personelini ‘kovit’lilerden nasıl koruruz?
Ahmet Akın Hoca öneriyor: “Hastahanelerde çalışan doktor ve diğer tüm personel risk altındadır. Adam kendini korumuyor, maske takmıyor. Kovid oluyor, sonra haberi olmadan hastahaneye gidip oradaki çalışanları sıkıntıya sokuyor. Şöyle bir önlem alınamaz mı: Hastahanelerde bir ‘ilk muayene birimi’ oluşturulacak, bu birimde sadece bir kaç doktor bir kaç tane de personel olacak. Bu personel mükemmel bir şeklide izole edilecek. Gelen tüm hastalar orada Kovid testine tabi tutulacak. Kovitli değillerse sonra hangi bölüme gitmek istiyorsa o polikliniğe gidip muayenesini olacak. Böylece hiç bir personel riske girmemiş olacaktır. Mevcut durumda Kovitli direk hastahaneye giriyor ondan sonra doktorlar canlarıyla uğraşıyorlar. Daha da caydırıcı olmak gerekiyor. Bu nedenle Kovid tedbirlerine uymayanlara artık para değil hapis cezası verilmeli. Çünkü bunlar insanların ölümüne sebep oluyor. Artık sert tedbirler almanın zamanı geldi de geçiyor. Bütün vatandaşlar tedbirlere uymaları için yakın çevrelerini uyarmalı, kurallara uymayanları uyarmak bir vatandaşlık görevi olduğu bilinmelidir. Her şey hükümetten beklenmemelidir. Bu hadiseye tüm toplum olarak sahip çıkmalıyız…”

‘ERZURUMCA’ BİR HOŞ!
Bu fotoğrafı Şeyhler Mahallesinde bir iş yerinin vitrininde çektim. Cama yapıştırılmış birinci duyuruda “Tüm okulların bilim ve teknoloji ödevi yapılır” yazıyor. Acaba bu ifade ile esnaf kardeşimiz ne murat etmiş olabilir? Oldukça iddialı bir duyuru doğrusu! Türkçesi meramını ifadeye yetmemiş gibi. Camdaki, Erzurum şivesiyle yapılan ikinci duyuru da ise şu uyarı yapılmaktadır:
“Gardaş masgesiz içeri cirme”
Peki, bu “Erzurumca” nasıl bir Türkçe?
Bunu Hemşerimiz Sn. Prof. Dr. Erdoğan Sürat’tan okuyalım:
“Erzurumca;
a-Her kelimeye ayrı bir tasrif (diklenşın) uygular. Geliyor'daki gelmeye ”i”çekim arası harfini uygun görürken, İstanbul şivesindeki geniş zaman “gelir”ini kendi “i”sinde “ı” ile karşılar: gelır!
Bu durum batı ve doğu medeniyetlerinin büyük dillerindeki bükünlü yapıyla buluşma değilse nedir? İyi incelenmelidir!
b-Erzurum Türkçesi işaret özel sesleriyle anlağı yönlendirir: babayı çağırışta ”babaaa” dokungaçsız ünlerken, beddua (gargış) “babaaa(H)”sında son hece, görüldüğü üzre dokugaçlıdır. Bu halin ise yeryüzünde, ulusal dil açısından Erzurumlularla meslektaşlık eden iyi temsilcileri bulunur: Çinliler, Japonlar vb.
c-Erzurumca, dil-mantık ilişkilerinde sert kurallar uygular:
-“Oğlum babiya çemkirmeyin” tümcesi kesinlikle böyledir. Fakat,
-“Kemancımız, sabaya geçir” ifadesinde, “saba” teknik bir terim olarak korunur… Zaten, rasyonel dil yapısı taşımak, Türkçenin en bariz özelliğidir ve Erzurumlular Avrasyacı, intibakçı lisanlarında Türkçenin söz konusu edilen bu baş niteliğini de mükemmelen korumuşlardır.
d-Erzurumca, kelimeleri kontr puan (point counter point) tekniği ile adeta senfonik çok sesliliği aşan bir çoklu-karşıtlı ifadede tasrif eder, harcar.
Yani, herkesin anlayacağı dille, Erzurumca, gaza kaz, kaza gaz diyen azıcık aykırı bir Türkçedir!
Uyumu ve aykırılıklarıyla Erzurumcayı:
I-Türkler, II-Doğu Avrupa’yı temsilen Ruslar, III-Uzak Doğulular, derin derin incelemelidirler.”
Demek neymiş Erzurumca?
Mevzu derin!
‘Ey bennam!’

GÜLLERİN FITRÎ İMANI
VERMELİ BİZE İLHAMI
Peygamberimiz Hazreti Muhammed (sav) bir hadisinde şu muhteşem aksiyon dersini biz gafillere vermiştir:
“Kıyamet kopmaya yakınken elinizde bir ağaç fidanı varsa ve onu dikmeye vakit bulabilirseniz, onu dikin.”
Demek; biz sürekli aksiyon halinde olmak ve varoluşumuzu bu şekilde gerçekleştirmek mecburiyetindeyiz. Demek; çevremizdeki her bir ağaç, her bir dal, her bir çiçek, her bir meyve bize varoluş sevinci yaşatmak istiyor. Şehrin parklarındaki bahçelerindeki ve orta yollarındaki yeşil örtü, eşyadaki esma-i ilahiyi seyredelim, eşyayı tefekkür edelim; akılla vicdanla varlığı okuyup anlayalım ve kendi varlığımızdan, çevremizdeki varlıktan, haz alıp haz verelim içindir.
Varlığa tefekkürsüz bakış öküz bakışıdır; bu seyrin akıl sahibi insana faydası yoktur!
Bir de Erzurum’un kara kışına ramak kalmışken, şehir güllerinin bize hâlâ gonca ve çiçek verme gayretinden biraz taaccüp edelim; edelim de biz de son nefesimize kadar Allah teâlânın rızasının peşinden koşalım.
Ey elinde gül tutan
Nefsi nefste uyutan
Ya gonca ol ya da gül
Kış gülüne bak utan
…
Öte yandan: Soğuğa hassas bazı gül türleri hariç her çeşit gül Erzurum iklimine gayet başarılı bir şekilde uyum sağlıyor. Son yıllarda başta büyükşehir belediyemiz olmak üzere diğer ilçe belediyelerimiz orta yollara parklara bahçelere güller dikiyorlar. 11. ayın içinde olmamıza rağmen Erzurum’da güller hâlâ açmaya ve gonca vermeye devam ediyor. Şarkın bu kadim başkentinde gül çeşitlerini ne kadar yaygınlaştırsak ruhumuzun beslenmesi o kadar zenginleşecektir...
ŞİİR
ERZURUM KEVELLERİ
Tebrizkapı'daydı Kevelcilerin çarşısı
Debbağlar, keçeciler, çarıkçılar karşısı
Dadaş, kürk demezdi de adına derdi kevel
Erişirdi kürklere ağalar beyler evvel
Koyun kuzu derisindense pek makbuldü kürk
Dükkân önünde hazır müşterisi Kürt'le Türk
Deriyle, yün papakla korunur aziz kelle
Yoksa kürkün, papağın, çek dur hele lahavle
Kevel, paltodan iki misli daha büyüktü
Say ki çift kişilik yün yorgan, azim bir yüktü
Yakası, sanki yastık yüzü, geniş mi geniş
Topuğa iner boyu, hoştur kevelle geziş
Yorgan döşektir sana; kırda, bayırda, handa
Bürün kürküne sen de uykunu al biryanda
Hanelerde kürk olur kürkün söküğü olur
Tamir Eylül’de başlar terziler yolun bulur
Geçip gider yollardan kızaklarla faytonlar
Kürklü beyler seyirci titreyen marabalar
Erzurum'da kevel ekmek su gibi önemli
Sıra gelmez; tez varıp tez sipariş vermeli
(M.T.Uzunyaylalı)
(Fotoğraf: Erzurum Çarşı Pazar, M. Küçükuğurlu)
Muhtemel gelişmeler!
İşgalci Ermenistan Türkiye ekonomisinden yararlanacak
Erzurumlu ihracatçılar Ermenistan’a mal satmaya başlayacak
1991 yılında Azerbaycan toprağı olan Karabağ’da hunharca kan döküp masum 1 milyon Azeri Türkünü yerlerinden yurtlarından eden, binlerce Müslüman Türk’ü öldüren terör devleti Ermenistan cephede yenildi. Hamisi Rusya araya girdi. İşgal altındaki toprakları boşaltacağını taahhüt ederek barış talep etti. Yapılan ön barışla Rusya bir kez daha Ermenistan’ı kurtardı! Ermenistan’ın aklı olan Ruslar onları cephede yenilmiş fakat masada ve süreç içerisinde kazanmışlar safına geçirmiş oldu. Mesela neler değişti yahut değişecek:
Kalıcı barıştan sonra Ermenistan değil 'Rusya Ermenistan'ı!' daha belirgin hâle gelecek!
Türkiye-Rusya Ermenistan’ı ilişkileri başlayacak; Ermenistan ekonomisi canlanacak; bölge illeriyle birlikte Erzurumlu ihracatçılar Ermenistan’a mal satmaya başlayacak.
Ermenilerin ikinci hamisi olan İran, Ermenistan'la olan ilişkilerini daha da sıkılaştıracak. Ancak; içinde 35 Milyon Türk nüfusu barındıran İran, Azerbaycan’a ve Türkiye’ye karşı daha dikkatli ve daha samimi bir politika ile yaklaşmaya başlayacak.

Öte yandan; Azerbaycan-Türkiye stratejik birlikteliği 'yekvücut'luğunu pekiştirecek.
Türkiye barışın tarafı olarak Karabağ'da kuvvet bulunduracak.
Nahcivan-Azerbaycan koridoru açılarak kara yoluyla Türkiye’nin Türk dünyası bağlantısı sağlanacak.
Türk askeri yeniden Kafkaslara çıkacak.
Bu ‘Turan’ için atılmış büyük bir adamı olacak…
DERS: ZOR OYUNU BOZAR!
Türkiye Devleti son on yıldır onlarca kalleş oyunu bozmuştur. Bunu başaran bilim ve teknoloji üretmeye başlayan gerçekten 'milli kuvvetlerin Türkiye'yi devralması' olmuştur. Türkiye'yi bölgesel aktör haline yükselten vatanperver insanların azmi ve istikameti bahar kelebeği gibi yüreğimizi heyecanlandırmaya devam ediyor.

Doğu Anadolu Gözlemevi (DAG) haberinin yankıları
Geçen Cumurtesi Erzurum Postası’nda manşetten yer alan “Doğu Anadolu Gözlemevi’nin ismi İbrahim Hakkı Gözlemevi olmalıdır” haber yorum yazısına çeşitli tepkiler geldi. Dönemin Rektörü Prof. Dr. Hikmet Koçak Bey aradı ve yazı için teşekkür etti. Sonra da bizim eksik bıraktığımız bir sürü hizmeti hatırlattı. DAG’ın kuruluş sürecinde A.Ü’nün Fizik Bölümü hocalarının, bilhassa Prof. Dr. Yusuf Şahin ve arkadaşlarının samimi gayretlerinden söz etti ve bu insanlarla DAG’ın şuandaki yerini tespit etmek için dağa çıkarak adım adım gezdiklerini ve mevcut yerde karar kılındığını, ayrıca tesise giden yolun yapımında, bazı altyapı çalışmalarında Büyükşehir Belediyesi’nin de önemli katkıları olduğunu zikretti Sn. Koçak. DAG etrafındaki arazinin istimlak edildiğini, Atatürk Üniversitesi’nin, bitme noktasına gelen DAG’ın şehirle birlikte mimarı olduğunu, maddi ve manevi olarak çok emek ve imkan harcandığını ve halen de harcanmakta olduğunu hatırlatan Koçak, ayrıca, ilk dönem evrakarı üzerinde, DAG’ın adının İbrahm Hakkı Gözlemevi olarak yazıldığını, fakat projenin resmi işlemlerinin DAG ismi altında yürütüldüğü için o şekilde kaldığını, İbrahim Hakkı isminin DAG’a mutlaka verilmesi gerektiğini ifade etti.
Prof. Dr. Hakan Kadıoğlu ve Prof. Dr. Ali Kurt Bey ise 1970’li yıllarda Rektör Kemal Bıyıkoğlu zamanında Erzurum Palandöken’de bir rasthane yapılması fikrinin gündeme getirildiğini, Sn. Kadoğlu bu konuyu ele alan bir yazısını bize gönderirken Sn. Kurt’ta, Erzurum Krnonolojisi adlı çalışmasında bu bilginin yer aldığını hatırlattı.
Prof. Dr. Uğur Yavuz Bey ise görüşlerini şu şekilde ifade etti: “Muhteşem bir fikir. İbrahim Hakkı Hazretleri Doğu Anadolu’nun Hacı Bayram Velisidir. Çok müstesna bir şahsiyettir. Onu sevenler, ona saygı duyanlar bile kıymetini yeterince anlayamamıştır. Oysa hala ‘Marifetname’de sıradan astronomik bilgiler vermiş ne olmuş ki!’ diyenler var. Sahip olduğu astronomik bilgiye ancak 21. yüzyılda zar zor ulaşabildiği gerçeği ise gözlerden kaçırılıyor. Gerçek kıymetinin az da olsa anlaşılabilmesi için çok yerinde bir adım olur…”
Ayrıca değerli Erurumlu şahsiyetler Yrd. Doç. Dr. Hasan Akdağ, Sn. Ahmet Kurt, Sn. Hüseyin Öz, Sn. Cahit Coşkun, Sn. Murat Başar, Sn. Faruk Ergat, Sn. Zülküf Usanmaz, Sn. Namik Taşkent ve Sn. Mahmut Sürmeli beyler de DAG’ın isminin değiştirilerek İbrahim Hakkı Gözlemevi konulması fikrini benimsemişlerdir.
Bu konuda insiyatif Atürk Üniversitesi’nin değerli Rektörü Prof. Dr. Ömer Çomaklı Bey ve DAG’ın yürütücülerindedir. Hükümetin de kendilerini destekleyeceği açıktır. Dünü bugüne bağlayacak ve Türk milletinin bilime açık yönüne bu vesileyle bir kere daha vurgulayacak DAG projesi isim değişikliğinin, tesisin hizmete gireceği 2021’den önce gerçekleşmesi, sadece Erzurum kamuoyunu değil, tüm Türkiye’yi sevindirecek, hattta vicdanlı dünya bilim insanları tarafından da İbrahim Hakkkı ismi taktir edilecektir.

ÇOCUĞUNUZ VARSA BU YAZIYI OKUYUN!
‘Şehir çocuğu’ nasıl yetiştirilir?
Bu konuda Erzurum’da gerek akademik camiada gerek sivil toplum içinde elbette sözü dinlenecek hali gözlenip ibret alınacak insan pek çoktur.
Sosyal medyadaki paylaşımlarından yola çıkarak bu şahıslardan birini, eğitimci, sosyal girişimci ve aktivist Murat Ertaş hocanın ‘şehirli çocuk nasıl yetiştirilir?’ soruma çocuklarını yetiştirirken izlediği yol etkili bir cevap gibi...
Sn. Ertaş, çoğumuzun yaptığı gibi, çocuklarının eline akıllı telefon gözlerine de TV ve internet verip kendi başına bırakmıyor. O, çocuklarını hem çağdaş gereksinimleri yüklenmeleri hem de ata dedelerine benzemeleri için ‘özel’ bir tarzda yetiştirmeye çalışıyor.
Resmi eğitim dışında, Ertaş Hoca, çocukları için ne mi yapıyor? Bir kere onları kendine temel bir ‘iş’ edinmiş. Dikkat buyurun; evlatlarının yetiştirilmesini bir iş olarak görüyor. ‘Ertaş çocuk eğitim modelinde’ şu hususlar yer alıyor: İhdas ettiği hobi bahçesinde çocuklarıyla tarım yapıyor, onlara tabiatı tanıtıyor. Ellerine kazma kürek alıp toprağı belliyor, bitkilere gübre atıp su suvarıyor; çapa yapıp ürün yetiştiriyor ve ürünleri hasat ediyorlar. Daha: Marangozhanelerinde çocuklarıyla çeşitli araç gereç üretiyorlar. Sonra; geziye çıkıp şehirleri tanıyorlar, atalar mirasını ve ören yerlerini geziyor, tarih ve kültür hakkında izah dinliyorlar. Başka? Çocuklarına yüzme öğretiyor Ertaş Hoca, ata bindiriyor, ineğe koyuna dokunduruyor, tavuğu horozu yemletiyor… Çocuklarına kitap okutuyor ve en önemlisi çocuklarına İslamî imanı ve İslamî ameli lisanen ve fiilen talim ediyor. Tabii çocuklar arada internete de giriyor ve TV’de izliyorlar… Yani çocuklarını çağdan koparmıyor, milli ve manevi değerlerle onları çağın kötülüklerine karşı donanımlı hale getirmeye çalışıyor.

Bu ülkede yaşayan ve çocuk sahibi olan her Müslüman ana babanın böyle manevi bir yükümlülüğü vardır, fakat belki ancak binde bir insan böyle temel bir işi, bir görevi olduğunun farkındadır. Çoğunluğun felsefesi, ‘çocuk mu? Saldım çayıra Mevlam kayıra!’ felsefesidir. Bu fasit felsefenin faturası ise her yıl biraz daha ağırlaşıyor. Heba olan nesiller hâlâ kimsenin gözünü açmıyor!
Bir ana babanın bu zamanda çocuklarına bu derece önem vermesi, onlara zaman ayırıp hayata hazırlaması, gerçekten takdire şayan bir ebeveynlik örneğidir. Doğru yoldan gidilince selamete çıkılacağıysa açıktır.
Şimdi sizi Sn. Ertaş’ın “Ağaç yaşken eğilir/ Kişi yedisinde ne ise yetmişinde o” başlıklı çocuk eğitimi yazısıyla baş başa bırakıyorum:
“Televizyon eğitimcilerine kulak asmayınız. Batı'nın bilim diye üniversitelerimize soktuğu eğitim bilimlerine kulak asmayınız. İnsan cinsi yeni yaratılmadı ki yepyeni kullanım kılavuzu, hal ilmi ve hayat bilgisi dersi ortaya konsun.
İnsanın karakteri 6 yaşında tamamlanır. Sorumluluk bilinci, sabır eğitimi, karar verebilme kabiliyeti, diğerkâm oluşu, analitik düşünme yetisi, sevgiyi ve saygıyı öğrenmesi, dikkati, zarifliği, nezaketi bu yaşlarda tamamlanır, karakterine giyinir.

Çocuğun zekâsının sosyalleşmesi de çocuğun erken yaşta birçok ortam, kişi, bilgi, yer, alet edevat, spor, sanat, ilim ile tanışmasıyla olur.
Asosyal çocukların, dar çevrede yetişen çocukların zekâsı tek tiptir ve genellikle ezber davranış ve düşünüş biçimleri sergilerler.
Çocukları kendi başına bırakmayınız. Onlar muazzam bir zekâ ve zihin potansiyeline sahip. Yetiştiriniz. Beraber yaşayınız. Onlar ki geleceğin anne ve babası olacak. Onlar ki geleceği yüklenecekler.
Kuran da öğrensin, piyano da çalsın, bilim ve sanat işiyle de uğraşsın, kültür gezisi de yapsın, fabrikaları görsün ve incelesin; toprağı, fideyi, ağacı, böceği, kuşu tanısın; oyunlar oynasın, kitap okusun, sokakta kavga etsin, ev işlerine karışsın, akraba ziyaretlerine gitsin, spor da yapsın, bilgisayarla da uğraşsın, bir zanaatla tanışsın... Çok yönlü olsun... Zihin, idrak, zekâ sosyalleşsin. Muhakemesi artsın.
Bir işe yönlendirdiğimiz çocuğumuzu hayatın diğer bileşenlerinden mahrum bırakmak çocuğun ileride görgüsüz, idraki zayıf, üslupsuz, ham ve kaba birey olmasına neden olacaktır.
Yeter ki anne baba miskin, sorumsuz, kibirli, kendi konforuna düşkün olmasın... Çocuğu kendi haline bırakmasın... Çocuğuna sahip çıksın.”


VATANDAŞ KÜRSÜSÜ
Hastane personelini ‘kovit’lilerden nasıl koruruz?
Ahmet Akın Hoca öneriyor: “Hastahanelerde çalışan doktor ve diğer tüm personel risk altındadır. Adam kendini korumuyor, maske takmıyor. Kovid oluyor, sonra haberi olmadan hastahaneye gidip oradaki çalışanları sıkıntıya sokuyor. Şöyle bir önlem alınamaz mı: Hastahanelerde bir ‘ilk muayene birimi’ oluşturulacak, bu birimde sadece bir kaç doktor bir kaç tane de personel olacak. Bu personel mükemmel bir şeklide izole edilecek. Gelen tüm hastalar orada Kovid testine tabi tutulacak. Kovitli değillerse sonra hangi bölüme gitmek istiyorsa o polikliniğe gidip muayenesini olacak. Böylece hiç bir personel riske girmemiş olacaktır. Mevcut durumda Kovitli direk hastahaneye giriyor ondan sonra doktorlar canlarıyla uğraşıyorlar. Daha da caydırıcı olmak gerekiyor. Bu nedenle Kovid tedbirlerine uymayanlara artık para değil hapis cezası verilmeli. Çünkü bunlar insanların ölümüne sebep oluyor. Artık sert tedbirler almanın zamanı geldi de geçiyor. Bütün vatandaşlar tedbirlere uymaları için yakın çevrelerini uyarmalı, kurallara uymayanları uyarmak bir vatandaşlık görevi olduğu bilinmelidir. Her şey hükümetten beklenmemelidir. Bu hadiseye tüm toplum olarak sahip çıkmalıyız…”

‘ERZURUMCA’ BİR HOŞ!
Bu fotoğrafı Şeyhler Mahallesinde bir iş yerinin vitrininde çektim. Cama yapıştırılmış birinci duyuruda “Tüm okulların bilim ve teknoloji ödevi yapılır” yazıyor. Acaba bu ifade ile esnaf kardeşimiz ne murat etmiş olabilir? Oldukça iddialı bir duyuru doğrusu! Türkçesi meramını ifadeye yetmemiş gibi. Camdaki, Erzurum şivesiyle yapılan ikinci duyuru da ise şu uyarı yapılmaktadır:
“Gardaş masgesiz içeri cirme”
Peki, bu “Erzurumca” nasıl bir Türkçe?
Bunu Hemşerimiz Sn. Prof. Dr. Erdoğan Sürat’tan okuyalım:
“Erzurumca;
a-Her kelimeye ayrı bir tasrif (diklenşın) uygular. Geliyor'daki gelmeye ”i”çekim arası harfini uygun görürken, İstanbul şivesindeki geniş zaman “gelir”ini kendi “i”sinde “ı” ile karşılar: gelır!
Bu durum batı ve doğu medeniyetlerinin büyük dillerindeki bükünlü yapıyla buluşma değilse nedir? İyi incelenmelidir!
b-Erzurum Türkçesi işaret özel sesleriyle anlağı yönlendirir: babayı çağırışta ”babaaa” dokungaçsız ünlerken, beddua (gargış) “babaaa(H)”sında son hece, görüldüğü üzre dokugaçlıdır. Bu halin ise yeryüzünde, ulusal dil açısından Erzurumlularla meslektaşlık eden iyi temsilcileri bulunur: Çinliler, Japonlar vb.
c-Erzurumca, dil-mantık ilişkilerinde sert kurallar uygular:
-“Oğlum babiya çemkirmeyin” tümcesi kesinlikle böyledir. Fakat,
-“Kemancımız, sabaya geçir” ifadesinde, “saba” teknik bir terim olarak korunur… Zaten, rasyonel dil yapısı taşımak, Türkçenin en bariz özelliğidir ve Erzurumlular Avrasyacı, intibakçı lisanlarında Türkçenin söz konusu edilen bu baş niteliğini de mükemmelen korumuşlardır.
d-Erzurumca, kelimeleri kontr puan (point counter point) tekniği ile adeta senfonik çok sesliliği aşan bir çoklu-karşıtlı ifadede tasrif eder, harcar.
Yani, herkesin anlayacağı dille, Erzurumca, gaza kaz, kaza gaz diyen azıcık aykırı bir Türkçedir!
Uyumu ve aykırılıklarıyla Erzurumcayı:
I-Türkler, II-Doğu Avrupa’yı temsilen Ruslar, III-Uzak Doğulular, derin derin incelemelidirler.”
Demek neymiş Erzurumca?
Mevzu derin!
‘Ey bennam!’

GÜLLERİN FITRÎ İMANI
VERMELİ BİZE İLHAMI
Peygamberimiz Hazreti Muhammed (sav) bir hadisinde şu muhteşem aksiyon dersini biz gafillere vermiştir:
“Kıyamet kopmaya yakınken elinizde bir ağaç fidanı varsa ve onu dikmeye vakit bulabilirseniz, onu dikin.”
Demek; biz sürekli aksiyon halinde olmak ve varoluşumuzu bu şekilde gerçekleştirmek mecburiyetindeyiz. Demek; çevremizdeki her bir ağaç, her bir dal, her bir çiçek, her bir meyve bize varoluş sevinci yaşatmak istiyor. Şehrin parklarındaki bahçelerindeki ve orta yollarındaki yeşil örtü, eşyadaki esma-i ilahiyi seyredelim, eşyayı tefekkür edelim; akılla vicdanla varlığı okuyup anlayalım ve kendi varlığımızdan, çevremizdeki varlıktan, haz alıp haz verelim içindir.
Varlığa tefekkürsüz bakış öküz bakışıdır; bu seyrin akıl sahibi insana faydası yoktur!
Bir de Erzurum’un kara kışına ramak kalmışken, şehir güllerinin bize hâlâ gonca ve çiçek verme gayretinden biraz taaccüp edelim; edelim de biz de son nefesimize kadar Allah teâlânın rızasının peşinden koşalım.
Ey elinde gül tutan
Nefsi nefste uyutan
Ya gonca ol ya da gül
Kış gülüne bak utan
…
Öte yandan: Soğuğa hassas bazı gül türleri hariç her çeşit gül Erzurum iklimine gayet başarılı bir şekilde uyum sağlıyor. Son yıllarda başta büyükşehir belediyemiz olmak üzere diğer ilçe belediyelerimiz orta yollara parklara bahçelere güller dikiyorlar. 11. ayın içinde olmamıza rağmen Erzurum’da güller hâlâ açmaya ve gonca vermeye devam ediyor. Şarkın bu kadim başkentinde gül çeşitlerini ne kadar yaygınlaştırsak ruhumuzun beslenmesi o kadar zenginleşecektir...
ŞİİR
ERZURUM KEVELLERİ
Tebrizkapı'daydı Kevelcilerin çarşısı
Debbağlar, keçeciler, çarıkçılar karşısı
Dadaş, kürk demezdi de adına derdi kevel
Erişirdi kürklere ağalar beyler evvel
Koyun kuzu derisindense pek makbuldü kürk
Dükkân önünde hazır müşterisi Kürt'le Türk
Deriyle, yün papakla korunur aziz kelle
Yoksa kürkün, papağın, çek dur hele lahavle
Kevel, paltodan iki misli daha büyüktü
Say ki çift kişilik yün yorgan, azim bir yüktü
Yakası, sanki yastık yüzü, geniş mi geniş
Topuğa iner boyu, hoştur kevelle geziş
Yorgan döşektir sana; kırda, bayırda, handa
Bürün kürküne sen de uykunu al biryanda
Hanelerde kürk olur kürkün söküğü olur
Tamir Eylül’de başlar terziler yolun bulur
Geçip gider yollardan kızaklarla faytonlar
Kürklü beyler seyirci titreyen marabalar
Erzurum'da kevel ekmek su gibi önemli
Sıra gelmez; tez varıp tez sipariş vermeli
(M.T.Uzunyaylalı)
(Fotoğraf: Erzurum Çarşı Pazar, M. Küçükuğurlu)