
Hepimiz sarsıldık..
Hepimizin içi parçalandı..
Hepimiz donakaldık, inanmadık, inanamadık..
Kimi istismar dedi, kimi çocuk gelin. Ama adı her ne olursa olsun insanlık dışı bu eylem ne ilk oldu ne de son olacak maalesef.
Daha önceki yazılarımda da belirttiğim üzere cezanın caydırıcılığını cezaların arttırılmasına bağlayanlardan değilim ben. Elbette ki fiilin niteliği ile orantılı olan cezaların caydırıcılık üzerinde etkisi olsa da tek ve olmazsa olmaz bir faktör olarak durmuyor. Dolayısıyla işin temeline inmek ve sorunun kaynağını tespit etmek gerekiyor. Mevcut durum özelinde bile yine, bana göre gösterişten öteye geçmeyen kınama mesajları ve konuyu dini argümanlara bağlayarak toplumu burada bile kutuplaştırma çabaları neredeyse yaşanan vahim olayın önüne geçmiş durumda.
Evet başlığımda da belirttiğim üzere aslında yaşananlar bir istismardan öte istikrar problemi. Zira gerek suçun önlenmesi için gösterilen daha doğru bir tabirle gösterilemeyen çabalar ve gerekse de suç işlendikten sonra faillerin tam olarak rehabilite edilmeden tekrar topluma karışmış olması mevcut istismarlara yenilerini eklemekten öteye geçemiyor. Çocuğun yeri ailesinin yanıdır, annesinin dizi babasının kucağıdır. Çocuk işte ötesi yok çocuktur. Yeri okul yeri evidir. Siz onu evlendiremez, gelin edemez, bunu yapanlara yuvalar yıkılıyor, çocuklar babasız kalıyor diyerek dolaylı aflar çıkaramazsınız. Bunun söylentisinin bile yeni istismarlara, yeni çocuk gelin vakalarına yol açacağını tahmin etmek çok da güç olmasa gerek. Bunun ilk adımı yani istismarı önlemek istikrardan geçiyor.
Müslüman bir ülkede yaşıyoruz, elbette ki dileyen dini nikahını kıyabilmeli, dinini dilediği gibi ve özgürce yaşayabilmeli. Ama bu özgürlükler kontrolsüz ve yasal olarak henüz evlenme çağında bile olmayan sabilerin hayatlarını karartmamalı. Bu kontrolde olmalı, kontrolse istikrarda. Gerek istismar gerekse de ihmal vakaları viktimoloji(mağdur bilimi) açısından toplumda karanlık nokta olarak bilinen alanı oluşturur. Yani istatistiki birtakım bilgilerin ve verilerin alınmasını güç kılar. Dolayısıyla bu kadar hassas bir alanda bilinenin ötesinde bilinmeyen yüzlerin, binlerin on binlerin mağduriyeti söz konusu olacaktır. Çoğu istismar mağduru ayıplanma veya suçlanma korkusuyla yaşadıklarını dile getirememekte damgalanmaktan korkmaktadır. Bunun sonuçları ise toplumsal açıdan beklenilenin çok üzerinde olmakta, toplumda güven duygusunun zedelenmesini doğurmaktadır. İstismara uğrayan damgalanmaktan korktuğu için susarken, istismarcı yaptığının yanına kaldığı düşüncesi ile güç bulmaktadır. Ve istikrar için yapılması gerekense istismara uğrayanı cesaretlendirirken istismarcının ise korkulu rüyası olmaktır. Bu atılan adımlarla yapılan düzenlemelerle gösterilmelidir.
İstismarın insanlık dışı olduğunu,
İstismarın suç olduğu,
İstikrarlı bir şekilde her yerde,
Bağıra bağıra dile getirilmelidir.
Hepimizin içi parçalandı..
Hepimiz donakaldık, inanmadık, inanamadık..
Kimi istismar dedi, kimi çocuk gelin. Ama adı her ne olursa olsun insanlık dışı bu eylem ne ilk oldu ne de son olacak maalesef.
Daha önceki yazılarımda da belirttiğim üzere cezanın caydırıcılığını cezaların arttırılmasına bağlayanlardan değilim ben. Elbette ki fiilin niteliği ile orantılı olan cezaların caydırıcılık üzerinde etkisi olsa da tek ve olmazsa olmaz bir faktör olarak durmuyor. Dolayısıyla işin temeline inmek ve sorunun kaynağını tespit etmek gerekiyor. Mevcut durum özelinde bile yine, bana göre gösterişten öteye geçmeyen kınama mesajları ve konuyu dini argümanlara bağlayarak toplumu burada bile kutuplaştırma çabaları neredeyse yaşanan vahim olayın önüne geçmiş durumda.
Evet başlığımda da belirttiğim üzere aslında yaşananlar bir istismardan öte istikrar problemi. Zira gerek suçun önlenmesi için gösterilen daha doğru bir tabirle gösterilemeyen çabalar ve gerekse de suç işlendikten sonra faillerin tam olarak rehabilite edilmeden tekrar topluma karışmış olması mevcut istismarlara yenilerini eklemekten öteye geçemiyor. Çocuğun yeri ailesinin yanıdır, annesinin dizi babasının kucağıdır. Çocuk işte ötesi yok çocuktur. Yeri okul yeri evidir. Siz onu evlendiremez, gelin edemez, bunu yapanlara yuvalar yıkılıyor, çocuklar babasız kalıyor diyerek dolaylı aflar çıkaramazsınız. Bunun söylentisinin bile yeni istismarlara, yeni çocuk gelin vakalarına yol açacağını tahmin etmek çok da güç olmasa gerek. Bunun ilk adımı yani istismarı önlemek istikrardan geçiyor.
Müslüman bir ülkede yaşıyoruz, elbette ki dileyen dini nikahını kıyabilmeli, dinini dilediği gibi ve özgürce yaşayabilmeli. Ama bu özgürlükler kontrolsüz ve yasal olarak henüz evlenme çağında bile olmayan sabilerin hayatlarını karartmamalı. Bu kontrolde olmalı, kontrolse istikrarda. Gerek istismar gerekse de ihmal vakaları viktimoloji(mağdur bilimi) açısından toplumda karanlık nokta olarak bilinen alanı oluşturur. Yani istatistiki birtakım bilgilerin ve verilerin alınmasını güç kılar. Dolayısıyla bu kadar hassas bir alanda bilinenin ötesinde bilinmeyen yüzlerin, binlerin on binlerin mağduriyeti söz konusu olacaktır. Çoğu istismar mağduru ayıplanma veya suçlanma korkusuyla yaşadıklarını dile getirememekte damgalanmaktan korkmaktadır. Bunun sonuçları ise toplumsal açıdan beklenilenin çok üzerinde olmakta, toplumda güven duygusunun zedelenmesini doğurmaktadır. İstismara uğrayan damgalanmaktan korktuğu için susarken, istismarcı yaptığının yanına kaldığı düşüncesi ile güç bulmaktadır. Ve istikrar için yapılması gerekense istismara uğrayanı cesaretlendirirken istismarcının ise korkulu rüyası olmaktır. Bu atılan adımlarla yapılan düzenlemelerle gösterilmelidir.
İstismarın insanlık dışı olduğunu,
İstismarın suç olduğu,
İstikrarlı bir şekilde her yerde,
Bağıra bağıra dile getirilmelidir.