
Şair Nâbî, kenârın dilberi nâzik de olsa nâzenîn olmaz, mısra-i bercestesinde varoşlarda yetişen güzellerin nazik olsalar bile nazenin (nazlı yetiştirilmiş) olamayacaklarını dile getirirken kültürün sürekliliği hakkında çok güzel bir temsil ifade etmiştir.
Kültürün damıtılarak yavaş yavaş bir toplumun hücrelerine sinmesi ve orada yaşam tarzına dönüşmesi onun en önemli özelliklerinden birini oluşturmaktadır. Rahmetli Aytuç Altındal kültürü hiç kimsenin arşınla, kiloyla satın alamayacağını, dünyanın en zengin adamı olsa bile insanın kültürü sabırla, ağır ve yorucu fikir ve beden işçiliği yaparak ve kesinlikle karşılık beklenmeksizin edinebileceğini dile getirirken kültürün bir toplum veya bireyle iç içe geçmesi gerektiğini, aniden elde edilen unsurların insanlarda emaneten durduğunu işaret etmiştir. Sonradan müdahale ile yamalandırılmış arızi güzellikler, doğuştan gelen zati güzellikler gibi bireyde tam durmamakta, bu arızi güzellikler her an sorun çıkartabilecek bir tehlikeyi de bünyesinde barındırmaktadır.
Bir topluma dışarıdan getirilen tüm yenilikler arızi yenilikler olup toplumların onu kendilerinden bir parçaya dönüştürmesi için birkaç neslin bunlarla bir arada yaşayıp içselleştirmesi gerekmektedir.
Atalarımızın “ata da soy gerek ite de” dedikleri fikir bu durumu karşılamaktadır. Bir kişide iyi ya da kötü bir alışkanlık hemen oluşmamakta, bunun karaktere sirayet etmesi için birçok yaşanmışlıkların olması gerekmektedir.
Kalıtımsal özellikler genler vasıtasıyla nesillere aktarıldığı gibi, bazı kültürel ve fikirsel unsurlar da genler gibi nesilden nesle aktarılmakta ve buna da dünyanın her yerinde kültür denilmektedir.
Bireylerin bazı hastalıkları atasından soy olarak değil huy olarak da alabileceği gerçeğini ihmal etmememiz gerekmektedir. Böbrek yetmezliği sorunu yaşayan bir babanın çocuklarında da aynı hastalığın görülmesinde soy genlerinin etkisi kadar, babanın tuzlu yemek, az su içmek gibi damak zevkini de aileye alıştırma ihtimali, aynı hastalığın çocuklarında görülme oranını yükseltmektedir. Bu durum yaşanmışlıkların insan hayatında ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Victor Hugo’nun bir kız çocuğunu eğitmek istiyorsanız önce o kızın anneannesini eğitmeniz gerekmektedir sözü de kültürün sürekliliğini ve önemini belirtmektedir.
Gücünü geçmişin yaşanmışlıklarından almayan her dikey değişim bireylerin davranışlarında anormallikler oluşturmaktadır. Bir kişinin makamı, parayı kullanma şekli onu geçmişini ele vermekte bu durumda kişinin soyu (yaşanmışlıkları) huyunu (davranışını) belirlemektedir. Abdal ata binince bey oldum sanır, şalgam aşa girince yağ oldum sanır, atasözü de ani statü değişiklerinin kişilerde meydana getirmiş olduğu tecrübelerden hareketle söylenmiştir.
Aynı şekilde Mevlana’nın hamdım, piştim, yandım, dediği manevi süreci yaşamadan, ilmin kapısında kul olmadan, bir iki ezber bilgi ile kendini dinî alanda otorite sanan ve çevresindekileri günahkârlar topluluğu olarak gören insanlar da mini etek giyerek ilerici olduğunu sanan ya da kendine laik, çağdaş tanımlamaları yaparak hayatında bir kitap okumayan, paçalarından cehalet damlayan zevatlar da aynı zihinsel travmanın örneğini oluşturmaktadırlar.
Çevremize dikkatli baktığımızda bu türden insanlara her ortamda karşılaşmamız mümkün olacaktır.
Kültürün damıtılarak yavaş yavaş bir toplumun hücrelerine sinmesi ve orada yaşam tarzına dönüşmesi onun en önemli özelliklerinden birini oluşturmaktadır. Rahmetli Aytuç Altındal kültürü hiç kimsenin arşınla, kiloyla satın alamayacağını, dünyanın en zengin adamı olsa bile insanın kültürü sabırla, ağır ve yorucu fikir ve beden işçiliği yaparak ve kesinlikle karşılık beklenmeksizin edinebileceğini dile getirirken kültürün bir toplum veya bireyle iç içe geçmesi gerektiğini, aniden elde edilen unsurların insanlarda emaneten durduğunu işaret etmiştir. Sonradan müdahale ile yamalandırılmış arızi güzellikler, doğuştan gelen zati güzellikler gibi bireyde tam durmamakta, bu arızi güzellikler her an sorun çıkartabilecek bir tehlikeyi de bünyesinde barındırmaktadır.
Bir topluma dışarıdan getirilen tüm yenilikler arızi yenilikler olup toplumların onu kendilerinden bir parçaya dönüştürmesi için birkaç neslin bunlarla bir arada yaşayıp içselleştirmesi gerekmektedir.
Atalarımızın “ata da soy gerek ite de” dedikleri fikir bu durumu karşılamaktadır. Bir kişide iyi ya da kötü bir alışkanlık hemen oluşmamakta, bunun karaktere sirayet etmesi için birçok yaşanmışlıkların olması gerekmektedir.
Kalıtımsal özellikler genler vasıtasıyla nesillere aktarıldığı gibi, bazı kültürel ve fikirsel unsurlar da genler gibi nesilden nesle aktarılmakta ve buna da dünyanın her yerinde kültür denilmektedir.
Bireylerin bazı hastalıkları atasından soy olarak değil huy olarak da alabileceği gerçeğini ihmal etmememiz gerekmektedir. Böbrek yetmezliği sorunu yaşayan bir babanın çocuklarında da aynı hastalığın görülmesinde soy genlerinin etkisi kadar, babanın tuzlu yemek, az su içmek gibi damak zevkini de aileye alıştırma ihtimali, aynı hastalığın çocuklarında görülme oranını yükseltmektedir. Bu durum yaşanmışlıkların insan hayatında ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Victor Hugo’nun bir kız çocuğunu eğitmek istiyorsanız önce o kızın anneannesini eğitmeniz gerekmektedir sözü de kültürün sürekliliğini ve önemini belirtmektedir.
Gücünü geçmişin yaşanmışlıklarından almayan her dikey değişim bireylerin davranışlarında anormallikler oluşturmaktadır. Bir kişinin makamı, parayı kullanma şekli onu geçmişini ele vermekte bu durumda kişinin soyu (yaşanmışlıkları) huyunu (davranışını) belirlemektedir. Abdal ata binince bey oldum sanır, şalgam aşa girince yağ oldum sanır, atasözü de ani statü değişiklerinin kişilerde meydana getirmiş olduğu tecrübelerden hareketle söylenmiştir.
Aynı şekilde Mevlana’nın hamdım, piştim, yandım, dediği manevi süreci yaşamadan, ilmin kapısında kul olmadan, bir iki ezber bilgi ile kendini dinî alanda otorite sanan ve çevresindekileri günahkârlar topluluğu olarak gören insanlar da mini etek giyerek ilerici olduğunu sanan ya da kendine laik, çağdaş tanımlamaları yaparak hayatında bir kitap okumayan, paçalarından cehalet damlayan zevatlar da aynı zihinsel travmanın örneğini oluşturmaktadırlar.
Çevremize dikkatli baktığımızda bu türden insanlara her ortamda karşılaşmamız mümkün olacaktır.