
İlahi gerçeği kim bilecektir? Elbette en değerli bir varlık olarak yaratılan insan. Ruh çocukları, gerçeği hissedip aklettiklerinde ‘gerçek’ vardır. Rab, gizli hazineydi, bilinmeyi dileyince varlığı yarattı ve varlığın mahiyetini anlayacak bir varlık olarak da insanı yarattı ve insana, her iki âlemin bilgisine sahip ruhu verdi. Böylece gizli hazine olan Hak insanla kendini aşikâr etti.
Ruh çocukları nefs-i kâmile mertebesine kadar gelişme potansiyeline sahip kılındı. Bu ileri seviye, Yaratıcının en yakın bilindiği seviyedir. Nefs-i emmareyi geçen her ruh çocuğu, artık Rabbiyle temas kurduğundan, Yaratıcıyı sevme ve korkma duygularıyla hareket eder. Anne ve çocuk ilişkisi gibi bir ilişki zuhur eder. Çocuk annesinin kendisini izlediğini, sevdiğini, koruduğunu, kızmalarının bile, kendisine olan sevgisinden kaynaklandığını duyumsar. Nefis mertebelerinde ilerlemeye başlayan ruh çocukları da ilahi kontrolü hissedip emniyet ve huzura ererler.
‘Varlık’ Esma-i Hüsna’nın bir eseri olduğundan göreceli olarak eşyada da manevi bir derecelendirme yapılabilir. Ancak asıl maneviyat insanda toplanmıştır. İnsandaki maneviyat, -ölmekle her biri kendi cinsine dönen-, bedenin yapı elamanları toprak, su, ateş ve hava değildir; insandaki maneviyat ruhtur. Ruh çocuğunun Ben’inde, Rabbini hissedip akletmesiyle maneviyat başlar. Kuran’ın ruha hayat yapılmasıyla da mükemmel şeklini alır. Bu sayede ruh çocuğu, kendini bilir, Rabbini tanır ve kâmil bir zat olur.
Kişide maneviyatın gözükmesi ibadet yoluyla zahir olur. Namaz kılmak, oruç tutmak vb. ibadetler, maneviyatın somut halidir, fakat maneviyatı meyveli ağaç kılan infaktır; sadaka, zekât vb. mali ibadetler. Bize her şeyi Allah verir: nefs-i emmare seviyesinde, Yaratıcıya ait olanı mülkleştiririz. Sosyal hayat ağırlıklı olarak bu egoist mücadeleden ibarettir. Ruhun, bedenin, tabiatın ve uzayın Yaratıcıya ait olduğunu anlayan kişi, kendini başkasına muhtaç etmeyecek bir seviyede, infakı benimser, Allah’ın sevdiği kul olur.
“Mallarınızı Allah yoluna sarf edin, kendinizi, ellerinizle tehlikeye atmayın, iyilik edin. Şüphe yok ki Allah, iyilik edenleri sever.” (2/195)
“İyi davranışlar içinde kendini bütünüyle Allah'a veren kimse, gerçekten en sağlam kulpa yapışmıştır. Zaten bütün işlerin sonu Allah'a varır.” (31/22)
İslam bize başkasını sevmemizi emreder. Zaten kalp kendini severek değil başkasını severek mutlu olur. Nefs-i emmare mertebesinde kişi kendini görür ve kendini sever. Nefs-i Levvameden itibaren ise kişi Rabbini kalbinde hisseder. Kuran’la temas kurulduğunda ötekinin varlık nedeni ve değeri anlaşılır; başkasıyla ilişkinin temelinin infak olduğu bilinir. İnfak kalplere tesir eden somut sevgidir. Başkasını somut olarak sevmeden ruh çocuğu, Ben putuna tapmaktan kurtulup sahih bir maneviyata intikal edemez.
Manevi dünyamız hakkında bilmek istiyorsak kendimize sormalıyız: Başkalarını sevme hususunda ne durumdayım? Ötekilere maddi ve manevi iyilik ediyor muyum? İnfak ve ihsan (bağış) sahibi miyim? Anne baba, çevre ve eğitim sistemi, her Müslümanda manevi bir alan oluşturmak zorundadır. Ruhun nefs-i emmareden kurtulup diğer nefis mertebelerinde ilerlemeye başlaması manevi alanın genişlemekte olduğunu gösterir. Ruhun cennete dönüş yolculuğu artık doğru yolda ilerlemektedir. Manevi alana sahip olmak ve sırat-ı müstakim üzere yol almak için her Müslümanın manevi eğitim, özellikle infak eğitimi alması gerekir. Bazı hadis uyarıları ise şöyledir:
“Kişinin kendi malları hayır ve iyilikler yaparak infak edip önceden gönderdiği mallardır…”
“İnfak et, sayıp durma, sana da sayı ile verilir, fazlalık malını ve paranı muhtaç kimselerden esirgeme, senin de rızkın engellenir.”
“Yarım hurma ile de olsa ateşten korunun. Bunu da bulamazsanız, gönül alıcı güzel söz söyleyin.”
“Allah için vermekle mal eksilmez. Allah, affeden kulunun şerefini daha da artırır. Allah için tevazu göstereni Allah daha da yükseltir.”
“Herhangi bir Müslüman, bir ağaç diker, ya da bir ekin eker de, ondan kuş, ya da insan veya hayvan yerse, mutlaka karşılığında bir sadaka sevabı alır.”
“İnsanın, her bir organı için, her gün verilmesi gereken bir sadakası vardır. İki kişi arasında adaletli davranman bir sadakadır. Binitine binerken birine yardım etmen, onu üzerine bindirmen veya yükünü onun üzerine yüklerken yardım etmen, bir sadakadır. Güzel bir söz de bir sadakadır. Namaza gitmek üzere attığın her adım bir sadakadır. Yoldan insanları rahatsız edici bir şeyi kaldırman da bir sadakadır.”
Ruh çocukları nefs-i kâmile mertebesine kadar gelişme potansiyeline sahip kılındı. Bu ileri seviye, Yaratıcının en yakın bilindiği seviyedir. Nefs-i emmareyi geçen her ruh çocuğu, artık Rabbiyle temas kurduğundan, Yaratıcıyı sevme ve korkma duygularıyla hareket eder. Anne ve çocuk ilişkisi gibi bir ilişki zuhur eder. Çocuk annesinin kendisini izlediğini, sevdiğini, koruduğunu, kızmalarının bile, kendisine olan sevgisinden kaynaklandığını duyumsar. Nefis mertebelerinde ilerlemeye başlayan ruh çocukları da ilahi kontrolü hissedip emniyet ve huzura ererler.
‘Varlık’ Esma-i Hüsna’nın bir eseri olduğundan göreceli olarak eşyada da manevi bir derecelendirme yapılabilir. Ancak asıl maneviyat insanda toplanmıştır. İnsandaki maneviyat, -ölmekle her biri kendi cinsine dönen-, bedenin yapı elamanları toprak, su, ateş ve hava değildir; insandaki maneviyat ruhtur. Ruh çocuğunun Ben’inde, Rabbini hissedip akletmesiyle maneviyat başlar. Kuran’ın ruha hayat yapılmasıyla da mükemmel şeklini alır. Bu sayede ruh çocuğu, kendini bilir, Rabbini tanır ve kâmil bir zat olur.
Kişide maneviyatın gözükmesi ibadet yoluyla zahir olur. Namaz kılmak, oruç tutmak vb. ibadetler, maneviyatın somut halidir, fakat maneviyatı meyveli ağaç kılan infaktır; sadaka, zekât vb. mali ibadetler. Bize her şeyi Allah verir: nefs-i emmare seviyesinde, Yaratıcıya ait olanı mülkleştiririz. Sosyal hayat ağırlıklı olarak bu egoist mücadeleden ibarettir. Ruhun, bedenin, tabiatın ve uzayın Yaratıcıya ait olduğunu anlayan kişi, kendini başkasına muhtaç etmeyecek bir seviyede, infakı benimser, Allah’ın sevdiği kul olur.
“Mallarınızı Allah yoluna sarf edin, kendinizi, ellerinizle tehlikeye atmayın, iyilik edin. Şüphe yok ki Allah, iyilik edenleri sever.” (2/195)
“İyi davranışlar içinde kendini bütünüyle Allah'a veren kimse, gerçekten en sağlam kulpa yapışmıştır. Zaten bütün işlerin sonu Allah'a varır.” (31/22)
İslam bize başkasını sevmemizi emreder. Zaten kalp kendini severek değil başkasını severek mutlu olur. Nefs-i emmare mertebesinde kişi kendini görür ve kendini sever. Nefs-i Levvameden itibaren ise kişi Rabbini kalbinde hisseder. Kuran’la temas kurulduğunda ötekinin varlık nedeni ve değeri anlaşılır; başkasıyla ilişkinin temelinin infak olduğu bilinir. İnfak kalplere tesir eden somut sevgidir. Başkasını somut olarak sevmeden ruh çocuğu, Ben putuna tapmaktan kurtulup sahih bir maneviyata intikal edemez.
Manevi dünyamız hakkında bilmek istiyorsak kendimize sormalıyız: Başkalarını sevme hususunda ne durumdayım? Ötekilere maddi ve manevi iyilik ediyor muyum? İnfak ve ihsan (bağış) sahibi miyim? Anne baba, çevre ve eğitim sistemi, her Müslümanda manevi bir alan oluşturmak zorundadır. Ruhun nefs-i emmareden kurtulup diğer nefis mertebelerinde ilerlemeye başlaması manevi alanın genişlemekte olduğunu gösterir. Ruhun cennete dönüş yolculuğu artık doğru yolda ilerlemektedir. Manevi alana sahip olmak ve sırat-ı müstakim üzere yol almak için her Müslümanın manevi eğitim, özellikle infak eğitimi alması gerekir. Bazı hadis uyarıları ise şöyledir:
“Kişinin kendi malları hayır ve iyilikler yaparak infak edip önceden gönderdiği mallardır…”
“İnfak et, sayıp durma, sana da sayı ile verilir, fazlalık malını ve paranı muhtaç kimselerden esirgeme, senin de rızkın engellenir.”
“Yarım hurma ile de olsa ateşten korunun. Bunu da bulamazsanız, gönül alıcı güzel söz söyleyin.”
“Allah için vermekle mal eksilmez. Allah, affeden kulunun şerefini daha da artırır. Allah için tevazu göstereni Allah daha da yükseltir.”
“Herhangi bir Müslüman, bir ağaç diker, ya da bir ekin eker de, ondan kuş, ya da insan veya hayvan yerse, mutlaka karşılığında bir sadaka sevabı alır.”
“İnsanın, her bir organı için, her gün verilmesi gereken bir sadakası vardır. İki kişi arasında adaletli davranman bir sadakadır. Binitine binerken birine yardım etmen, onu üzerine bindirmen veya yükünü onun üzerine yüklerken yardım etmen, bir sadakadır. Güzel bir söz de bir sadakadır. Namaza gitmek üzere attığın her adım bir sadakadır. Yoldan insanları rahatsız edici bir şeyi kaldırman da bir sadakadır.”