
Naci Ağbal, 133 gün Merkez Bankası başkanlığı yaptı. Ağbal’ın göreve gelmesinin ardından Kasım ve Aralık aylarında 675 baz puan faiz artırımı gerçekleştirdi. 2021’in Ocak ve Şubat ayını boş geçen Ağbal, geçtiğimiz Perşembe 200 baz puanlık faiz artırımı kararı aldı. 133 günlük sürede 8.75 puan faiz artışına imza attı. Yani Türkiye yeniden faiz cennetine döndürüldü. Finans çevrelerinin Ağbal’a ilgisi, üretim ve sanayi kesiminin ise rahatsızlığını değerlendirmek gerekiyor.
Türkiye, bugün dünyada en yüksek faiz veren 2. ülke konumunda. Böylesine yüksek faiz ne anlama gelmektedir. Sıkılaştırma adına faiz artışı kimin işine geliyordu? Erdoğan’ın sürekli faiz lobisi yakınmasıyla gelinen noktayı nasıl açıklanabilir.
Yeni Merkez Bankası başkanlığına getirilen Şahap Kavcıoğlu’na göre sonuç hiçte öyle değil. Yeni Şafak Gazetesindeki köşesinde Şahap Kavcıoğlu;
“Türkiye yıllardır enflasyon, faiz ve kurun birbirine olan etkisi yüzünden bir türlü ekonomide istediği sonuçları alamadı. Özellikle doksanlı yıllarda üçünün de yüksek seyretmesi ülkemizde arka arkaya krizlerin gelmesine neden olmuştu. 2002 yılından sonra ise hem 2001 kriziyle başlayan uygulamalarla hem de 2003 yılından sonra oluşan siyasi istikrarla üçünün de düşüşe geçtiği bir dönemi yaşadık. Ancak, bu süreç içerisinde bugün de hep konuştuğumuz düşük kurun yani TL’nin gereğinden fazla değerlenmesinin topuzunu kaçırdık.”
Yine Kavcıoğlu, meselenin faiz yükseltmeyle çözülemeyeceğini, yapısal reformların tek çözüm olduğunu ifade ediyor;
“Süreç içerisinde yapısal reformların sadece bir kısmını gerçekleştirmiş olmamız nedeniyle, büyüyen ve güçlenen Türkiye ekonomisinde de kırılganlıklar oluştu. Özellikle ödemeler dengesindeki problemler ve cari açığın kapanması için yapılması gerekenler eksik yapılınca, Türkiye ekonomisindeki döviz kuru, enflasyon ve faiz hastalığı tekrar nüksetti.
TCMB’nin enflasyonda bir gevşeme görülünceye kadar faizleri düşürmeyeceğini hatta artırabileceğini açıklaması, hisse ve swap girişlerinde yeni bir artış dalgası başlattı. Yani sıcak para ve portföy yatırımların da artış gerçekleşti. Bu da gösteriyor ki bunların derdi alabilecekleri en yüksek faizi alabilmek.
Diğer taraftan atılan adımlarla kurun bir miktar dizginlendiğini görüyoruz. Fakat kurda elde edilen bu kazanımların, ne kadarı faiz artırımı kaynaklıdır? Parasal genişleme etkisiyle başlayan süreçte maliye politikasından ziyade faizin tercih edilmesinin bedeli ne? Nereye kadar kullanılmalıydı? İşte yine şok halinde atılacak faiz adımının fazlasının bizi nereye götüreceğini iyi tahlil etmek lazım.”
Kavcıoğlu diyor ki, bu iş sürekli faiz artırarak çözülmez. Alışılagelmiş politikalardan vazgeçerek, daha yapısal çözümler üzerinde uzlaşılması gerekiyor. Kavcıoğlu, ayrıca “Dünyada negatif faiz söz konusu iken bu ülkenin önemli ekonomi yazarlarının, bankacılarının, iş kuruluşu temsilcilerinin yüksek faizde istikrar aramaları gerçekten üzücü bir durum.”
Haksız mı?
İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bazı kesimleri kızdıran kararının ardında bu anlayış yatıyor olamaz mı? Yüksek faiz kimin işine yarıyor, döviz kuru faiz artışıyla ne kadar dengeleniyor, daha önemlisi Türkiye’nin kalkınmasının önü faiz artırarak nasıl kesiliyor?
İyi düşünmemiz gerekmiyor mu?
Türkiye, bugün dünyada en yüksek faiz veren 2. ülke konumunda. Böylesine yüksek faiz ne anlama gelmektedir. Sıkılaştırma adına faiz artışı kimin işine geliyordu? Erdoğan’ın sürekli faiz lobisi yakınmasıyla gelinen noktayı nasıl açıklanabilir.
Yeni Merkez Bankası başkanlığına getirilen Şahap Kavcıoğlu’na göre sonuç hiçte öyle değil. Yeni Şafak Gazetesindeki köşesinde Şahap Kavcıoğlu;
“Türkiye yıllardır enflasyon, faiz ve kurun birbirine olan etkisi yüzünden bir türlü ekonomide istediği sonuçları alamadı. Özellikle doksanlı yıllarda üçünün de yüksek seyretmesi ülkemizde arka arkaya krizlerin gelmesine neden olmuştu. 2002 yılından sonra ise hem 2001 kriziyle başlayan uygulamalarla hem de 2003 yılından sonra oluşan siyasi istikrarla üçünün de düşüşe geçtiği bir dönemi yaşadık. Ancak, bu süreç içerisinde bugün de hep konuştuğumuz düşük kurun yani TL’nin gereğinden fazla değerlenmesinin topuzunu kaçırdık.”
Yine Kavcıoğlu, meselenin faiz yükseltmeyle çözülemeyeceğini, yapısal reformların tek çözüm olduğunu ifade ediyor;
“Süreç içerisinde yapısal reformların sadece bir kısmını gerçekleştirmiş olmamız nedeniyle, büyüyen ve güçlenen Türkiye ekonomisinde de kırılganlıklar oluştu. Özellikle ödemeler dengesindeki problemler ve cari açığın kapanması için yapılması gerekenler eksik yapılınca, Türkiye ekonomisindeki döviz kuru, enflasyon ve faiz hastalığı tekrar nüksetti.
TCMB’nin enflasyonda bir gevşeme görülünceye kadar faizleri düşürmeyeceğini hatta artırabileceğini açıklaması, hisse ve swap girişlerinde yeni bir artış dalgası başlattı. Yani sıcak para ve portföy yatırımların da artış gerçekleşti. Bu da gösteriyor ki bunların derdi alabilecekleri en yüksek faizi alabilmek.
Diğer taraftan atılan adımlarla kurun bir miktar dizginlendiğini görüyoruz. Fakat kurda elde edilen bu kazanımların, ne kadarı faiz artırımı kaynaklıdır? Parasal genişleme etkisiyle başlayan süreçte maliye politikasından ziyade faizin tercih edilmesinin bedeli ne? Nereye kadar kullanılmalıydı? İşte yine şok halinde atılacak faiz adımının fazlasının bizi nereye götüreceğini iyi tahlil etmek lazım.”
Kavcıoğlu diyor ki, bu iş sürekli faiz artırarak çözülmez. Alışılagelmiş politikalardan vazgeçerek, daha yapısal çözümler üzerinde uzlaşılması gerekiyor. Kavcıoğlu, ayrıca “Dünyada negatif faiz söz konusu iken bu ülkenin önemli ekonomi yazarlarının, bankacılarının, iş kuruluşu temsilcilerinin yüksek faizde istikrar aramaları gerçekten üzücü bir durum.”
Haksız mı?
İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bazı kesimleri kızdıran kararının ardında bu anlayış yatıyor olamaz mı? Yüksek faiz kimin işine yarıyor, döviz kuru faiz artışıyla ne kadar dengeleniyor, daha önemlisi Türkiye’nin kalkınmasının önü faiz artırarak nasıl kesiliyor?
İyi düşünmemiz gerekmiyor mu?