
Avrupa Birliği’nin son dönemde sürdürdüğü Türkiye politikaları mutlaka dikkatinizi çekiyordur. Belki siz de biraz öfkeleniyorsunuzdur. Zira kast ettiğim tutumlar sonrasında Türkiye tarafında da doğal olarak kendi üyelik niyetiyle ilgili derin ikilemler yaşanıyor. Bu bir yana, Avrupa tarafı da Türkiye’yi yanında görmek isteyip istemediği konusunda artık her zamankinden çok daha somut bir kararsızlık hâli yaşıyor.
Ve özetin özeti:
Küresel salgının kontrol altına alınması ve yok edilmesi için oluşturulan AB bütçesi, Türkiye ile ilgili hususlar söz konusu olduğunda ciddi biçimde maniple ediliyor, daraltılıyor!
Daha önce Suriye’den ve şimdi Afganistan’dan batıya yönelen kitlesel göç dalgalarında Türkiye’nin karşı karşıya olduğu içinden çıkılamaz durum, AB tarafından trajikomik bir duyarsızlıkla ele alınıyor veya apaçık görmezden geliniyor. Buna Avrupa solu başta olmak üzere çağdaş düşünürler ve aydınlar da artık alenen tepki gösteriyorlar.
Pandemi sürecinde bütün dünyada aksayan eğitimle ve ekonomik faaliyetlerle ilgili AB diriliş reçeteleri hazırlanırken Türkiye, Avrupa’nın değil de Güneydoğu Asya’nın bir parçasıymış gibi ele alınıyor.
Ortak projeler, salgın da bahane edilerek yavaşlatılıyor veya sayıca neredeyse üçte bir oranında seyrekleştiriliyor.
Türkiye’ye verilmiş sözler de yine küresel salgın bahane edilerek belirsiz zamanlara öteleniyor…
★★
Bütün bunlar, beni bir gazeteci veya eğitimci olmaktan daha çok ‘Türkiye’nin AB’ye üyeliğini destekleyen sıradan sivil bir yurttaş olarak’ çok üzüyor, kırıyor, incitiyor, bazen de sergilenen çifte standarttan ötürü şaşırtıyor, öfkelendiriyor, isyan ettiriyor…
‘Yeter artık!’ diyorum. Diyoruz. Aynı frekanstayız, biliyorum.
İşte tam da bu frekanstayken memleketimden bir fıkra anımsıyorum:
Erzurum'dan hareket eden İstanbul otobüsü henüz Erzincan’a varmamıştır; muavin horlayan bir yolcuyu insanları rahatsız ettiği gerekçesiyle uyandırır. Ancak adam tekrar uyur ve horlamaya devam eder. Bunun üzerine muavin sinirlenir ve adamla tartışmaya başlar.
Tartışma büyüyünce muavin adamı otobüsten indirmeye kalkışır. Sinirlenen adam muavini bir güzel döver, otobüs şoförü müdahale edince o da dayaktan payını alır. Yedek şoför de gelir, adam onu da bir güzel dövdükten sonra otobüsten iner, inerken de boksör olduğunu söyler…
Kimse sesini çıkarmaz.
Aynı muavin, başka bir gün yine bir yolculuk esnasında yolculardan birinin horladığını duyar ve yolcuyu kibar bir şekilde uyandırdıktan sonra sorar:
-Gardaş, afedersen sen boksör misen?
-Hayır...
-Karateci misen?
-Hayır...
-Peki Tekvandoci?
-Hayır...
-Ya Kungfu?
Adam şaşırır ve yine hayır der.
Bunun üzerine muavin cesaretlenir, sesini yükselterek sorar:
-Peki dadaş, neyen güvenirsen de böyle horlirsen?
★★
‘Teşbihte (benzetmede) hata olmaz!’ derler. Bu söz, çoğu zaman ‘Dilediğimi, dilediğime benzetirim’ gibi algılanır. Yaygın bir yanlış (galat) olarak tabii. Halbuki ‘Teşbih, hata kabul etmez!’ (benzetme yapacaksan çok dikkatli ol, zira bu iş hata kabul etmez), sözün doğrusudur.
Her neyse; adaylık başvurusunu öyle ya da böyle sürdürmekte olan Türkiye’ye karşı AB’nin son dönemde tercih ettiği siyasi ve ekonomik tutumunu ben biraz Erzurumlu muavinin uyuyan boksöre karşı takındığı tutuma benzetiyorum.
Türkiye ya da uyuyan boksör uyanıncaya kadar belki Avrupa için sorun yok; ama bir uyanırsa!..
Ve uyandıktan sonra bir de Türkiye’yi otobüsten indirmeye kalkarlarsa…
O zaman durum vahim olur.
Ve özetin özeti:
Küresel salgının kontrol altına alınması ve yok edilmesi için oluşturulan AB bütçesi, Türkiye ile ilgili hususlar söz konusu olduğunda ciddi biçimde maniple ediliyor, daraltılıyor!
Daha önce Suriye’den ve şimdi Afganistan’dan batıya yönelen kitlesel göç dalgalarında Türkiye’nin karşı karşıya olduğu içinden çıkılamaz durum, AB tarafından trajikomik bir duyarsızlıkla ele alınıyor veya apaçık görmezden geliniyor. Buna Avrupa solu başta olmak üzere çağdaş düşünürler ve aydınlar da artık alenen tepki gösteriyorlar.
Pandemi sürecinde bütün dünyada aksayan eğitimle ve ekonomik faaliyetlerle ilgili AB diriliş reçeteleri hazırlanırken Türkiye, Avrupa’nın değil de Güneydoğu Asya’nın bir parçasıymış gibi ele alınıyor.
Ortak projeler, salgın da bahane edilerek yavaşlatılıyor veya sayıca neredeyse üçte bir oranında seyrekleştiriliyor.
Türkiye’ye verilmiş sözler de yine küresel salgın bahane edilerek belirsiz zamanlara öteleniyor…
★★
Bütün bunlar, beni bir gazeteci veya eğitimci olmaktan daha çok ‘Türkiye’nin AB’ye üyeliğini destekleyen sıradan sivil bir yurttaş olarak’ çok üzüyor, kırıyor, incitiyor, bazen de sergilenen çifte standarttan ötürü şaşırtıyor, öfkelendiriyor, isyan ettiriyor…
‘Yeter artık!’ diyorum. Diyoruz. Aynı frekanstayız, biliyorum.
İşte tam da bu frekanstayken memleketimden bir fıkra anımsıyorum:
Erzurum'dan hareket eden İstanbul otobüsü henüz Erzincan’a varmamıştır; muavin horlayan bir yolcuyu insanları rahatsız ettiği gerekçesiyle uyandırır. Ancak adam tekrar uyur ve horlamaya devam eder. Bunun üzerine muavin sinirlenir ve adamla tartışmaya başlar.
Tartışma büyüyünce muavin adamı otobüsten indirmeye kalkışır. Sinirlenen adam muavini bir güzel döver, otobüs şoförü müdahale edince o da dayaktan payını alır. Yedek şoför de gelir, adam onu da bir güzel dövdükten sonra otobüsten iner, inerken de boksör olduğunu söyler…
Kimse sesini çıkarmaz.
Aynı muavin, başka bir gün yine bir yolculuk esnasında yolculardan birinin horladığını duyar ve yolcuyu kibar bir şekilde uyandırdıktan sonra sorar:
-Gardaş, afedersen sen boksör misen?
-Hayır...
-Karateci misen?
-Hayır...
-Peki Tekvandoci?
-Hayır...
-Ya Kungfu?
Adam şaşırır ve yine hayır der.
Bunun üzerine muavin cesaretlenir, sesini yükselterek sorar:
-Peki dadaş, neyen güvenirsen de böyle horlirsen?
★★
‘Teşbihte (benzetmede) hata olmaz!’ derler. Bu söz, çoğu zaman ‘Dilediğimi, dilediğime benzetirim’ gibi algılanır. Yaygın bir yanlış (galat) olarak tabii. Halbuki ‘Teşbih, hata kabul etmez!’ (benzetme yapacaksan çok dikkatli ol, zira bu iş hata kabul etmez), sözün doğrusudur.
Her neyse; adaylık başvurusunu öyle ya da böyle sürdürmekte olan Türkiye’ye karşı AB’nin son dönemde tercih ettiği siyasi ve ekonomik tutumunu ben biraz Erzurumlu muavinin uyuyan boksöre karşı takındığı tutuma benzetiyorum.
Türkiye ya da uyuyan boksör uyanıncaya kadar belki Avrupa için sorun yok; ama bir uyanırsa!..
Ve uyandıktan sonra bir de Türkiye’yi otobüsten indirmeye kalkarlarsa…
O zaman durum vahim olur.