
İngilizlerin -aslında daha geniş anlamda İngilizce konuşanların hepsinin- bahsi geçtiğinde Türkleri ‘Turkey’ yani ‘Hindi’ diye adlandırdıklarını biliyorsunuzdur…
Bu bizim açımızdan kötü bir duygu!
Elbette öyle adlandırıldığımız için kızıyoruz ve alınıyoruz. Belki buna da ‘dış mihraklar!..’ diyoruz, hayıflanıyoruz…
Peki, şimdi biraz empati yapalım:
Biz de benzer biçimde Britanya adasında yaşayan İngiliz’inden İrlandalısına, Gallerlisinden İskoç’una bütün halkları adlandırırken diyelim ki ‘Chicken (Tavuk)’ sözcüğünü kullanmış olsaydık ve Türkçe öğrenen herkes de bu kullanımı dünya üzerinde yaygınlaştırsaydı, ne olurdu?
Herhalde Birleşik Krallık halkı ve o topluluk içinde de en çok İngiliz diye adlandırılmakla hep gurur duyan İngilizler, her fırsatta bize tepki gösterirlerdi.
Yüksek olasılıkla öyle olurdu…
Öyleyse koskocaman Hint yarımadasında yaşayan 1 milyar 387 milyon insanın da sırf şu adlandırma sorunu -veya tercihi- yüzünden haklı olarak bize kırıldığını düşünebilirsiniz.
Neden mi?
Bakın, neden(miş):
Instagram’da ‘Bilgirim’ adlı, benim merakla ve zevkle takip ettiğim bir hesap var. ‘Bilgi’ ile ‘bildirim’ sözcüklerini buluşturan oldukça yaratıcı bir adlandırma…
Ve bildiğimizi zannettiğimiz ama aslında pek de bilmediğimiz, çok şaşırtıcı, okuduktan sonra insana ‘Vay canına!’ dedirten kısa, flaş bilgiler paylaşılıyor bu hesapta.
İşte o Bilgirim, girişte değindiğim şu ‘incitici adlandırma sorunsalı’ ile ilgili güzel bir dosya paylaşmıştı ocak ayı biterken. O dosyada deniyordu ki:
Evet, yanlış duymadınız, bir Güney Amerika ülkesi olan Peru…
Dolayısıyla Peruluların da tıpkı bizim İngilizlere kırıldığımız gibi Hindistanlılara kırılma hakkı doğuyor.
Hay Allah! Kırılan kırılana, alınan alınana…
Oysa uçamayan kuş hindinin biyolojik kökeni ne Hindistan’a ne de onu bonkörce -ve gördüğünüz gibi azıcık da nezaketsizce- adlandıran ülkelere dayanıyor. Hindistan tavuğu, Peru, Yunan horozu, Fransız tavuğu ve yani bizim ağırbaşlı hindimiz, ‘Kuzey Amerika’ kökenli bir canlı.
Kanada-Alaska taraflarından yani…
Ve Bilgirim’e göre ‘eskiden coğrafyalar ve ticaret kanalları halk tarafından bilinmediği için her ülke bu ilginç kuşu, onun anavatanı zannettiği ülkenin adıyla adlandırmış’…
İşte böyle!
★★
Türkler, Fransızlar ve Perulular, az önce sıraladığım adlandırmalardan rahatsız olduklarını farklı ortamlarda sık sık dile getirirler.
Oysa Yunanlılar ‘Yunan horozu’ adlandırmasından son derece memnunlarmış.
Çünkü Yunan mitolojisinde Ares’in Afrodit’e yasak aşkını konu alan o ünlü ‘Alektryon Efsanesi’, Yunan horozunun etrafında biçimlenir:
“Mitolojik anlatıya göre; zanaat ve ateş tanrısı Hephaistos'la evli olan Afrodit, kocasının yokluğunda, tüm kötülükleri örten gecenin koyu karanlığı bastırınca gizli gizli Ares'le buluşmaktadır. Afrodit'in yalnız olduğu gecelerde yanına gelen Ares, kapıya Alektryon isimli genci gözcü olarak bırakıp şafak sökene kadar sevgilisiyle baş başa kalır. Alektryon şafak vakti olduğunda Ares'i uyandırır ve güneş doğup ilişkiye şahit olmadan oradan ayrılırlar savaşçı tanrıyla gözcüsü.
Yine iki aşığın buluştuğu bir gece kapıda gözcülük eden Alektryon uykuya yenik düşer. Güneşin doğduğu saatlerde uyuyakalır delikanlı. Güneş tanrısı Helios dünyayı ışıltılı bakışlarıyla izlerken bir de ne görsün? Ares ve Afrodit Hephaistos'un yatağında sarmaş dolaş uyumakta. Durur mu hiç yerinde? Yetiştirir ihanet haberini ateşin başında demiri işleyen Hephaistos'a.
Aldatılan koca ihanetin intikamını almak için sıvar kolları; başlar demirden ama görünmez bir ağ örmeye.
Uzatmayalım; sizin de tahmin edeceğiniz gibi, anlatının sonunda kabak, en alt kademedeki kişinin, nöbette uyuklayan zavallı Alektryon’un başına patlar. Ares tarafından horoza dönüştürülüverir.”
★★
Hikâyeyi boş verelim; esas sonuç:
‘Reklamın iyisi kötüsü olmaz’ prensibi gereği Yunan toplumu, Arap ülkelerinde hindiye ‘Yunan horozu’ denmesini belki memnuniyetle karşılıyor olabilir. Bizim için durum çok farklı ama…
Öyle adlandırıldığımız için kızıyoruz ve alınıyoruz. Bir kısmımız buna da ‘dış mihraklar!..’ diyoruz, hayıflanıyoruz belki.
★★
Unutmadan...
Dış mihrak nerededir, iç mihrak kimdir ve artık kim milli bayramlardan nasıl gocunur veyahut kim dostumuzdur, kıvanç duyup sevinir o gün; işin o kısmını tam bilemeyiz; ama kesin olan şey şu ki sadece dört gün sonra bizi gururlandıracak, samimi dostlarımızı o klasik kutlama demeçlerinin çok ilerisinde, gerçekten sevindirecek bir bayramı kutlayacağız. Bayram, bu bakımdan devletine, ülkesine, rejimine, Anayasa’sına bağlı olanla olmayanı ayırt eden tam bir turnusol kâğıdı:
Cumhuriyet Bayramı’mız...
Devletimizin 99’uncu doğum günü...
Bir düşünün lütfen; cumhuriyetin nimetlerinden yararlanamayan, demokrasiden ve insan haklarından mahrum, hukuka ve adalete aç ne kadar çok insan var dünyada. Doğuda, batıda, her yerde, milyarlarca hem de... Cumhuriyetten hoşnut olmayanların, siyasal sistemimizi beğenmeyenlerin, türlü gayelerle onun altını oymaya çalışanların gidip birkaç yıl hukukun ve demokrasinin askıda olduğu yerlerde zaman geçirmesi lazımdır belki.
Ama biliyorum, ‘ait ve mensup hissedemeyene’ ne desek lafügüzaf !..
O halde gerisini boş verip; rahmetli Ata’mız ve onun aziz silah arkadaşları; geçmişten bugüne bütün şehitlerimiz ve gazilerimiz en başta olmak üzere önce cumhuriyetimizi bize armağan edenlere vefa ve minnet duymak, sonra da elimizdeki bu eşsiz mücevhere ne pahasına olursa olsun sahip çıkmak, onu daha da parlak hale getirmeye çalışmak en iyisi, en doğrusu!
Böyle düşünenlere selam olsun.
Ve bu temenniyle, ‘bayramımız şimdiden kutlu olsun’...
*: Pusula arşivinden bugüne uyarlama
Bu bizim açımızdan kötü bir duygu!
Elbette öyle adlandırıldığımız için kızıyoruz ve alınıyoruz. Belki buna da ‘dış mihraklar!..’ diyoruz, hayıflanıyoruz…
Peki, şimdi biraz empati yapalım:
Biz de benzer biçimde Britanya adasında yaşayan İngiliz’inden İrlandalısına, Gallerlisinden İskoç’una bütün halkları adlandırırken diyelim ki ‘Chicken (Tavuk)’ sözcüğünü kullanmış olsaydık ve Türkçe öğrenen herkes de bu kullanımı dünya üzerinde yaygınlaştırsaydı, ne olurdu?
Herhalde Birleşik Krallık halkı ve o topluluk içinde de en çok İngiliz diye adlandırılmakla hep gurur duyan İngilizler, her fırsatta bize tepki gösterirlerdi.
Yüksek olasılıkla öyle olurdu…
Öyleyse koskocaman Hint yarımadasında yaşayan 1 milyar 387 milyon insanın da sırf şu adlandırma sorunu -veya tercihi- yüzünden haklı olarak bize kırıldığını düşünebilirsiniz.
Neden mi?
Bakın, neden(miş):
Instagram’da ‘Bilgirim’ adlı, benim merakla ve zevkle takip ettiğim bir hesap var. ‘Bilgi’ ile ‘bildirim’ sözcüklerini buluşturan oldukça yaratıcı bir adlandırma…
Ve bildiğimizi zannettiğimiz ama aslında pek de bilmediğimiz, çok şaşırtıcı, okuduktan sonra insana ‘Vay canına!’ dedirten kısa, flaş bilgiler paylaşılıyor bu hesapta.
İşte o Bilgirim, girişte değindiğim şu ‘incitici adlandırma sorunsalı’ ile ilgili güzel bir dosya paylaşmıştı ocak ayı biterken. O dosyada deniyordu ki:
- İngilizcede ‘hindi’ isimli hayvanın neden ‘Türkiye’ anlamına gelen ‘Turkey’ sözcüğüyle adlandırıldığını öğrenelim; ama önce başka ülkelerin başka dillerinde bu uçamayan kuşa ne deniyor, ona bir bakalım…
- Bizim dilimizde, Türkçede yani bu kuşa Hindistan’la ilişkilendirilerek ‘Hindi’ demişiz; halbuki uçamayan ve yılbaşından nefret eden bu zavallı kuşun Hindistan’daki adı ‘Peru’…
Evet, yanlış duymadınız, bir Güney Amerika ülkesi olan Peru…
Dolayısıyla Peruluların da tıpkı bizim İngilizlere kırıldığımız gibi Hindistanlılara kırılma hakkı doğuyor.
- Suudi Arabistan’dan Kuveyt’e, Bahreyn’den Yemen’e birçok Arap ülkesinde bu kuşa ‘Yunan Horozu’ deniyor. Yunanistan’da, daha doğrusu Yunancada ise ‘Fransız Tavuğu’…
Hay Allah! Kırılan kırılana, alınan alınana…
- Fransızlar, Katalan İspanyollar, İsrailliler ve Ermeniler, biraz bizim gibi düşünmüşler ve ‘Hindistan Tavuğu’ diye adlandırmışlar bizim hindimizi…
Oysa uçamayan kuş hindinin biyolojik kökeni ne Hindistan’a ne de onu bonkörce -ve gördüğünüz gibi azıcık da nezaketsizce- adlandıran ülkelere dayanıyor. Hindistan tavuğu, Peru, Yunan horozu, Fransız tavuğu ve yani bizim ağırbaşlı hindimiz, ‘Kuzey Amerika’ kökenli bir canlı.
Kanada-Alaska taraflarından yani…
Ve Bilgirim’e göre ‘eskiden coğrafyalar ve ticaret kanalları halk tarafından bilinmediği için her ülke bu ilginç kuşu, onun anavatanı zannettiği ülkenin adıyla adlandırmış’…
İşte böyle!
★★
Türkler, Fransızlar ve Perulular, az önce sıraladığım adlandırmalardan rahatsız olduklarını farklı ortamlarda sık sık dile getirirler.
Oysa Yunanlılar ‘Yunan horozu’ adlandırmasından son derece memnunlarmış.
Çünkü Yunan mitolojisinde Ares’in Afrodit’e yasak aşkını konu alan o ünlü ‘Alektryon Efsanesi’, Yunan horozunun etrafında biçimlenir:
“Mitolojik anlatıya göre; zanaat ve ateş tanrısı Hephaistos'la evli olan Afrodit, kocasının yokluğunda, tüm kötülükleri örten gecenin koyu karanlığı bastırınca gizli gizli Ares'le buluşmaktadır. Afrodit'in yalnız olduğu gecelerde yanına gelen Ares, kapıya Alektryon isimli genci gözcü olarak bırakıp şafak sökene kadar sevgilisiyle baş başa kalır. Alektryon şafak vakti olduğunda Ares'i uyandırır ve güneş doğup ilişkiye şahit olmadan oradan ayrılırlar savaşçı tanrıyla gözcüsü.
Yine iki aşığın buluştuğu bir gece kapıda gözcülük eden Alektryon uykuya yenik düşer. Güneşin doğduğu saatlerde uyuyakalır delikanlı. Güneş tanrısı Helios dünyayı ışıltılı bakışlarıyla izlerken bir de ne görsün? Ares ve Afrodit Hephaistos'un yatağında sarmaş dolaş uyumakta. Durur mu hiç yerinde? Yetiştirir ihanet haberini ateşin başında demiri işleyen Hephaistos'a.
Aldatılan koca ihanetin intikamını almak için sıvar kolları; başlar demirden ama görünmez bir ağ örmeye.
Uzatmayalım; sizin de tahmin edeceğiniz gibi, anlatının sonunda kabak, en alt kademedeki kişinin, nöbette uyuklayan zavallı Alektryon’un başına patlar. Ares tarafından horoza dönüştürülüverir.”
★★
Hikâyeyi boş verelim; esas sonuç:
‘Reklamın iyisi kötüsü olmaz’ prensibi gereği Yunan toplumu, Arap ülkelerinde hindiye ‘Yunan horozu’ denmesini belki memnuniyetle karşılıyor olabilir. Bizim için durum çok farklı ama…
Öyle adlandırıldığımız için kızıyoruz ve alınıyoruz. Bir kısmımız buna da ‘dış mihraklar!..’ diyoruz, hayıflanıyoruz belki.
★★
Unutmadan...
Dış mihrak nerededir, iç mihrak kimdir ve artık kim milli bayramlardan nasıl gocunur veyahut kim dostumuzdur, kıvanç duyup sevinir o gün; işin o kısmını tam bilemeyiz; ama kesin olan şey şu ki sadece dört gün sonra bizi gururlandıracak, samimi dostlarımızı o klasik kutlama demeçlerinin çok ilerisinde, gerçekten sevindirecek bir bayramı kutlayacağız. Bayram, bu bakımdan devletine, ülkesine, rejimine, Anayasa’sına bağlı olanla olmayanı ayırt eden tam bir turnusol kâğıdı:
Cumhuriyet Bayramı’mız...
Devletimizin 99’uncu doğum günü...
Bir düşünün lütfen; cumhuriyetin nimetlerinden yararlanamayan, demokrasiden ve insan haklarından mahrum, hukuka ve adalete aç ne kadar çok insan var dünyada. Doğuda, batıda, her yerde, milyarlarca hem de... Cumhuriyetten hoşnut olmayanların, siyasal sistemimizi beğenmeyenlerin, türlü gayelerle onun altını oymaya çalışanların gidip birkaç yıl hukukun ve demokrasinin askıda olduğu yerlerde zaman geçirmesi lazımdır belki.
Ama biliyorum, ‘ait ve mensup hissedemeyene’ ne desek lafügüzaf !..
O halde gerisini boş verip; rahmetli Ata’mız ve onun aziz silah arkadaşları; geçmişten bugüne bütün şehitlerimiz ve gazilerimiz en başta olmak üzere önce cumhuriyetimizi bize armağan edenlere vefa ve minnet duymak, sonra da elimizdeki bu eşsiz mücevhere ne pahasına olursa olsun sahip çıkmak, onu daha da parlak hale getirmeye çalışmak en iyisi, en doğrusu!
Böyle düşünenlere selam olsun.
Ve bu temenniyle, ‘bayramımız şimdiden kutlu olsun’...
*: Pusula arşivinden bugüne uyarlama