
Psikanaliz kuramının geliştirerek Psikolojinin gidişatını kökten değiştiren Sigmund Freud (1856-1939), ‘Yeterince yakından bakıldığında kimse normal değildir’ diyordu.
Buna karşılık, çığır açmış bir modern filozof, Michel Foucault (1926-1984), ‘Normal insan kurgudur’ diyerek ‘normal-anormal’ kavramlarını derinleştiriyor ve bir bakıma tartışmayı kıyıdan uzak sulara çekiyordu.
Sürüklendiğimiz yer ilginç ama bir o kadar da tehlikeli gözüküyor, değil mi?
★★
Olanca tehlikesine rağmen, madalyonun diğer tarafındaki müthiş cazibeye kapıldığımızı varsayalım ve bu iki büyük bilim karakterinin beyin kıvrımlarına girmeyi deneyelim şimdi:
Önce:
‘İnsana yeterince yakından bakmak’ ne demek?
Sadece psikanaliz büyüteciyle değil elbette; insana akıl, vicdan, din, etik, hukuk, gelenek, bilim ve estetik merceğiyle de bakmak olsa gerek ‘yakından bakmak’…
Çok açılı, çok boyutlu bir çözümleme…
Bu kastediliyor olmalı. Olabilir. Belki öyledir…
Ki tahlil gerekçeniz ne olursa olsun izlememiz gereken yöntem bu: Geniş bakış açısı…
Hem akla hem de kalbe göre.
Hem düşünceyi hem duyguyu hesaba katan…
★★
Sonra:
‘Kurgu insan’ ne demek?
İngilizcede montage, editing, configuration, set, setting, setup gibi -çoğu zaten dilimize de geçmiş- (!) söcüklerle; Fransızcada ise fiction’la karşılanan ‘kurgu’ sözcüğü için Türk Dil Kurumu sözlüğünde sekiz farklı açıklama yer alıyor. Bunlardan konumuzla ilgili olanında kurgu, ‘3: Bir bütün oluşturmak için parçaları takıp birleştirme işi, montaj’ diye tanımlanıyor.
Demek ki kurgusal insan, yüzde yüz olmasa da üç aşağı beş yukarı ‘kendisinden farklı bir bütün oluşturulması niyetiyle üzerine soyut veya somut başka parçalar takılan ya da bir kısmı alınıp başka parçalarla birleştirilen, aslını ve orijinalliğini yitiren, gereksinimlere göre biçimlendirilen insan’ olarak tanımlanabilir.
E, normal insan eğer kurgu insan ise o halde ‘normal insan, aynı zamanda birilerinin, kendi gereksinimleri doğrultusunda biçimlendirdiği insan’ oluyor. Bilirsiniz, Erkin Koray örneğinde olduğu gibi, eğitim olgusunu eleştirenler de olaya tam da bu açıdan yaklaşıyorlar.
Dolayısıyla kalanlar -ve çok aşikâr biçimde azınlıkta olanlar- peki?..
Mesela ‘sadece kendisi gibi olan, başka parçalar eklenerek orijinalliği elinden alın(a)mamış, ihtiyaca göre biçimlendiril(e)memiş insan’…
O ne?
O da ‘aykırı insan’ oluyor işte!
Genele uymuyor çünkü…
★★
Daha sonra:
‘Normalleşme olgusu ve eksi normal/yeni normal kavramları…’
Bunları nereye oturtalım?
Komplo senaryolarına mı?
Yoksa insanın yanlışlarına; doğanın katledilişine, hayvanların insan yüzünden katlanmak zorunda kaldıkları ızdıraba, kesilen ağaçlara, denizlerin ve ormanların insanı tutan ahına, şimdi gelinen tıkanma noktasına mı bağlayalım meseleyi.
Oraya mı oturtalım.
Ben alelade bir insanım, neyim ki ahkâm keseyim; ama bana kalırsa normalleşme arzumuz, aslında yeniden kayıtsız-şartsız konfora kavuşma ve yeniden her şeyi har vurup harman savurma, doğayı yeniden yakıp yıkma ihtirasımızın bir başka yüzü…
Diğer yandan, çok tartışılan şu ‘yeni normal’ de kelimenin tam anlamıyla bir ‘fatura’.
Ödemek zorunda olduğumuz, vadesi geçmiş bir fatura…
Sıkıntılı yani…
İtiraf etmek güç, sabıkamız yüz kızartıcı; ama gerçek bu!
Yalın, katı, acı gerçek!..
(Devam edecek…)
Buna karşılık, çığır açmış bir modern filozof, Michel Foucault (1926-1984), ‘Normal insan kurgudur’ diyerek ‘normal-anormal’ kavramlarını derinleştiriyor ve bir bakıma tartışmayı kıyıdan uzak sulara çekiyordu.
Sürüklendiğimiz yer ilginç ama bir o kadar da tehlikeli gözüküyor, değil mi?
★★
Olanca tehlikesine rağmen, madalyonun diğer tarafındaki müthiş cazibeye kapıldığımızı varsayalım ve bu iki büyük bilim karakterinin beyin kıvrımlarına girmeyi deneyelim şimdi:
Önce:
‘İnsana yeterince yakından bakmak’ ne demek?
Sadece psikanaliz büyüteciyle değil elbette; insana akıl, vicdan, din, etik, hukuk, gelenek, bilim ve estetik merceğiyle de bakmak olsa gerek ‘yakından bakmak’…
Çok açılı, çok boyutlu bir çözümleme…
Bu kastediliyor olmalı. Olabilir. Belki öyledir…
Ki tahlil gerekçeniz ne olursa olsun izlememiz gereken yöntem bu: Geniş bakış açısı…
Hem akla hem de kalbe göre.
Hem düşünceyi hem duyguyu hesaba katan…
★★
Sonra:
‘Kurgu insan’ ne demek?
İngilizcede montage, editing, configuration, set, setting, setup gibi -çoğu zaten dilimize de geçmiş- (!) söcüklerle; Fransızcada ise fiction’la karşılanan ‘kurgu’ sözcüğü için Türk Dil Kurumu sözlüğünde sekiz farklı açıklama yer alıyor. Bunlardan konumuzla ilgili olanında kurgu, ‘3: Bir bütün oluşturmak için parçaları takıp birleştirme işi, montaj’ diye tanımlanıyor.
Demek ki kurgusal insan, yüzde yüz olmasa da üç aşağı beş yukarı ‘kendisinden farklı bir bütün oluşturulması niyetiyle üzerine soyut veya somut başka parçalar takılan ya da bir kısmı alınıp başka parçalarla birleştirilen, aslını ve orijinalliğini yitiren, gereksinimlere göre biçimlendirilen insan’ olarak tanımlanabilir.
E, normal insan eğer kurgu insan ise o halde ‘normal insan, aynı zamanda birilerinin, kendi gereksinimleri doğrultusunda biçimlendirdiği insan’ oluyor. Bilirsiniz, Erkin Koray örneğinde olduğu gibi, eğitim olgusunu eleştirenler de olaya tam da bu açıdan yaklaşıyorlar.
Dolayısıyla kalanlar -ve çok aşikâr biçimde azınlıkta olanlar- peki?..
Mesela ‘sadece kendisi gibi olan, başka parçalar eklenerek orijinalliği elinden alın(a)mamış, ihtiyaca göre biçimlendiril(e)memiş insan’…
O ne?
O da ‘aykırı insan’ oluyor işte!
Genele uymuyor çünkü…
★★
Daha sonra:
‘Normalleşme olgusu ve eksi normal/yeni normal kavramları…’
Bunları nereye oturtalım?
Komplo senaryolarına mı?
Yoksa insanın yanlışlarına; doğanın katledilişine, hayvanların insan yüzünden katlanmak zorunda kaldıkları ızdıraba, kesilen ağaçlara, denizlerin ve ormanların insanı tutan ahına, şimdi gelinen tıkanma noktasına mı bağlayalım meseleyi.
Oraya mı oturtalım.
Ben alelade bir insanım, neyim ki ahkâm keseyim; ama bana kalırsa normalleşme arzumuz, aslında yeniden kayıtsız-şartsız konfora kavuşma ve yeniden her şeyi har vurup harman savurma, doğayı yeniden yakıp yıkma ihtirasımızın bir başka yüzü…
Diğer yandan, çok tartışılan şu ‘yeni normal’ de kelimenin tam anlamıyla bir ‘fatura’.
Ödemek zorunda olduğumuz, vadesi geçmiş bir fatura…
Sıkıntılı yani…
İtiraf etmek güç, sabıkamız yüz kızartıcı; ama gerçek bu!
Yalın, katı, acı gerçek!..
(Devam edecek…)