
‘Eğer müşteri mıknatısı olmak istiyorsanız her karşılaşma öncesinde elinizde onlara (müşterilere) değer katacak ‘çok iyi bir sebep’ olduğundan emin olun!’ diyor Mert Aydıner.
Ve devam ediyor: ‘Sadece müşterilerin karşısına değil, hiç kimsenin karşısına ‘sebepsiz’ çıkmamanız lazım. Çünkü insan, doğası gereği benmerkezcidir ve her karşılaşma esnasında ‘Burada benim yararıma ne var?’ diye düşünür.’
Kişisel gelişim ve pazarlama alanında dikkat çeken genç gurunun bu harika sözü -daha doğrusu yaklaşımı-, hayatın birçok alanına uyarlanabilir ama ben mesleğim ve hayata bakışım gereği önce okula, önce öğretmenlere ve öğrencilere uyarlıyorum:
Ey okulları yönetenler, eğer gelişim mıknatısı olmak istiyorsanız, öğretmenlerle ve öğrencilerle her karşılaşmanızda, elinizde onlara değer katacak çok iyi bir sebep, bir fırsat olduğunu açıkça dışa vurun. Pozitif enerji yaymakta cimri ya da aşırı temkinli davranmayın.
Bu konuda samimi olduğunuzu net biçimde gösterin.
Her fırsatta ama...
Her defasında, sabırla hem de...
Ki istikrarlı bir yaklaşımınız olduğunu öğretmenlerinize ve öğrencilerinize gösterebilesiniz, inandırıcı olabilesiniz.
★★
İyi de nasıl yapılır bu?
Her defasında hem de?!? Sürdürülebilir bir şey mi?..
Ve böyle yapmak gerçekten doğru mudur?
Elbette doğrudur ve elbette sürdürülebilir bir yaklaşımdır bu.
Çünkü en başta şunu görebilmek gerekir ki yöneticinin okulda öğrenciyle veya öğretmenle neredeyse her karşılaşması; öncelikle bir durum, çoğunlukla bir sorun ya da bir müjde, sonra da genellikle bir talep aktarımıdır.
Atar ve toplar damarların, bütün kılcalların kusursuz (komplekssiz, mobbingsiz, önyargısız, politikadan azade) açık olması koşuluyla;
Öğrencinin yöneticiye ya da yöneticinin öğretmene…
Öğretmenin yöneticiye ya da yöneticinin öğretmene talep aktarımı…
Eğitim işi, kalite çizgisini aşmış, kurumsallaşmış okullarda böyle yürür: İstersin, gerekçe açıklarsın, gereğinde yönlendirirsin ve sonuç beklersin.
Denetleme gücünü ve yetkisini ‘Demokles Kılıcı’ gibi değil, kılavuzluk olanağı olarak, bir buket kır çiçeği gibi kullanırsın…
Basit görünüşüne karşın aslında akıl almaz derecede kompleks bir değişim-gelişim süreci olan eğitimi tanımlarken ‘istendik davranış değişimi’ diye şerhettiğimiz şey muhtemelen budur.
Ve tabii bunun sağlanması, her şeyden önce karşılıklı biçimde ‘değer vermeye ve değer bulmaya’ dayanır.
Samimiyetin somutlaşması...
Bu da değer verişin çekirdeğinde ‘çok iyi (gerçekçi ve doğru) sebepler’ bulunmasına, başka bir deyişle yöneticinin onları araştırıp ortaya çıkarabilme becerisine bağlıdır.
Mert Aydıner’in dediği gibi…
Bu yaklaşım, bu üslup, bu yöntem; sonunda mutlaka kazandırır!
Hem öğretmene hem öğrenciye hem de okulu yönetene kazandırır.
★★
Söylediklerimle ilgili kafanızda en ufak bir kuşku varsa lütfen hemen ‘iyi örnekleri’ anımsayın:
Bildiğiniz en iyi okulu, en iyi akademiyi…
Tanıdığınız en iyi öğretmeni…
İçinden geçtiğiniz en harika sınıfı…
Parçası olduğunuz okul takımını, çalışma veya yarışma grubunu…
Bir düşünün…
Orada size açıklanan etkileyici bir sebep vardı ve siz, orada değer bulmuştunuz.
Öyle değil mi?
Başka sorum yok!
Ve devam ediyor: ‘Sadece müşterilerin karşısına değil, hiç kimsenin karşısına ‘sebepsiz’ çıkmamanız lazım. Çünkü insan, doğası gereği benmerkezcidir ve her karşılaşma esnasında ‘Burada benim yararıma ne var?’ diye düşünür.’
Kişisel gelişim ve pazarlama alanında dikkat çeken genç gurunun bu harika sözü -daha doğrusu yaklaşımı-, hayatın birçok alanına uyarlanabilir ama ben mesleğim ve hayata bakışım gereği önce okula, önce öğretmenlere ve öğrencilere uyarlıyorum:
Ey okulları yönetenler, eğer gelişim mıknatısı olmak istiyorsanız, öğretmenlerle ve öğrencilerle her karşılaşmanızda, elinizde onlara değer katacak çok iyi bir sebep, bir fırsat olduğunu açıkça dışa vurun. Pozitif enerji yaymakta cimri ya da aşırı temkinli davranmayın.
Bu konuda samimi olduğunuzu net biçimde gösterin.
Her fırsatta ama...
Her defasında, sabırla hem de...
Ki istikrarlı bir yaklaşımınız olduğunu öğretmenlerinize ve öğrencilerinize gösterebilesiniz, inandırıcı olabilesiniz.
★★
İyi de nasıl yapılır bu?
Her defasında hem de?!? Sürdürülebilir bir şey mi?..
Ve böyle yapmak gerçekten doğru mudur?
Elbette doğrudur ve elbette sürdürülebilir bir yaklaşımdır bu.
Çünkü en başta şunu görebilmek gerekir ki yöneticinin okulda öğrenciyle veya öğretmenle neredeyse her karşılaşması; öncelikle bir durum, çoğunlukla bir sorun ya da bir müjde, sonra da genellikle bir talep aktarımıdır.
Atar ve toplar damarların, bütün kılcalların kusursuz (komplekssiz, mobbingsiz, önyargısız, politikadan azade) açık olması koşuluyla;
Öğrencinin yöneticiye ya da yöneticinin öğretmene…
Öğretmenin yöneticiye ya da yöneticinin öğretmene talep aktarımı…
Eğitim işi, kalite çizgisini aşmış, kurumsallaşmış okullarda böyle yürür: İstersin, gerekçe açıklarsın, gereğinde yönlendirirsin ve sonuç beklersin.
Denetleme gücünü ve yetkisini ‘Demokles Kılıcı’ gibi değil, kılavuzluk olanağı olarak, bir buket kır çiçeği gibi kullanırsın…
Basit görünüşüne karşın aslında akıl almaz derecede kompleks bir değişim-gelişim süreci olan eğitimi tanımlarken ‘istendik davranış değişimi’ diye şerhettiğimiz şey muhtemelen budur.
Ve tabii bunun sağlanması, her şeyden önce karşılıklı biçimde ‘değer vermeye ve değer bulmaya’ dayanır.
Samimiyetin somutlaşması...
Bu da değer verişin çekirdeğinde ‘çok iyi (gerçekçi ve doğru) sebepler’ bulunmasına, başka bir deyişle yöneticinin onları araştırıp ortaya çıkarabilme becerisine bağlıdır.
Mert Aydıner’in dediği gibi…
Bu yaklaşım, bu üslup, bu yöntem; sonunda mutlaka kazandırır!
Hem öğretmene hem öğrenciye hem de okulu yönetene kazandırır.
★★
Söylediklerimle ilgili kafanızda en ufak bir kuşku varsa lütfen hemen ‘iyi örnekleri’ anımsayın:
Bildiğiniz en iyi okulu, en iyi akademiyi…
Tanıdığınız en iyi öğretmeni…
İçinden geçtiğiniz en harika sınıfı…
Parçası olduğunuz okul takımını, çalışma veya yarışma grubunu…
Bir düşünün…
Orada size açıklanan etkileyici bir sebep vardı ve siz, orada değer bulmuştunuz.
Öyle değil mi?
Başka sorum yok!