
Çoğumuz düşünmeden alışkanlıklarımız ve içgüdülerimizle yaşıyoruz. Hâlbuki bilinçli hayat düşünülerek yaşanılan hayattır. Düşünemeyen insan kendi ve öteki hakkında sağlam bir bilinç oluşturamaz. Düşünmenin aşkın bir yanı da var: Yaratıcı. İnsan düşünerek Yaratıcıyla ve varlıkla gerçek bir ilişki kurabilir ancak.
Her şeyin bir merkezi vardır: düşünmenin merkezi de Yaratıcı olmalıdır. Allah’ı merkez yapmadan gerçekleştirilen düşünce çıkar endeksli bir düşünce olacaktır: Bu, bir yönüyle materyalizmdir! Bu özelliği nedeniyle çıkar endeksli yaşayan modern topluma ‘materyalist toplum’ gözüyle de bakılabilir.
İnsanda çıkar endeksli yaşantıya mani olacak düşünce manevi düşüncedir. Manevi düşüncenin oluşabilmesinin parametreleri vardır: Her şeyden evvel insanın ilk öğrenmesi gereken kendi ‘varoluş’ amacıdır. Varoluşun amacı, ‘Allah’ı bilmek ve hayatı istediği gibi yaşamak’, şeklinde ortaya konulunca, düşünce tedricen egoya hizmet etmekten kurtulup, insan ilahî iyiliğin bir parçası haline gelebilecektir.
Düşünen insan ‘istiyorum!’la başlayan her arzusunu tatmin etmeden önce kâinattaki canlıların ‘istiyorum’unu da düşünür, duymaya çalışır ve üzerine nasıl bir sorumluluk düştüğünü sorgular. Basit bir örnek: Evinizde neşe ve haz içinde balık yiyorsunuz; midenizin istiyorum çığlıklarını işitmişsiniz ve onu tatmin etmektesiniz; bedensel ve ruhsal yapınızla mutlusunuz. Fakat çevrenizdeki yoksul insanlardan haberiniz yoktur. Bahçenizde ya da apartman girişinde bekleyen sokak kedileri, köpekler, dallarda bekleyen şehir kuşları aklınıza gelmiyor. Gelse de onlar için harekete geçmiyorsunuz. O zaman siz nefsanîsiniz; bir ben ve ego insanısınız!
Düşünen şunları anlar: Sadece ben yokum başkaları da var; her varlıkla tabii bağlarla bağlıyım… Tabiat ve toplum olmadan insan varoluşu gerçekleştirilemez. Tabiat ve toplum bir kişi için çalışmaz, bütün için çalışır. Güneşle olduğu gibi havayla, suyla olduğu gibi toprakla, ana babayla olduğu gibi eş ve çocuklarla, konu komşuyla olduğu gibi hısım akrabayla, mahalleyle olduğu gibi şehirle, şehirle olduğu gibi ülkeyle, ülkeyle olduğu gibi dünya ile kurulmuş bağlar madem zorunlu bağlardır, o halde insan, herkesten ve her şeyden sorumludur. Sorumluluğunu ise düşünemeden anlayamayacak ve sorumluluğunu üstlenemeyecektir.
Düşünen şunu anlar: Düşünmeden söz söyler ve iş yaparsam samimi olamam... Çoğu sözümüz ve eylemimiz düşüncenin merkezi olan ilahî özümüzden gelmez nefsimizden gelir. Nefis, söz söylemekte ve iş yapmakta acelecidir: Bu yüzden nice zararlı sonuçlar ortaya çıkmaktadır.
Düşünen şunu anlar: Allah’la ilişki kurmam soyut değil, somuttur. O’nun Kuran’da öğrettiklerini hayatımın amacı haline getirebilirsem (ki, bu ancak düşünülerek yapabilir) Allah’la somut ilişki kurmuş olurum: Allah yardım eder, ben de yardım etmeliyim; Allah korur ben de korumalıyım; Allah sever ben de sevmeliyim; Allah adildir ben de adil olmalıyım; Allah kullarına karşı sabırlıdır ben de sabırlı olmalıyım; Allah iyilik yapar ben de iyilik yapmalıyım; Allah’ın yarattıkları temizdir ben de temiz olmalıyım; Allah umut verir ben de umut vermeliyim; Allah rızık verir ben de rızkımı paylaşmalıyım…
Düşünen şunu anlar: Hayat mutluluk verir, nesneler ve canlı varlıklar hazzın kaynağıdır. Kendi varlığım da bu amacın en üst formudur; ruhsal ve bedensel zevk alıyorum öyle ise ruhsal ve bedensel zevk vermeliyim… Bu bilinçle hareket eden kişinin söz ve eylemleri iyiliktir; kişi bu yöntemle hareket ettiğinde, Allah’ın kendisini sevdiğini bilir. Allah, ondan bunu istemektedir. Kişi adeta şöyle der: Ey Rabbim! Bana ihsanın olan varlığımı, örneklediğin hayat gibi, mutluluk vermek üzere kabul ediyorum. Bana yardım et: Güneş gibi ısı ve ışık vereyim, bana yardım et; meyve ağaçları gibi mahsullü olayım; bana yardım et: Yağmur bulutları gibi iyiliğin ve bereketin aracı olayım…
Düşünen şunu anlar: Yağmur olacaksam, toprak olacaksam, rüzgâr olacaksam, meyveli dal olacaksam bunu şimdi, içinde bulunduğum şu an, yapmalı ve olmalıyım… Allah’ın bize yakınlığı da böyledir. Kişinin an’lardan ibaret hayatı sürekli Allah’ın istediği sırat-ı müstakime doğru ilerlemelidir. Düşünerek yaşamadan bu rota korunamaz.
Düşünen şunu anlar: Düşünüp hemen harekete geçmem de doğru değildir… Düşünmeyi öğrenen insan sabırlı olmayı da öğrenmelidir. Acelelikle hareket edip mahcup olmamak için araştırmak ve ondan sonra, uygun yerde uygun zamanda, kararlılıkla hareket etmek gerekir. (Tedriç yasası)
Düşünen şunu anlar: Herkes için bir şey yapamam, fakat herkesi düşünebilirim... İnsan, her insanın acısına derman olamaz, her aç insanı doyuramaz, her zulüm altında olanı kurtaramaz, her kötülüğü önleyemez… Ne var ki, gücünün ulaşmadığını bildiği insanlar için, Allah’a dua edebilir. Allah kendisine şah damarından yakındır: bu düşüncesiyle her şeye gücü yeten Rabbine yönelir. Böylece, insanlık denilen bütünün bir parçası olarak, zorluk içindeki insanların farkında olduğunu ve onlar için Rabbine dua etmesi gerektiğini bilir. Unutmamalı ki ötekilerle olan ilişkimizi açık eden dua, Allah katında, hareket gibi, sonuçlar doğurur.
Her şeyin bir merkezi vardır: düşünmenin merkezi de Yaratıcı olmalıdır. Allah’ı merkez yapmadan gerçekleştirilen düşünce çıkar endeksli bir düşünce olacaktır: Bu, bir yönüyle materyalizmdir! Bu özelliği nedeniyle çıkar endeksli yaşayan modern topluma ‘materyalist toplum’ gözüyle de bakılabilir.
İnsanda çıkar endeksli yaşantıya mani olacak düşünce manevi düşüncedir. Manevi düşüncenin oluşabilmesinin parametreleri vardır: Her şeyden evvel insanın ilk öğrenmesi gereken kendi ‘varoluş’ amacıdır. Varoluşun amacı, ‘Allah’ı bilmek ve hayatı istediği gibi yaşamak’, şeklinde ortaya konulunca, düşünce tedricen egoya hizmet etmekten kurtulup, insan ilahî iyiliğin bir parçası haline gelebilecektir.
Düşünen insan ‘istiyorum!’la başlayan her arzusunu tatmin etmeden önce kâinattaki canlıların ‘istiyorum’unu da düşünür, duymaya çalışır ve üzerine nasıl bir sorumluluk düştüğünü sorgular. Basit bir örnek: Evinizde neşe ve haz içinde balık yiyorsunuz; midenizin istiyorum çığlıklarını işitmişsiniz ve onu tatmin etmektesiniz; bedensel ve ruhsal yapınızla mutlusunuz. Fakat çevrenizdeki yoksul insanlardan haberiniz yoktur. Bahçenizde ya da apartman girişinde bekleyen sokak kedileri, köpekler, dallarda bekleyen şehir kuşları aklınıza gelmiyor. Gelse de onlar için harekete geçmiyorsunuz. O zaman siz nefsanîsiniz; bir ben ve ego insanısınız!
Düşünen şunları anlar: Sadece ben yokum başkaları da var; her varlıkla tabii bağlarla bağlıyım… Tabiat ve toplum olmadan insan varoluşu gerçekleştirilemez. Tabiat ve toplum bir kişi için çalışmaz, bütün için çalışır. Güneşle olduğu gibi havayla, suyla olduğu gibi toprakla, ana babayla olduğu gibi eş ve çocuklarla, konu komşuyla olduğu gibi hısım akrabayla, mahalleyle olduğu gibi şehirle, şehirle olduğu gibi ülkeyle, ülkeyle olduğu gibi dünya ile kurulmuş bağlar madem zorunlu bağlardır, o halde insan, herkesten ve her şeyden sorumludur. Sorumluluğunu ise düşünemeden anlayamayacak ve sorumluluğunu üstlenemeyecektir.
Düşünen şunu anlar: Düşünmeden söz söyler ve iş yaparsam samimi olamam... Çoğu sözümüz ve eylemimiz düşüncenin merkezi olan ilahî özümüzden gelmez nefsimizden gelir. Nefis, söz söylemekte ve iş yapmakta acelecidir: Bu yüzden nice zararlı sonuçlar ortaya çıkmaktadır.
Düşünen şunu anlar: Allah’la ilişki kurmam soyut değil, somuttur. O’nun Kuran’da öğrettiklerini hayatımın amacı haline getirebilirsem (ki, bu ancak düşünülerek yapabilir) Allah’la somut ilişki kurmuş olurum: Allah yardım eder, ben de yardım etmeliyim; Allah korur ben de korumalıyım; Allah sever ben de sevmeliyim; Allah adildir ben de adil olmalıyım; Allah kullarına karşı sabırlıdır ben de sabırlı olmalıyım; Allah iyilik yapar ben de iyilik yapmalıyım; Allah’ın yarattıkları temizdir ben de temiz olmalıyım; Allah umut verir ben de umut vermeliyim; Allah rızık verir ben de rızkımı paylaşmalıyım…
Düşünen şunu anlar: Hayat mutluluk verir, nesneler ve canlı varlıklar hazzın kaynağıdır. Kendi varlığım da bu amacın en üst formudur; ruhsal ve bedensel zevk alıyorum öyle ise ruhsal ve bedensel zevk vermeliyim… Bu bilinçle hareket eden kişinin söz ve eylemleri iyiliktir; kişi bu yöntemle hareket ettiğinde, Allah’ın kendisini sevdiğini bilir. Allah, ondan bunu istemektedir. Kişi adeta şöyle der: Ey Rabbim! Bana ihsanın olan varlığımı, örneklediğin hayat gibi, mutluluk vermek üzere kabul ediyorum. Bana yardım et: Güneş gibi ısı ve ışık vereyim, bana yardım et; meyve ağaçları gibi mahsullü olayım; bana yardım et: Yağmur bulutları gibi iyiliğin ve bereketin aracı olayım…
Düşünen şunu anlar: Yağmur olacaksam, toprak olacaksam, rüzgâr olacaksam, meyveli dal olacaksam bunu şimdi, içinde bulunduğum şu an, yapmalı ve olmalıyım… Allah’ın bize yakınlığı da böyledir. Kişinin an’lardan ibaret hayatı sürekli Allah’ın istediği sırat-ı müstakime doğru ilerlemelidir. Düşünerek yaşamadan bu rota korunamaz.
Düşünen şunu anlar: Düşünüp hemen harekete geçmem de doğru değildir… Düşünmeyi öğrenen insan sabırlı olmayı da öğrenmelidir. Acelelikle hareket edip mahcup olmamak için araştırmak ve ondan sonra, uygun yerde uygun zamanda, kararlılıkla hareket etmek gerekir. (Tedriç yasası)
Düşünen şunu anlar: Herkes için bir şey yapamam, fakat herkesi düşünebilirim... İnsan, her insanın acısına derman olamaz, her aç insanı doyuramaz, her zulüm altında olanı kurtaramaz, her kötülüğü önleyemez… Ne var ki, gücünün ulaşmadığını bildiği insanlar için, Allah’a dua edebilir. Allah kendisine şah damarından yakındır: bu düşüncesiyle her şeye gücü yeten Rabbine yönelir. Böylece, insanlık denilen bütünün bir parçası olarak, zorluk içindeki insanların farkında olduğunu ve onlar için Rabbine dua etmesi gerektiğini bilir. Unutmamalı ki ötekilerle olan ilişkimizi açık eden dua, Allah katında, hareket gibi, sonuçlar doğurur.