
Televizyonların hayatımıza tamamen egemen olmadığı yıllardı. Mahallemizde televizyon sadece birkaç evde vardı. Bizim evde dedemden dolayı televizyon yoktu. Dedem televizyonu şeytan işi olarak görüyor ve evimize girmesine kesinlikle izin vermiyordu. Bizler ise mahallede televizyonu olan arkadaşlarımızdan bu sihirli kutunun marifetlerini dinliyor, içten içe onlara imreniyorduk. Bazen de onlara misafirliğe gidelim diye annelerimizi zorluyorduk. Mahalle de televizyon sahibi olan evlerden biri de benim sınıf arkadaşım Tarıkların eviydi. Onların evleri tek katlı ve toprak damlı idi. Televizyonlarının olduğu oda yola bakan yerdeydi ve evin camına bizim boylarımızda yetiyordu. Yani Tarıkların o televizyonu olduğu yer çoğu zaman bizim sinema salonumuz gibiydi. Özellikle çizgi film saatlerinde o pencerenin önü cümbüş yeri gibiydi. İki bilemedin üç kişi bir camda diğer iki üç kişi ise diğer camda olurdu. Pencereye asılı bir perde olurdu. Bu perde çoğu zaman açık bırakılır bizlerde o ara bırakılan kısımda içerde ki televizyon yayınlarına bakmaya çalışırdık. Ne kadar mutlu olurduk o an, bu gün her çocuğun evinde sihirli kutudan olsa da o mutluluğu yakalamak artık çok zor. Tarıkların evinin penceresinde ki cümbüşü her çocuğun ana babası görür ve bir televizyon alma derdine düşerdi. Bizler o pencerede canlı yayınımızı izlerken birden moralimiz bozulurdu. Morallerimizi alt üst eden perdelerin kapatılması olurdu. Perdelerin kapatılmasına neden olan ise gürültü yapmamızdı. Bazen cezamız sadece perdenin kapatılması olmazdı. Tarık’ın ablası tarafından evin önünden sürülmekte kaderimizde olan cezalardan biriydi. O bizi süpürge sapıyla sürer bizler ise kaçardık. O evin içine girdiğinde ise tekrardan hızlı adımlarla pencerenin demirlerine yapışırdık. Perde yeniden açılmışsa kaldığımız yerden filmimizi izlemeye devam ederdik. Bazı arkadaşlarımız korkar bir daha pencere kenarına dahi gelemezdik. O bizim için şanstı, çünkü rakiplerimizden biri böylece elenmiş olurdu. Bir yıl kadar daha böyle televizyon maceramız devam etti. Bir gün o sihirli kutunun bizim evde de olacağını duyunca sevinçten uyuyamadığımı hatırlarım.
Bir gün anne ve babamın gizli bir şeyler konuştuklarına şahit oldum. Bu konuşmalardan duyduğum tek şey dedemin televizyon alınmasına karşı çıkacağıydı. Evet, rahmetli dedem televizyona karşı idi ve eve bu aletin getirilmesini hoş karşılamayacağını defalarca söylemişti. Rahmetli babam ise çocuklarının sağ solda televizyon için dolaşmasına gönlü razı değildi; ama babasını da çiğnemek istemiyordu. Sonunda televizyon almaya karar verilmiş, dededen saklanmasına hüküm kesilmişti. Babam hastanede bir arkadaşından aldığı televizyonu dedem camideyken gizlice eve sokmayı başarmıştı. Tam gizli bir görev idi. Sessizce dedem duymadan televizyon eve alınmış ve oturma odamıza kadar gelmişti. Televizyon ve anten bir arada garip bir misafir gibi köşe de kaderlerini bekleyen mahkûm gibiydiler. Halam, babam, annem, kardeşlerim de dâhil herkesin yüzünde tatlı bir gülümseme vardı; ama asıl sorun televizyonun nereye konulacağıydı. Bizim evde oturma odasında duvarda kapaklı bir dolabımız vardı. Bu dolap sanki bu televizyon için yapılmış gibiydi. Gizlice oraya televizyonu kapattık ve anahtar ile kilitledik. Hepimiz gidip gelip televizyonun kilitli olduğu dolabı açıyor, ona bakıp bakıp geri dönüyorduk. O an benim en çok merak ettiğim televizyonumuz ne zaman açılacak ve biz onu ne zaman izleyecektik. Babam anteni kuralım ondan sonra açarız dedi. Birden halamın sesini duyduk. Heyecanlı idi. Heyecanının nedeni ise dedemin camiden gelmesiydi. Herkes birden odadan dağılmıştı. Hiçbir şey olmamış gibi davrandık. Dedem henüz televizyondan haberdar değildi ve uzun sürede haberdar olmaması gerekiyordu. O gün televizyonumuzu açamadık. Ertesi gün dedem öğle namazına gittiğinde bir usta geldi ve televizyon antenini bacaya kurdu. Denemelerden sonra usta televizyonun yayına hazır olduğunu söyleyip gitti. Televizyonumuz yayına hazırdı; ama bu seferde televizyon yayınının saati geçmişti. Şimdide yayın saatini beklemek zorundaydık. Gizli gizli televizyonun sesini de kısarak izlemeye başladık. Çok mutluyduk. Annem her evde olduğu gibi televizyon üstüne örtüyü koymuş, sağını solunu silmeyi unutmamıştı. Tarıkların evlerin önünden artık geçmiyordum; arkadaşlara bende havamı atıyordum, çünkü bizim evde de o sihirli kutudan vardı. Rahmetli babam çocuklarının hiçbir şeyden mahrum olmasını istemezdi, dedemden çekinse de televizyonu almıştı. Dedemden saklana saklana uzun bir süre televizyon izledik durduk. Günlerden bir gün alt kattan birinin hızlıca üst kata geldiğini duyduk. Korktuk bu gelenin dedem olma ihtimali yüksekti. Nihayetinde korktuğumuz başımıza gelmiş ve dedemin sesi duyulmuştu. Hemen koştuk, televizyonun olduğu dolabın kapağını kapattık, ama sesini kısmayı unutmuştuk. Dedem odaya girdiğinde farklı sesin geldiği yeri açınca televizyonu görmüş, bağıra çağıra aşağıya inmişti. Dedemin bağırması sadece o günle kalmış, televizyonun eve gelmesine başka bir şey dememişti.
Bir gün anne ve babamın gizli bir şeyler konuştuklarına şahit oldum. Bu konuşmalardan duyduğum tek şey dedemin televizyon alınmasına karşı çıkacağıydı. Evet, rahmetli dedem televizyona karşı idi ve eve bu aletin getirilmesini hoş karşılamayacağını defalarca söylemişti. Rahmetli babam ise çocuklarının sağ solda televizyon için dolaşmasına gönlü razı değildi; ama babasını da çiğnemek istemiyordu. Sonunda televizyon almaya karar verilmiş, dededen saklanmasına hüküm kesilmişti. Babam hastanede bir arkadaşından aldığı televizyonu dedem camideyken gizlice eve sokmayı başarmıştı. Tam gizli bir görev idi. Sessizce dedem duymadan televizyon eve alınmış ve oturma odamıza kadar gelmişti. Televizyon ve anten bir arada garip bir misafir gibi köşe de kaderlerini bekleyen mahkûm gibiydiler. Halam, babam, annem, kardeşlerim de dâhil herkesin yüzünde tatlı bir gülümseme vardı; ama asıl sorun televizyonun nereye konulacağıydı. Bizim evde oturma odasında duvarda kapaklı bir dolabımız vardı. Bu dolap sanki bu televizyon için yapılmış gibiydi. Gizlice oraya televizyonu kapattık ve anahtar ile kilitledik. Hepimiz gidip gelip televizyonun kilitli olduğu dolabı açıyor, ona bakıp bakıp geri dönüyorduk. O an benim en çok merak ettiğim televizyonumuz ne zaman açılacak ve biz onu ne zaman izleyecektik. Babam anteni kuralım ondan sonra açarız dedi. Birden halamın sesini duyduk. Heyecanlı idi. Heyecanının nedeni ise dedemin camiden gelmesiydi. Herkes birden odadan dağılmıştı. Hiçbir şey olmamış gibi davrandık. Dedem henüz televizyondan haberdar değildi ve uzun sürede haberdar olmaması gerekiyordu. O gün televizyonumuzu açamadık. Ertesi gün dedem öğle namazına gittiğinde bir usta geldi ve televizyon antenini bacaya kurdu. Denemelerden sonra usta televizyonun yayına hazır olduğunu söyleyip gitti. Televizyonumuz yayına hazırdı; ama bu seferde televizyon yayınının saati geçmişti. Şimdide yayın saatini beklemek zorundaydık. Gizli gizli televizyonun sesini de kısarak izlemeye başladık. Çok mutluyduk. Annem her evde olduğu gibi televizyon üstüne örtüyü koymuş, sağını solunu silmeyi unutmamıştı. Tarıkların evlerin önünden artık geçmiyordum; arkadaşlara bende havamı atıyordum, çünkü bizim evde de o sihirli kutudan vardı. Rahmetli babam çocuklarının hiçbir şeyden mahrum olmasını istemezdi, dedemden çekinse de televizyonu almıştı. Dedemden saklana saklana uzun bir süre televizyon izledik durduk. Günlerden bir gün alt kattan birinin hızlıca üst kata geldiğini duyduk. Korktuk bu gelenin dedem olma ihtimali yüksekti. Nihayetinde korktuğumuz başımıza gelmiş ve dedemin sesi duyulmuştu. Hemen koştuk, televizyonun olduğu dolabın kapağını kapattık, ama sesini kısmayı unutmuştuk. Dedem odaya girdiğinde farklı sesin geldiği yeri açınca televizyonu görmüş, bağıra çağıra aşağıya inmişti. Dedemin bağırması sadece o günle kalmış, televizyonun eve gelmesine başka bir şey dememişti.