Dertsiz, tasasız, sıkıntısız insan düşünülemez.
Özellikle kentli bireyler, tabiri caizse, birçok yönden kendilerini mutsuz hissetmektedirler.
Oysa insanda üç haslet (özellik, huy) var ki, bunlar insandaki her türlü mihneti; derdi, tasayı, gamı, kederi savuşturup insanı mutluluğa ulaştırmaya yetmektedir.
İnsan önce duygu, düşünce, tutum ve davranışlarına temel teşkil edecek bir değerler dizsisi edinmek zorundadır.
Bu değerler dizisi Müslümanlar için Kuran ve Hz. Muhammed (sav)’in sünnetidir.
İfade edeceğimiz üç özellik bu değerler dizisine uygun hareket ettirildiğinde dertler bitmekte, mutluluk, bir bahar gibi, kişinin hayatına hükmetmektedir.
Bu özelliklerden biri, insanın kendi nefsini, kendisine kul etmesidir; insan neyi emrederse nefsi onu yapmalıdır.
Fakat durum bugün tersidir: İnsan, nefsinin kulu durumundadır, nefsi ne emrederse insan da onu yapmaktadır.
Kin, kibir, gurur, yalan dolan, faydasız iş, günah, daha pek çok olumsuz durum, nefsin isteklerinin yerine getirilmesinin bir sonucudur.
Kişi nefisle mücadele yöntemini öğrenip uygulamaya başladığında, nefsin heves ettiği her şeyi almaya kalkmayacak, her sözü söylemeyecek, gücü yetiyor diye, nefsine uyup kimseye haksızlık etmeyecek, nefsi pek seviyor diye, içki içmeyecek, zina etmeyecek, kumar oynamayacak, dedi kodu yapmayacak, vb. utanılacak, ahlaka aykırı işlerin faali olmayacaktır.
Kimin nefsi kendine mahkûm olup emrinden çıkmazsa o kişi her türlü kaygıdan ve üzüntüden kurtulup saadetli, kutlu bir insan olacaktır.
İkinci özellik, birincinin devamı, daha doğrusu birincinin, meyvesidir.
Nefsini men eden başkasını da men edebilir; nefsine söz dinletenin yaptığı öğüt başkasının düzelmesine yardımcı olabilecektir.
İlimleriyle amel eden bilginlerin ve mürşitlerin hâlleri böyledir.
Bu tür insanlar, çevrelerindeki insanlara, hâlleriyle, sözleriyle mutlaka tesir ederler.
Üçüncü ilke; insanları ayırmamaktır. İnsanlar arasında fark gözetmek ve taraf tutmak adaletsizliğe sebep olmaktadır.
Münafık olsun, kâfir olsun, şu inançtan, bu inançtan olsun yahut hiçbir inanca mensup olmasın, herkese adaletli davranıldığında, birçok kötülük ortadan kalkacaktır.
Bir insan adaletliyse Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Budist, ateist, kim hangi milletten olursa olsun, herkes onu sevecek ve ona değer verecektir.
Bu üç özellik insan hayatını güzelleştirip sıkıntıları gidermekte, düşmanlıkları dostluğa çevirmekte, kişiyi ‘tevhidi hayat’ sahibi kılmaktadır. Nefislerine söz dinletmeyi başarmış kişiler, mesela Mevlana gibi zatlar, bu ilkeleri uygulayarak, yetmiş iki millet için kılavuz olmuşlardır.
Bugün de hayatın her alanında insanlığın ihtiyaç duyduğu insan tipi bu özelliklere sahip yüksek ahlak elde etmiş ve birlik ilkesine ulaşmış insanların varlığıdır.
Özellikle kentli bireyler, tabiri caizse, birçok yönden kendilerini mutsuz hissetmektedirler.
Oysa insanda üç haslet (özellik, huy) var ki, bunlar insandaki her türlü mihneti; derdi, tasayı, gamı, kederi savuşturup insanı mutluluğa ulaştırmaya yetmektedir.
İnsan önce duygu, düşünce, tutum ve davranışlarına temel teşkil edecek bir değerler dizsisi edinmek zorundadır.
Bu değerler dizisi Müslümanlar için Kuran ve Hz. Muhammed (sav)’in sünnetidir.
İfade edeceğimiz üç özellik bu değerler dizisine uygun hareket ettirildiğinde dertler bitmekte, mutluluk, bir bahar gibi, kişinin hayatına hükmetmektedir.
Bu özelliklerden biri, insanın kendi nefsini, kendisine kul etmesidir; insan neyi emrederse nefsi onu yapmalıdır.
Fakat durum bugün tersidir: İnsan, nefsinin kulu durumundadır, nefsi ne emrederse insan da onu yapmaktadır.
Kin, kibir, gurur, yalan dolan, faydasız iş, günah, daha pek çok olumsuz durum, nefsin isteklerinin yerine getirilmesinin bir sonucudur.
Kişi nefisle mücadele yöntemini öğrenip uygulamaya başladığında, nefsin heves ettiği her şeyi almaya kalkmayacak, her sözü söylemeyecek, gücü yetiyor diye, nefsine uyup kimseye haksızlık etmeyecek, nefsi pek seviyor diye, içki içmeyecek, zina etmeyecek, kumar oynamayacak, dedi kodu yapmayacak, vb. utanılacak, ahlaka aykırı işlerin faali olmayacaktır.
Kimin nefsi kendine mahkûm olup emrinden çıkmazsa o kişi her türlü kaygıdan ve üzüntüden kurtulup saadetli, kutlu bir insan olacaktır.
İkinci özellik, birincinin devamı, daha doğrusu birincinin, meyvesidir.
Nefsini men eden başkasını da men edebilir; nefsine söz dinletenin yaptığı öğüt başkasının düzelmesine yardımcı olabilecektir.
İlimleriyle amel eden bilginlerin ve mürşitlerin hâlleri böyledir.
Bu tür insanlar, çevrelerindeki insanlara, hâlleriyle, sözleriyle mutlaka tesir ederler.
Üçüncü ilke; insanları ayırmamaktır. İnsanlar arasında fark gözetmek ve taraf tutmak adaletsizliğe sebep olmaktadır.
Münafık olsun, kâfir olsun, şu inançtan, bu inançtan olsun yahut hiçbir inanca mensup olmasın, herkese adaletli davranıldığında, birçok kötülük ortadan kalkacaktır.
Bir insan adaletliyse Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Budist, ateist, kim hangi milletten olursa olsun, herkes onu sevecek ve ona değer verecektir.
Bu üç özellik insan hayatını güzelleştirip sıkıntıları gidermekte, düşmanlıkları dostluğa çevirmekte, kişiyi ‘tevhidi hayat’ sahibi kılmaktadır. Nefislerine söz dinletmeyi başarmış kişiler, mesela Mevlana gibi zatlar, bu ilkeleri uygulayarak, yetmiş iki millet için kılavuz olmuşlardır.
Bugün de hayatın her alanında insanlığın ihtiyaç duyduğu insan tipi bu özelliklere sahip yüksek ahlak elde etmiş ve birlik ilkesine ulaşmış insanların varlığıdır.