Ruhumuzun arkadaşları var, tekrar edip duruyorum, iyice anlamış olmanı umuyorum:
Sen; ten ve cansın. Ruh, nefis denilen ten sarayında hükmetmek üzere ahretten gönderildi. Âlem/dünya, nefsin göz kamaştıran bahçesi, insan bu bahçede ışıklar saçan bir saray. Her insan sarayının içinde bir taht var ve bu tahtın sultanın adı ruh; veziri akıldır.
Ten sarayı dört asıldan meydana gelmektedir; toprak, su, ateş ve hava. Bu kuvvetler tahtın bahtlısının ve onun vezirinin emrine tabidirler.
Can, veziri akla emreder, akıl dört yöneticisine emirleri iletir, onlar da canla başla canın emirlerini yerine getirirler. Nefis sarayında ya kulluk ederler ya da gafil olup çalışıp kazanır, yiyip içip gezip tozarlar…
Canın ten sarayında ve dünya bahçesindeki saltanatı yıllarca bu şekilde sürüp gider. Her şey normal gittiğinde, bu kuvvetlerin birlikteliği kırk yıl kadar sorunsuz devam eder.
Fakat ömür kırkı aşıp elliye doğru yüz tutunca kuvvetlerin her birinde saray hayatına karşı bir doygunluk hâli baş gösterir.
Tende, ilk sorunu, toprak çıkarır; amacı ait olduğu yere, büyük toprak denizine dönmektir. Toprak, aslın dönmek isteğini şu şekilde hissettirir: Kişi artık ağır ve üşengeç olmuştur, işe güce karşı ilgisi azalmıştır. Tabi tevhidi hayatı bozan itirazlar ve hayata karşı gösterilen isteksizlik çoğalınca tahtın ve tahtın hizmetçilerinin keyfi kaçmaya başlar.
Akıl araya girer, ikna edici sözlerle toprağı yerinden kaldırır ve yine ekibin bir parçası kılar.
Çok geçmez, bu kez hava muhalefet üretmeye başlar. Onun derdi de sarayı terk edip aslına, havaya karışmaktır. Hoşnutsuzluğunu öksürmelerle, aksırmalarla, ciğerden, mideden, bağırsaklardan çıkardığı çeşitli seslerle açık eder. Bazen yüreği, böğrü, beli, göğsü, sırtı sertçe dolaşır. ‘Artık tahtın emrinden çıkmak, evime gitmek istiyorum!’ diye tahtın sağını solunu tekmeler durur. Onun bu asabi ve isyankâr hâli canı ve canın yoldaşlarını üzer. Akıl devreye girer; çeşitli çareler bulur, ilaçlar temin eder ve havayı tahta bağlı kalmaya ikna eder.
Derken sıra ateşe gelmiştir; bak, onun fitnesi de nasıl işliyor: Şu hastalık bu hastalık adı altında vücuttaki ateşini indirip çıkarır. Onun arzusu da vücudu terk etmektir. Fakat akıl buna nasıl izin verilebilir, çünkü bu tahtın sonu demek olacaktır! Araya doktoru, ilacı vb. tedbirleri koyar ve onu sakinleştirip birliğin parçası olmaya ikna eder.
Su durur mu, o da dişlerini göstermeye başlamıştır! Ayrılma isteğini sıklaşan terlemeler, sık sık kalkılan idrarlar, damlalar, kaçırmalar, kusmalar vb. hallerle ortaya koyar. Akıl yine tıbba başvurur, suya karşı da bazı önlemler alır ve birliğin devamını sağlar.
Böylece iyi kötü, tahtın ömrü sürer.
Fakat tahtın yardımcılarının verdiği rahatsızlık tahtın sultanının canını sıkmıştır. Bu gönülsüz yardımcılarla iyice köhneleşen bu beden sarayında kalmasını gerektiren bir şey olmadığını düşünmektedir. O da asıl bağlı olduğu Padişahlar Padişahından, dön emrinin gelmesini beklemeye başlamıştır.
Akıl canın ecel şerbetini tatmakta kararlı olduğunu anlar; bu derdin ilacı olmadığını bildiğinden o da sultanla ahrete dönmek üzere hazırlanır.
Sonunda Azrail dönün emriyle saraya gelir; toprak toprağa, su suya, ateş ateşe, hava havaya katılır, can da tahtından çıkıp Azrail ve diğer refakatçi meleklerle birlikte ahretteki evine hareket eder.
Arkadaş! Bu hepimizin öyküsüdür. Ahrette senin için iki ev yapıldı; cennet ve cehennem. Hangisine dönmek istiyorsan, ‘dön’ emri gelmeden önce, kararını ver de ona göre bir hayat yaşa.
Sen; ten ve cansın. Ruh, nefis denilen ten sarayında hükmetmek üzere ahretten gönderildi. Âlem/dünya, nefsin göz kamaştıran bahçesi, insan bu bahçede ışıklar saçan bir saray. Her insan sarayının içinde bir taht var ve bu tahtın sultanın adı ruh; veziri akıldır.
Ten sarayı dört asıldan meydana gelmektedir; toprak, su, ateş ve hava. Bu kuvvetler tahtın bahtlısının ve onun vezirinin emrine tabidirler.
Can, veziri akla emreder, akıl dört yöneticisine emirleri iletir, onlar da canla başla canın emirlerini yerine getirirler. Nefis sarayında ya kulluk ederler ya da gafil olup çalışıp kazanır, yiyip içip gezip tozarlar…
Canın ten sarayında ve dünya bahçesindeki saltanatı yıllarca bu şekilde sürüp gider. Her şey normal gittiğinde, bu kuvvetlerin birlikteliği kırk yıl kadar sorunsuz devam eder.
Fakat ömür kırkı aşıp elliye doğru yüz tutunca kuvvetlerin her birinde saray hayatına karşı bir doygunluk hâli baş gösterir.
Tende, ilk sorunu, toprak çıkarır; amacı ait olduğu yere, büyük toprak denizine dönmektir. Toprak, aslın dönmek isteğini şu şekilde hissettirir: Kişi artık ağır ve üşengeç olmuştur, işe güce karşı ilgisi azalmıştır. Tabi tevhidi hayatı bozan itirazlar ve hayata karşı gösterilen isteksizlik çoğalınca tahtın ve tahtın hizmetçilerinin keyfi kaçmaya başlar.
Akıl araya girer, ikna edici sözlerle toprağı yerinden kaldırır ve yine ekibin bir parçası kılar.
Çok geçmez, bu kez hava muhalefet üretmeye başlar. Onun derdi de sarayı terk edip aslına, havaya karışmaktır. Hoşnutsuzluğunu öksürmelerle, aksırmalarla, ciğerden, mideden, bağırsaklardan çıkardığı çeşitli seslerle açık eder. Bazen yüreği, böğrü, beli, göğsü, sırtı sertçe dolaşır. ‘Artık tahtın emrinden çıkmak, evime gitmek istiyorum!’ diye tahtın sağını solunu tekmeler durur. Onun bu asabi ve isyankâr hâli canı ve canın yoldaşlarını üzer. Akıl devreye girer; çeşitli çareler bulur, ilaçlar temin eder ve havayı tahta bağlı kalmaya ikna eder.
Derken sıra ateşe gelmiştir; bak, onun fitnesi de nasıl işliyor: Şu hastalık bu hastalık adı altında vücuttaki ateşini indirip çıkarır. Onun arzusu da vücudu terk etmektir. Fakat akıl buna nasıl izin verilebilir, çünkü bu tahtın sonu demek olacaktır! Araya doktoru, ilacı vb. tedbirleri koyar ve onu sakinleştirip birliğin parçası olmaya ikna eder.
Su durur mu, o da dişlerini göstermeye başlamıştır! Ayrılma isteğini sıklaşan terlemeler, sık sık kalkılan idrarlar, damlalar, kaçırmalar, kusmalar vb. hallerle ortaya koyar. Akıl yine tıbba başvurur, suya karşı da bazı önlemler alır ve birliğin devamını sağlar.
Böylece iyi kötü, tahtın ömrü sürer.
Fakat tahtın yardımcılarının verdiği rahatsızlık tahtın sultanının canını sıkmıştır. Bu gönülsüz yardımcılarla iyice köhneleşen bu beden sarayında kalmasını gerektiren bir şey olmadığını düşünmektedir. O da asıl bağlı olduğu Padişahlar Padişahından, dön emrinin gelmesini beklemeye başlamıştır.
Akıl canın ecel şerbetini tatmakta kararlı olduğunu anlar; bu derdin ilacı olmadığını bildiğinden o da sultanla ahrete dönmek üzere hazırlanır.
Sonunda Azrail dönün emriyle saraya gelir; toprak toprağa, su suya, ateş ateşe, hava havaya katılır, can da tahtından çıkıp Azrail ve diğer refakatçi meleklerle birlikte ahretteki evine hareket eder.
Arkadaş! Bu hepimizin öyküsüdür. Ahrette senin için iki ev yapıldı; cennet ve cehennem. Hangisine dönmek istiyorsan, ‘dön’ emri gelmeden önce, kararını ver de ona göre bir hayat yaşa.