Tevhid Yazıları (32) Şu ‘halvet’i de iyi anlamalıdır!
M.Talât Uzunyaylalı
Halvet, tasavvufçuların kullandığı bir terimdir. Nefsin terbiyesinde takip edilen bir yoldur. Kısaca halvet şöyle yapılır: Kişi, toplumdan uzaklaşır, tenha bir yerde Allah’a kulluk nefsine ise muhalefet eder.
Bir öykü dinle: Adamın biri insanlarla birlikte oldukça nefsini ıslah edemeyeceğine karar verdi, bir kenara çekilip halvet edip nefsini ıslah etmeyi düşündü.
Fakat bir sonuç üretmeyen tenhalığı halvet değildi, çünkü dünya onun kalbindeydi.
Şu dört çeşit meşgaleyi bilmeyen bu tür beklenti ve hayallerle nefsini ıslah edip imana getiremeyeceğini anlamalıdır.
Birinci meşgale: İnsan, bir ülkenin vatandaşıdır, devletten maaş alır, devlete vergi adı altında gelir aktarır. Devletin kişinin üzerinde siyasi, ekonomik, kültürel, hukuki vb. hükmü vardır. İnsan istese de istemese de, iyi yahut kötü, fiilen yahut zihnen, idarenin bir parçasıdır. Memleketinde olup biten şeylerden etkilenir.
İkinci meşgale sosyal çevredir; insan bir ailenin ve sosyal çevrenin içinde doğar, yaşar ve ölür. Ana, baba, oğlan, kız, gelin… Hısım akraba, konu komşu, çarşı pazar, eş dost, insanın çevresidir. İstese de istemese de, insan bunların derdiyle dertlenir, neşesiyle neşelenir.
Üçüncü meşgale kişinin geçim çevresidir; çalıştığı resmi daire yahut özel sektördeki iş yeri, bir fabrika, dükkân, atölye, tarla, bahçe… malı mülk, yat kat… tüm bunlar insan hayatının etkili birer parçasıdır.
Dördüncü meşgale, kişinin kendi nefsiyle olan ilişkisidir; isteklerin kaynadığı deniz, bu, nefis denizidir; kişinin benim, benim! dediği şeyler hep bu denizin dalgalarıdır. Ayrıca kişinin kin, kibir, fitne, cimrilik, bencillik, dedikodu, bilgisizlik, inat, gösteriş dalgaları kalbini doldurmuştur, kişi nefsin bu zehirli suları arasında debelenip durur.
İşte, akıl ve kalp, bu meşgale ve gaile alanlarının etkisinden kurtulup ‘tevhidi hayat’ etmeden kişinin halveti sonuç vermeyecektir.
Gerçek halvete gelince: Gençlik yıllarından başlayıp ölünceye kadar bu dört meşgale ve gaile konularını kalpten uzak tutmak halvettir.
‘Tevhidi Hayat’ erken yaşlardan öğrenilirse, dünyanın, insanın dışındaki varlıkların adı olmadığı, bu varlıkların insanın içinde tuttuğu yer olduğu da bilinir.
Madem dünya dışardaki varlıklar değil onların insanın kalbinde tuttuğu yerdir, o halde, tehlikeli olan, insana zarar veren dışardaki dünya değil, kalpteki dünyadır.
Halvete geçit vermeyen, hayatı, ‘tevhidi hayat’ kılmayan kalpteki dünyanın insan hürriyetini elinden almış olmasıdır.
İnsan eğer, para pul kazanır, mal mülk sahibi olur, makama mevkie erişir, fakat bunların sevgisi kalbine girmezse, o insanın kalbi halvethanedir.
Resulün ‘Ölmeden önce ölünüz!’ kutlu sözünün anlamı da budur; kalbiniz Allah’a aittir onun içine dünya sevgisini sokmayın!
Bir gönle iki sevgi nasıl sığır? Gönülde ya Allah sevgisi olacak ya da dünya sevgisi…
Dünya sevgisi yürükteyken insan özgürlükten söz edemez; çünkü o, malın mülkün, çoluk çocuğun, ikbalin, saltanatın, tantananın velhasıl nefsin ve onun zevklerinin kölesidir!
Kalp, Allah ve Resulünün sevgisiyle dolu ise, kişi hayatını ‘tevhidi hayat’ kılmıştır, insan artık hürdür ve halvettedir. Dışardaki dünyanın kalbi hürriyete kavuşmuş insana hiçbir zararı dokunmaz; aksine dışarıdaki imkânlar, iyiliklerin aracı olacağından, hayırlara vesile olacaktır.