
Gezinin son durağı: Taşkent…
On gün olarak planladığımız Özbekistan gezisinin son iki gününü başkent Taşkent’e ayırdık. Semerkant’tan iki saat kadar süren bir hızlı tren yolculuğuyla başkente ulaştık ve otele uğrayıp sonra da kendimizi akşamın serininde başkent seline terk ettik.

Taşkent izlenimleri
Taşkent, Özbekistan’ın başkenti ve 3 milyonu aşkın nüfusuyla Orta Asya’nın en büyük ve modern kenti. Eski Sovyet Cumhuriyetleri içinde Moskova, St. Peterrsburg ve Kiev’den sonra Taşkent dördüncü büyük şehirdir. Taşkent isminin geçmişi de epey eskidir. 11. yüzyılda Biruni ve Kaşgarlı Mahmud’un eserlerinde adı geçmektedir.
Buhara ve Semerkant gibi, Taşkent de eski bir yerleşim yeridir. Taşkent, 1966 yılında yıkıcı bir depremin ardında adeta yeniden inşa edilmiş. Geniş bulvarları, kilometrelerce uzayan park ve bahçeleriyle güzel ve işlevsel bir mimariye sahip.

Şehrin ilginç bir idari yapısı var: Başkent, ‘Şehir Hâkimi’ denilen ve aynı zamanda vali ve belediye başkanlığı görevlerini karşılayan ve cumhurbaşkanı tarafından atanan bir şahıs tarafından yönetiliyor. Taşkent, ‘tümen’ denilen on bir idari bölgeye ayrılmış: Mirabad, Uluğbey, Mirza, Bektemir, Hamza, Çilenzar, Üçtepe, Sabir Rahimov, Sergeli, Yakansaray, Yunusabad ve Şeytantaur. Tümenleri ‘tümen hâkimleri’ yönetiyor. Bu idari çeşitliliğe rağmen Taşkent’e kuş bakışı bakan biri tek bir objeye bakıyormuş gibi bir bütünlük hissedecektir.
751 yılında İslam’la tanışan Taşkent’te, 9. Ve 10. yüzyıl boyunca Samani Devleti hüküm sürdü. Ardından Karahanlılar Taşkent’e sahip oldu ve onların iktidarı da 13. yüzyılın başlarına kadar devam etti. 14. yy’dan itibaren ise Taşkent Timur İmparatorluğu’nun bir parçası oldu. 16. yy’da Buhara Hanlarının yönettiği Taşkent, 17. ve 18. yüzyıllarda ise Kazak ve Kalamıklar’ın hâkimiyetine geçti. 19. yüzyılın başında Hokand Hanlığı’na bağlandı. 1865 yılından itibaren ise Rus Çarlığının eline geçti. 1917 devriminden sonra da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri’ne bağlandı. 1924’te kurulan Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin, 1930 yılından itibaren, Taşkent başkenti oldu. Sovyetler Birliği, 1 Eylül 1991’de dağıldı ve Özbekistan bağımsızlığına kavuştu. Taşkent, halkın oyuyla başkent olarak devam etti.

Taşkent’in tarihi dokusu
Özbek medrese mimarisinin seçkin örnekleri Kukeldaş, Abdül Kasım ve mavi kubbeleriyle çevresine efsunlu bir etki salan Barak Han medreseleri başkentin görkemli yapıları. Başkentin merkezi yahut kalbi konumundaki Emir Timur Meydanı ve hemen yanı başında yer alan müzesi, uygulamalı sanatlar müzesi, sanat galerileri, konser salonları, müstakillik meydanı ve şehrin her yerinden görülen ve kulesine çıkılarak şehrin her yanını görmeye imkân veren televizyon kulesi uğranılan yerlerin arasında. Ayrıca Prens Romanov Sarayı etkili mimarisiyle ziyaretçi çeken bir diğer nokta.
Hepsi bundan ibaret değil; Taşkent, tarihi bir kent, bu nedenle Minor Camisi gibi yeni ve daha eski, ışıltılı mabetleri, medreseleri, mescitleri pek çok olduğu gibi, tarihi kişilerin, bilim ve sanat insanlarının heykelleriyle de meydanlar donatılmıştır.
Hele tarihi binalarının yanı sıra kilometrelerce uzayan ve her biri botanik bahçesi görünümündeki yeşil örtü, bir deniz gibi, başkenti içine almış durumdadır. Çeşitli ve estetik havuzlarla dolu ve tertemiz olan bu parklarda, bahçelerde dolaşarak dinlenmek, başkentin keyif veren bir diğer özelliğidir.

Hz. Osman (ra) dönemine ait Kur’an
Taşkent’te en çok ziyaret edilen yerlerden biri de Barak Han külliyesi içinde yer alan müze odada, Hazreti Osman (ra) tarafından yazdırılan Kur’an nüshasıdır. Müzede sergilenen Kur’an’ı ziyarete gelen Müslüman Özbek kafilelerin, ziyareti abdestli olarak gerçekleştirme çabaları, abdest almaya fırsat bulamayanların, müze duvarına ellerini vurarak teyemmümle abdest alıp ziyarete başlamaları, Özbek muhafazakârlığının ilginç bir yansıması olarak hafızamızda yer etti.
Taşkent Kütüphanesi ve TV kanalları
Özbekler kütüphaneye Marifet Merkezi diyor. Başkent’teki merkezi kütüphaneyi de girip gezdik. Osmanlıca yahut günümüz Türkçesiyle yazılmış eser olup olmadığını sorduk. 4. Kata çıkardılar. Beş on tane sol kökenli yazarın kitabı vardı.
Buhara’da, Semerkant’ta ve Taşkent’te kaldığımız otellerin TV kanalları arasında ise tek bir TRT kanalı yoktu. Birinde CHP yanlısı yayın yapan bir kanal yegâne Türkçe kanaldı. Öte yandan Özbek TV’lerinde çok sayıda PKK yanlısı yayın yapan kanal var!
Kültür Bakanlığımız ve Dış İşleri Bakanlığımız bu işlerle de ilgilenmelidir.

El sanatları yaşatılıyor
Gerek Buhara’da, gerek Semerkant’ta ve gerekse Taşkent’teki tarihi miras tek başına bırakılmamıştır: Bu eserlerin büyük bölümü aynı zamanda ya bir müzedir yahut bir küçük çarşıdır ya da el sanatlarının, özellikle bakır ve çini sanatlarının icra edildiği birer mekândır.
Taşkent’teki Abdül Kasım Medresesi de bu tür bir fonksiyona sahip. Özbek el sanatlarının genç ustaları kendilerine tahsis edilen medrese odalarında birbirinden değerli nice obje üretiyorlar. Ressamların, kuyumcuların, ahşap kesicilerin, bakır ustalarının ve minyatür sanatçılarının hünerlerini sergilediği bu faaliyeti başlarında dikilip izlemek, arzu edilirse, bir ücret ödemeden ve bir şey almadan, fotoğraf ve video çekmek bir diğer ayrıcalık. Fakat bir hediye alınacaksa bu mekândan daha uygunu bir yer de bulunamaz.
Ali Şir Nevayi Müzesi
Taşkent sokaklarında dolaşırken karşınıza Özbeklerin ünlü şairi Ali Şir Nevayi de çıkacaktır. Bu durumu Azarbaycan’da görmüştük; Türk dünyası edebiyat adamlarına büyük saygı duyuyor ve konuşmalarını onlardan beyitler okuyarak zenginileştiriyorlar. Bu durumu ilk kez 1995’li yıllarda gittiğimiz Azarbaycan’da fark etmiştik; Komünistler dini yasakladığı için Azeriler, klasik edebiyatı yaşatarak, milli kimliklerini korumuşlardı. Bu durumun izlerini Özbekistan’da da gördük. Demek, dert ortak olunca çare de ortak olmuş.
Ali Şir Nevai için güzel bir heykel yapmışlar. Daha güzeli ise, aynı ismi taşıyan edebiyat müzesidir. Özbek edebiyatının bu usta şairi adına açılmış müze Özbek edebiyatının bir vitrini durumunda.
Orta Asya ve onun kalbi Özbekistan, İslam tarihi, sanatı ve kültürünün en kuvvetli bir merkezidir.
Neden böyledir? Çünkü bu topraklarda çok sayıda Türk devlet adamı, ulema, gönül insanı, din ve bilim adamı yetişmiştir. Bu nedenle Özbekistan, Türk-İslam medeniyetinin beşiği oldu.
Malum; Kur’an-ı Kerim’den sonra İslam’ın ikinci en önemli kaynağı hadis-i şeriflerdir. Hadis-i Şerifleri derleyen ise İmam Buhari ve İmam Tirmizi’dir ve onlar Özbekistan topraklarının çınarlarıdır. Türkler Hanifi Mezhebine bağlıdır ve itikat imamları İmam Maturidi’dir ve o da bir Semerkantlıdır. Eserleriyle asırlarca tüm insanlığa öğretmenlik eden İbn-i Sinalar, Uluğ Beyler, Ali Kuşcular, bu toprakların seçkin evlatlarıdır.
Prof. Dr. Sadi Çöğenli’nin ifadesine göre, Türk dünyasında Kur’an’dan sonra en çok okunan dini kaynak Sahih-i Buhari’dir. Binbir Hatim okuma geleneğini yaşatan Erzurum’da, yine Hocanın ifadesine göre, unutulan bir diğer gelenek ise, İbrahim Paşa Camiinde, uzun kış ayları boyunca okunan dini kaynak Buhari-i Şerif’tir.
Bundan çıkan sonuç şudur: Anadolu’muza 3 bin kilometre uzaklıktaki bir beldeden yayılan iman, ilim ve tasavvuf nurları, ta kasabalara ve köylere kadar kendisine bir etki alanı oluşturarak, yurdumuzda ve diğer Türk illerinde, büyük bir millet olan Türklerin manevi kimliğini gerçekleştirmiş ve günümüze kadar korumuştur.
Bu yüzden Orta Asya’da yetişen büyük din ve bilim insanlarını tüm Türklere ve dünyaya yeniden tanıtmak için her ülke samimi çaba göstermelidir.
Bu konuda ülkemizde de siyasi partilere, diyanet işleri başkanlığına, üniversitelere, basına ve aydınlara büyük sorumluluklar düşmektedir.
Özbekistan hükümetinin, büyük âlimlerin zengin mirasının korunmasına ve tanıtılmasına yönelik önemli çalışmalarda bulunduğuna şahit olduk.
Korunan ortak mirasın hayata, yaşayanlara etkisini sağlamak da en önemli millî ve dini bir iş olmalıdır.
Büyük ulemanın, din ve bilim adamlarının eserlerinin detaylı olarak araştırılmasına ve incelenmesine önem verilmeli ve modern eğitimin bir parçası haline getirilmelidir.
Türk dünyasında maddi medeniyet yükseliyor. Bu ilerleme, yaşayan bir maneviyatla taçlandırılarak, büyük Türk milletinin dünya görüşünü yeniden şekillendirecek manevi bir görevle hareket edilmezse, bizi bir zamanlar cihana önder yapan bu zengin kültürel miras, süslü bir mezar taşı gibi, hayata bir etkisi olmadan, bakılıp geçilecektir.
On gün olarak planladığımız Özbekistan gezisinin son iki gününü başkent Taşkent’e ayırdık. Semerkant’tan iki saat kadar süren bir hızlı tren yolculuğuyla başkente ulaştık ve otele uğrayıp sonra da kendimizi akşamın serininde başkent seline terk ettik.

Taşkent izlenimleri
Taşkent, Özbekistan’ın başkenti ve 3 milyonu aşkın nüfusuyla Orta Asya’nın en büyük ve modern kenti. Eski Sovyet Cumhuriyetleri içinde Moskova, St. Peterrsburg ve Kiev’den sonra Taşkent dördüncü büyük şehirdir. Taşkent isminin geçmişi de epey eskidir. 11. yüzyılda Biruni ve Kaşgarlı Mahmud’un eserlerinde adı geçmektedir.
Buhara ve Semerkant gibi, Taşkent de eski bir yerleşim yeridir. Taşkent, 1966 yılında yıkıcı bir depremin ardında adeta yeniden inşa edilmiş. Geniş bulvarları, kilometrelerce uzayan park ve bahçeleriyle güzel ve işlevsel bir mimariye sahip.

Şehrin ilginç bir idari yapısı var: Başkent, ‘Şehir Hâkimi’ denilen ve aynı zamanda vali ve belediye başkanlığı görevlerini karşılayan ve cumhurbaşkanı tarafından atanan bir şahıs tarafından yönetiliyor. Taşkent, ‘tümen’ denilen on bir idari bölgeye ayrılmış: Mirabad, Uluğbey, Mirza, Bektemir, Hamza, Çilenzar, Üçtepe, Sabir Rahimov, Sergeli, Yakansaray, Yunusabad ve Şeytantaur. Tümenleri ‘tümen hâkimleri’ yönetiyor. Bu idari çeşitliliğe rağmen Taşkent’e kuş bakışı bakan biri tek bir objeye bakıyormuş gibi bir bütünlük hissedecektir.
751 yılında İslam’la tanışan Taşkent’te, 9. Ve 10. yüzyıl boyunca Samani Devleti hüküm sürdü. Ardından Karahanlılar Taşkent’e sahip oldu ve onların iktidarı da 13. yüzyılın başlarına kadar devam etti. 14. yy’dan itibaren ise Taşkent Timur İmparatorluğu’nun bir parçası oldu. 16. yy’da Buhara Hanlarının yönettiği Taşkent, 17. ve 18. yüzyıllarda ise Kazak ve Kalamıklar’ın hâkimiyetine geçti. 19. yüzyılın başında Hokand Hanlığı’na bağlandı. 1865 yılından itibaren ise Rus Çarlığının eline geçti. 1917 devriminden sonra da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri’ne bağlandı. 1924’te kurulan Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin, 1930 yılından itibaren, Taşkent başkenti oldu. Sovyetler Birliği, 1 Eylül 1991’de dağıldı ve Özbekistan bağımsızlığına kavuştu. Taşkent, halkın oyuyla başkent olarak devam etti.

Taşkent’in tarihi dokusu
Özbek medrese mimarisinin seçkin örnekleri Kukeldaş, Abdül Kasım ve mavi kubbeleriyle çevresine efsunlu bir etki salan Barak Han medreseleri başkentin görkemli yapıları. Başkentin merkezi yahut kalbi konumundaki Emir Timur Meydanı ve hemen yanı başında yer alan müzesi, uygulamalı sanatlar müzesi, sanat galerileri, konser salonları, müstakillik meydanı ve şehrin her yerinden görülen ve kulesine çıkılarak şehrin her yanını görmeye imkân veren televizyon kulesi uğranılan yerlerin arasında. Ayrıca Prens Romanov Sarayı etkili mimarisiyle ziyaretçi çeken bir diğer nokta.
Hepsi bundan ibaret değil; Taşkent, tarihi bir kent, bu nedenle Minor Camisi gibi yeni ve daha eski, ışıltılı mabetleri, medreseleri, mescitleri pek çok olduğu gibi, tarihi kişilerin, bilim ve sanat insanlarının heykelleriyle de meydanlar donatılmıştır.
Hele tarihi binalarının yanı sıra kilometrelerce uzayan ve her biri botanik bahçesi görünümündeki yeşil örtü, bir deniz gibi, başkenti içine almış durumdadır. Çeşitli ve estetik havuzlarla dolu ve tertemiz olan bu parklarda, bahçelerde dolaşarak dinlenmek, başkentin keyif veren bir diğer özelliğidir.

Hz. Osman (ra) dönemine ait Kur’an
Taşkent’te en çok ziyaret edilen yerlerden biri de Barak Han külliyesi içinde yer alan müze odada, Hazreti Osman (ra) tarafından yazdırılan Kur’an nüshasıdır. Müzede sergilenen Kur’an’ı ziyarete gelen Müslüman Özbek kafilelerin, ziyareti abdestli olarak gerçekleştirme çabaları, abdest almaya fırsat bulamayanların, müze duvarına ellerini vurarak teyemmümle abdest alıp ziyarete başlamaları, Özbek muhafazakârlığının ilginç bir yansıması olarak hafızamızda yer etti.
Taşkent Kütüphanesi ve TV kanalları
Özbekler kütüphaneye Marifet Merkezi diyor. Başkent’teki merkezi kütüphaneyi de girip gezdik. Osmanlıca yahut günümüz Türkçesiyle yazılmış eser olup olmadığını sorduk. 4. Kata çıkardılar. Beş on tane sol kökenli yazarın kitabı vardı.
Buhara’da, Semerkant’ta ve Taşkent’te kaldığımız otellerin TV kanalları arasında ise tek bir TRT kanalı yoktu. Birinde CHP yanlısı yayın yapan bir kanal yegâne Türkçe kanaldı. Öte yandan Özbek TV’lerinde çok sayıda PKK yanlısı yayın yapan kanal var!
Kültür Bakanlığımız ve Dış İşleri Bakanlığımız bu işlerle de ilgilenmelidir.

El sanatları yaşatılıyor
Gerek Buhara’da, gerek Semerkant’ta ve gerekse Taşkent’teki tarihi miras tek başına bırakılmamıştır: Bu eserlerin büyük bölümü aynı zamanda ya bir müzedir yahut bir küçük çarşıdır ya da el sanatlarının, özellikle bakır ve çini sanatlarının icra edildiği birer mekândır.
Taşkent’teki Abdül Kasım Medresesi de bu tür bir fonksiyona sahip. Özbek el sanatlarının genç ustaları kendilerine tahsis edilen medrese odalarında birbirinden değerli nice obje üretiyorlar. Ressamların, kuyumcuların, ahşap kesicilerin, bakır ustalarının ve minyatür sanatçılarının hünerlerini sergilediği bu faaliyeti başlarında dikilip izlemek, arzu edilirse, bir ücret ödemeden ve bir şey almadan, fotoğraf ve video çekmek bir diğer ayrıcalık. Fakat bir hediye alınacaksa bu mekândan daha uygunu bir yer de bulunamaz.
Ali Şir Nevayi Müzesi
Taşkent sokaklarında dolaşırken karşınıza Özbeklerin ünlü şairi Ali Şir Nevayi de çıkacaktır. Bu durumu Azarbaycan’da görmüştük; Türk dünyası edebiyat adamlarına büyük saygı duyuyor ve konuşmalarını onlardan beyitler okuyarak zenginileştiriyorlar. Bu durumu ilk kez 1995’li yıllarda gittiğimiz Azarbaycan’da fark etmiştik; Komünistler dini yasakladığı için Azeriler, klasik edebiyatı yaşatarak, milli kimliklerini korumuşlardı. Bu durumun izlerini Özbekistan’da da gördük. Demek, dert ortak olunca çare de ortak olmuş.
Ali Şir Nevai için güzel bir heykel yapmışlar. Daha güzeli ise, aynı ismi taşıyan edebiyat müzesidir. Özbek edebiyatının bu usta şairi adına açılmış müze Özbek edebiyatının bir vitrini durumunda.
Sonuç yerine…
Orta Asya ve onun kalbi Özbekistan, İslam tarihi, sanatı ve kültürünün en kuvvetli bir merkezidir.
Neden böyledir? Çünkü bu topraklarda çok sayıda Türk devlet adamı, ulema, gönül insanı, din ve bilim adamı yetişmiştir. Bu nedenle Özbekistan, Türk-İslam medeniyetinin beşiği oldu.
Malum; Kur’an-ı Kerim’den sonra İslam’ın ikinci en önemli kaynağı hadis-i şeriflerdir. Hadis-i Şerifleri derleyen ise İmam Buhari ve İmam Tirmizi’dir ve onlar Özbekistan topraklarının çınarlarıdır. Türkler Hanifi Mezhebine bağlıdır ve itikat imamları İmam Maturidi’dir ve o da bir Semerkantlıdır. Eserleriyle asırlarca tüm insanlığa öğretmenlik eden İbn-i Sinalar, Uluğ Beyler, Ali Kuşcular, bu toprakların seçkin evlatlarıdır.
Prof. Dr. Sadi Çöğenli’nin ifadesine göre, Türk dünyasında Kur’an’dan sonra en çok okunan dini kaynak Sahih-i Buhari’dir. Binbir Hatim okuma geleneğini yaşatan Erzurum’da, yine Hocanın ifadesine göre, unutulan bir diğer gelenek ise, İbrahim Paşa Camiinde, uzun kış ayları boyunca okunan dini kaynak Buhari-i Şerif’tir.
Bundan çıkan sonuç şudur: Anadolu’muza 3 bin kilometre uzaklıktaki bir beldeden yayılan iman, ilim ve tasavvuf nurları, ta kasabalara ve köylere kadar kendisine bir etki alanı oluşturarak, yurdumuzda ve diğer Türk illerinde, büyük bir millet olan Türklerin manevi kimliğini gerçekleştirmiş ve günümüze kadar korumuştur.
Bu yüzden Orta Asya’da yetişen büyük din ve bilim insanlarını tüm Türklere ve dünyaya yeniden tanıtmak için her ülke samimi çaba göstermelidir.
Bu konuda ülkemizde de siyasi partilere, diyanet işleri başkanlığına, üniversitelere, basına ve aydınlara büyük sorumluluklar düşmektedir.
Özbekistan hükümetinin, büyük âlimlerin zengin mirasının korunmasına ve tanıtılmasına yönelik önemli çalışmalarda bulunduğuna şahit olduk.
Korunan ortak mirasın hayata, yaşayanlara etkisini sağlamak da en önemli millî ve dini bir iş olmalıdır.
Büyük ulemanın, din ve bilim adamlarının eserlerinin detaylı olarak araştırılmasına ve incelenmesine önem verilmeli ve modern eğitimin bir parçası haline getirilmelidir.
Türk dünyasında maddi medeniyet yükseliyor. Bu ilerleme, yaşayan bir maneviyatla taçlandırılarak, büyük Türk milletinin dünya görüşünü yeniden şekillendirecek manevi bir görevle hareket edilmezse, bizi bir zamanlar cihana önder yapan bu zengin kültürel miras, süslü bir mezar taşı gibi, hayata bir etkisi olmadan, bakılıp geçilecektir.