Bu, benim öğretmenliğimin ilk yıllarında keşfettiğim ve sonrasında sadece derslerimde değil, sosyal yaşamımda ve kendi dairemdeki ‘insanlararası ilişkileri’ yönetirken de sihirli mercek gibi kullandığım bir yöntemdir: Sondan Başa Skalası
Ne demek bu?
Genellikle karşılaştığımız ‘gittikçe artan güven’ yerine, ‘başlangıçta tam ve samimi, ancak yaşanabilecek olumsuzluklar ölçüsünde azalan güven’…
Bunun için de işte ‘sondan başa’…
Usul usul güvenmenin tersi yani...
Peki, biraz daha açalım: Sen sevgili dostum, insanları tanımak için elbette çaba göster ama onları tanıyıncaya kadar da tereddüt içinde kıvranıp zaman yitirme. O -tanımaya çalıştığın kişi- sana tam da o ilk anda muhtaç olabilir. Sen, ona aslında tam da o anda çok ihtiyaç duyuyor olabilirsin. Öyleyse karşındaki kişiye zaman yitirmeden güven. Toleranslı ol, yolun başında 100 puanı ver gitsin…
Yanılabilirsin, hatta %90 yanılırsın ama olsun, yanıl. Yanılmayabilirsin de…
Hayal kırıklığına uğrayabilirsin! Olsun, uğramayabilirsin de…
Öğrencin...
Ya da meslektaşın, iş arkadaşın...
Eşin, dostun veya arkadaşın, komşun...
Bazen de geçmişi olmayan biri, yedi yabancı, eloğlu...
Eğer karşındakinin eksikleri, zaafları, hataları olursa -ki Murphy haklıysa büyük olasılıkla olur- o zaman şu başta verdiğin 100 puandan beşer onar düşe düşe ilerlersin.
100 azalır, 95’e düşer; belki 100’den 0’a birden bire düşer; olsun!
Belki biraz zarar etmiş olursun ama belki de büyük şeyler kazanırsın: Bir insanın güvenini, bir öğrencinin kalbini, hep hor görülüp dışlanmış birinin paha biçilemez sevgisini, sadakatini, sarsılmaz inancını, bir insanı, bir dostu…
Kazanırsın, evet!
Sırf ‘en başından itibaren ona koşulsuzca güvendiğin için’ ve bunu somutlaştırabildiğin için olağan halinden, normal olasılıklardan kat kat daha fazla kazanırsın.
Öteki türlüsünü zaten herkes yapıyor. Kanaat notuna 100 vermek için 100 yıl bekliyor insanlar, baksana...
Beklerken ölüp gidiyorlar bazen…
★★
Önerdiğim şeyi hiç gerçekçi bulmuyorsunuz, biliyorum.
‘Siz bunu gerçekten yaptınız mı, oldu mu?’ diyorsunuz…
Evet, ben yaptım!
Öğrencilerime, zekâ türleri ne olursa olsun, potansiyelleri ve benim dersime -edebiyata ve dramaya- katkı koyma olasılıkları hangi düzeyde olursa olsun tanıştığım ilk gün 100 verdim gitti. Özel yaşamımda tanıştığım insanların çoğuna da aynısını yaptım. Çok kere yaptım...
Temkinliliğiniz sizi kuşkuya sevk ediyor, anlıyorum.
‘Çok zarar etmişsinizdir, çok kez aldatılmışsınızdır kesin!’ diyorsunuz…
Hayır, bilakis az zarar ettim oysa çok çok çok fazla kazandım!
İnsanların erişmekte güçlük çektikleri zor karakterlerle ben çok kolay iletişim kurdum. Başlangıçta benim onlara duyduğum güven, kısa sürede onların bana duyduğu güvene dönüştü…
Verdiğimden fazlasını aldım her defasında.
Bu dünyada, yaşadığımız şu çirkef deryasının içinde hem de...
★★
Her neyse...
Benimki bir fikir, bir öneri sadece. Kimse uymak, uygulamak zorunda değil...
Ama...
Yine de bir bakın etrafınıza: Birbirimize güvenmeye ne kadar ihtiyacımız var! Yılları tüketmeden inanmaya, sırtımızı dayamaya, teslim olmaya, sevmeye ne kadar da muhtacız!
Bakın şu kısacık tasavvuf hikâyesi, benim ıkına sıkına varmaya çalıştığım yerle -güven ihtiyacımızla ve arayışımızla- bizim halihazırdaki derbeder durumumuz arasındaki neden-sonuç ilişkisini nasıl kolayca ve nasıl nahif tarif ediyor:
“Bir adam, devesinin üzerinde çölün en ıssız bölgesinden geçmektedir. Uzakta bir karartı görür. Nasıl olduysa biri oraya kadar gelmiştir ama orada artık mecali tükenmiştir. Sürünmektedir. Mutlak, ölecektir…
Adam devesini hemen ona doğru sürer, yarı beline kadar kuma gömülmüş kazazedeye kısa sürede ulaşır. İner devesinden, matarasını alır. Bir yandan da devesine alacağı talihsiz adama yer açar. Sonra gider, yerdeki adamın üzerine eğilir. Tam avcuna doldurduğu suyla yüzünü yıkayacakken ölmek üzereymiş gibi gözüken adam fırlar, avcundaki kumu iyi kalpli adamın gözlerine serper ve koşup deveye biner. Oradan hızla uzaklaşmaya yeltenir; ama gözleri görmez olan -ve görünüşe göre de başlangıçta çölde ölecek adamla rolleri değişen- adam, uzaklaşmaya yeltenen haramîye seslenir:
- Hey Allah kulu, dur biraz!
Adam duraksar, devesini -ve hayatını- çaldığı adamın insaf dileneceğini zanneder.
- Hiç nefesini tüketme, ben gidiyorum ve sen de burada öleceksin!
Yerdeki adam gözlerini ovuşturarak:
- Hayır, senden insaf dilenmiyorum. Sadece dileğim, bu yaşadığımızı insanlara anlatmaman. Sakın kimseye anlatma!
Devenin üzerindeki harami kahkaha atar:
- Gurur mu yapıyorsun? Ne fark eder ki sen zaten öleceksin.
-Hayır!
der ihanete uğrayan adam ve devam eder:
- Eğer yaşadığımızı insanlara anlatırsan bir daha hiç kimse çölde yardıma muhtaç insanlar için durmayacak, kimse düşkünlere güvenmeyecek ve artık kimse kimseye yardım etmeyecek…
Sen bil, ben öleyim ama anlatma!”
★★
Şimdi…
Hikâyenin başına dönelim.
Çölde kazazede olduğunu sandığı adam için durup el uzatan kişi, kumlara gömülü adama ‘güven ve merhamet’ bağlamında 100 üzerinden 100 tam puan verdi. Merhamet etti, güvendi ve nihayet onun için durdu…
Birkaç dakika içinde o 100 puan, 0’a düştü…
Kim kaybetti gerçekten?
İyi adam, kötü adama yenilmiş mi oldu?
Tartışılır...
...
İmkânsız değil inanın. Bütün sıradanlığıma rağmen ben bile şu küçük ve alelade hayatımda iyi örneklere ve muhteşem geri dönüşlere o kadar çok rastladım ki...
Siz de tanık olmuşsunuzdur belki. Belki değil, muhakkak. Öyleyse ‘imkânsız gibi görünene bir şans daha vermek’ iyi sonuç verebilir. Bir ihtimal.
En azından denemeye değer.
*: Yazarımızın Pusula yazıları arşivinden.